Sabahattin İsmail Sabahattin İsmail

Kıbrıs’ta Federal Ortaklığın İmkansızlığı Karşısında Kıbrıs Türk Tarafının Opsiyonları

21 Eylül 2019
“ Gazeteci Sabahattin ismail'in Türkiye Barolar Birliği'nce 20 – 21 Eylül 2019'da düzenlenen "Kıbrıs'ta Son Söz" başlıklı panelde sunduğu bildirinin metnidir. „
Kıbrısta Federal Ortaklığın İmkansızlığı Karşısında Kıbrıs Türk Tarafının Opsiyonları

Kıbrıs sorununun tarihi gelişimi içinde esas zaafımız nesilden nesile aktarılacak, değişmeyen, kalıcı bir milli hedefimizin olmamasıdır…
Rum tarafının asla değişmeyen, nesilden nesile aktarılan böyle bir milli hedefi vardır…Bu değişmeyen hedef ENOSİS, yani adanın Yunanistan’a İLHAKI’dır..
İlk Megali İdea haritası 1791’de çizildi, 1796’da yayınlandı…Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı bu haritada öngörülmekteydi…Bu çerçevede Kıbrıs’ta  ENOSİS için ilk ayaklanma girişimi 1821’de hazırlandı, Vali Küçük Mehmet bunu bir ihbarla öğrenerek 14 ENOSİS’ci papazı astı…Adadan kaçan diğer ENOSİS’ci elebaşı papazlar  ilk ENOSİS bildirisini 1821’de Roma’da yayınladı… O gün bugündür, 200 yıl, ilk megali İdea haritasının çizildiği günden bugüne 228 yıl geçti hala ENOSİS diyorlar…
Ne yazık ki bizim böyle değişmeyen bir milli hedefimiz, kalıcı bir milli politikamız olmadı…

Kronolojik sıra ile son 100 yıl içinde değişen Kıbrıs politikalarını şöyle sıralayabiliriz:
1- 1918 Paris Barış Konferansında Rumlar adanın Yunanistan’a verilmesi için büyük bir kampanya başlatınca “Kıbrıs İslam Cemaati” olarak biz, “Adanın statüsü değişecekse, eski sahibine iade edilmelidir” tezini ortaya attık…
2- 1931’de Rumlar ENOSİS için isyan ettiği zaman, “sömürge yönetiminin devamını” savunduk…
3- 1948’lerde “İngiliz yönetimi içinde muhtariyeti” savunmaya başladık..
4- 1950’de Rumlar ENOSİS için Plebisit yaparak ada Halkının yüzde 96’sının ENOSİS istediğini dünyaya ilan ederken, biz azınlık hakları talep ediyorduk. Bu amaçla “Kıbrıs Türk Azınlığı Kurumu’nu” kurduk…
5- 1951'de ise Türkiye hükümeti "bizim Kıbrıs sorunu diye bir sorunumuz yoktur." diyordu. 
6- 1955’de ENOSİS için silahlı mücadele verecek olan EOKA kurulunca bu kez İngilizlerin uyarısıyla TAKSİM politikasını savunduk." Ya taksim ya ölüm" dedik.
7- 1958'de "Kıbrıs Türktür Türk kalacaktır" demeye başladık... 
8- 1960’a gelindiğinde fonksiyonel federal bir devlet olan Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti altına imza attık, iki kurucusundan biri olduk.
9-1960-63'de Rum liderliği Cumhuriyetin iki  kurucusundan biri olarak attığı imzaya rağmenENOSİS hedefinden vazgeçmedi. . Bunun “ENOSİS’e giden yolda bir ara aşama, bir sıçrama tahtası olduğunu” ilan ederek ENOSİS’i hedefleyen AKRİTAS Soykırım Planı’nı yaptı ve 5000 kişilik gizli EOKA ordusu kurdu . Ne ki, Dönemin TC Büyükelçisi Emin Dırvana, EOKA’ya karşı örgütlenmemizi savunan Denktaş ve TMT liderliğini “Cumhuriyeti yıkmaya çalışan TAKSİMCİLER”olarak suçladı…
10- Rum-Yunan liderliği, 21 Aralık 1963’de ENOSİS’i 6 saat içinde gerçekleştirmek için  Kanlı Noel saldırılarını başlattı. 103 köyümüzü işgal ederek bizi adanın yüzde 3’ünde insanlık dışı bir kuşatmaya aldığı zaman, hangi hedefi savunacağımızın kavgası vardı..Buna göre rahmetli Denktaş 26 Temmuz 1965’de “ Türkiye garantör olarak adaya müdahale etmelidir, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilmelidir” derken, Başbakan İsmet İnönü, Türklerin yollardan, tarlalardan, işyerlerinden alınıp katledildiği ve kör kuyulara atıldığı o günlerde adanın ve ortaklık devletin Rum işgalinde olduğuna bakmadan, “Devletteki işlerinize geri dönün, Kıbrıs Cumhuriyeti içinde kalın ” mesajları gönderdi…Kıbrıs Cumhuriyeti Meclisi’ne dönmeye kalktığımız zaman ise tehditle içeri sokulmadık… 
11- 31 Ocak 1964’de ABD ve İngiltere tarafından sunulan, adaya 10 bin kişilik bir NATO ordusu ile 1200 kişilik bir ABD birliği gelmesini ve Türklerin AZINLIK olarak Kıbrıs Cumhuriyeti içinde kalmasını öngören planı kabul ettik…
12-15 Temmuz 1964’de ABD’nin sunduğu, Meis adası ile birlikte, Karpaz’da ada yüzölçümünün  yüzde 5’ini oluşturan bir bölgenin Türkiye’ye üs olarak verilmesini, adada oluşturulacak 6 yerel yönetimden 2 ‘sinin Türklere bırakılmasını, AZINLIK hakları karşılığında ENOSİS’in gerçekleşmesini ve bunu beğenmeyen Türklerin, Türkiye’ye verilecek  Meis adasına taşınmasını öngören 1. Acheson planını kabul ettik. … Makarios ise ENOSİS’i ŞARTSIZ ÖNGÖRMEDİĞİ  ve karşılığında Türkiye’ye toprak verilmesini öngördüğü için planı reddetti.
13- Ağustos 1964’de, Karpaz’da 200 mil karelik bir alanın 50 yıllığına Türkiye’ye üs olarak kiraya verilmesini, Türklere azınlık hakları tanınmasını, Lefkoşa’da Türk işlerine bakacak bir komiser atanmasını, Türk haklarının ABD tarafından garanti edilmesini ve adanın geri kalan kısmının ENOSİS hedefi çerçevesinde Yunanistan’a ilhak edilmesini içeren 2. Acheson planı sunuldu. Türkiye bu planı da üssün kira değil, egemen üs olması halinde kabul edeceğini bildirdi. Makarios ise ENOSİS’i ŞARTSIZ ÖNGÖRMEDİĞİ  için planı yine reddetti
14- Yunanistan 1964’de adaya gizlice 20 bin asker çıkarmışken ve ENOSİS için saldırılar sürerken, 1964’den itibaren Türkiye Federasyon tezini telaffuz etmeye başladı. 1968’de başlayan 1974’e kadar önce 3’lü sonra 5’li olarak süren görüşmelerde ise  “Rumların hakimiyetindeki Kıbrıs Cumhuriyeti içinde AZINLIK HAKLARI ÖNGÖREN MUHTARİYETİ kabul ettik…Makarios ise, “ENOSİS’i yasaklayan ve garantörlüğü içeren bir anlaşmaya yeniden imza atmam” diyerek bize muhtariyeti vermeyi bile çok gördü.
 15-Ecevit’in 1973’de  iktidara gelmesiyle birlikte yeniden federasyon tezi savunulmaya başlandı…Ecevit’in bir açıklamasında federasyondan söz etmesi üzerine, Makarios protesto için Nisan 1973’de görüşmeleri kesti…
16- 1974 Barış Harekatı’nın birinci aşamasından sonra toplanan Cenevre görüşmelerinde Başbakan Ecevit bu kez, 6 kantonlu federasyon, Denktaş ise iki bölgeli federasyon önerdi… O şartlarda bile ENOSİS hedefinden vazgeçmeyen Rumlar askeri harekatın 2. Aşamasının başlayacağını bile bile bunu kabul etmediler… 
17-1975’de tek başımıza “ olası federasyonun Türk kanadı olacak olan FEDERE DEVLET” ilan ettik.
 18- 1977-1979 Doruk anlaşmalarında “iki toplumlu, iki bölgeli federasyon” önerdik ve kabul edildi. Gönlü Bağımsız devletten yana olan Denktaş, federasyon için masaya oturtuldu…
18- 1983’de bağımsız-egemen KKTC’yi ilan ettik ama, baskılardan korktuğumuz için “bağımsız devlet ilanının iki taraf arasında bir federasyon kurulmasına engel olmadığını” kuruluş bildirgesine koyduk. Bağımsız devlet ilan eden Denktaş,  Türkiye’nin baskısıyla federasyon görüşmeye zorlandı.  
20- 1998’de, rahmetli İsmail Cem Dışişleri Bakanı iken rahmetli Denktaş ile birlikte bundan böyle KONFEDERASYON tezinin savunulacağını ortak bir deklarasyonla ilan ettiler. 
21- 2002’de Türkiye’de iktidar değişince, Denktaş, Türkiye’nin baskısıyla yine “iki bölgeli-iki toplumlu federasyon görüşmeye” zorlandı…
22- 2003’de Rahmetli Bülent Ecevit “KKTC’nin dışişleri ve savunmada Türkiye’ye bağlı iç işlerinde Özerk Devlet Modelini” gündeme getirdi
23- 1985-1986’da federasyon öngören  Cuellar planlarını, 1992’de Gali Fikirler Dizisini, 2004’de Annan Planı’nı kabul ettik. Rumlar Yüzde 75 oranında HAYIR deyince “Madem federasyon istemiyorsunuz, bundan sonra ancak iki devletli zeminde ve iki devletli çözüm hedefiyle görüşme yaparız, ambargolar kalkmadan, KKTC tanınmadan masaya oturmayız” diyemedik…Her defasında bıraktığımız noktanın daha gerisinden masaya oturduk…
24- 2015-2017 Mont Pelerin, Crans Montana, Cenevre sürecinde, bugüne kadar verilmemiş tavizler verildi..Mustafa Akıncı, 1960 Anlaşmalarından da geri giderek 59 yıl önce elde ettiğimiz siyasi eşitlikten, yönetime etkin katılımdan, VETO hakkımızdan, ayrı oy çoğunluğu hakkımızdan vazgeçti…Garantörlüğün 12 yıldan sonra iptalini görüşmeye hazır olduğumuza dair öneri yapıldı…Devamla, derogasyonlardan vazgeçilerek tüm Rum, Yunan ve AB vatandaşlarına sınırsız 4 özgürlük hakkı tanındı, nüfusumuz 4 Ruma 1 Türk şeklinde donduruldu, KKTC topraklarının beşte birinin Rumlara verilmesini öngören bir taviz haritası, Meclisin ve Hükümetin bilgisi-onayı dışında karşılıksız olarak ve pazarlığa açık şekilde BM ve Rumlara verildi, bize kalacak yüzde 28.5-29 toprağın üçte birinin de içimize dönecek Rumlara verilmesi ve dönecek Rumların 50 binine iç vatandaşlık hakları verilmesi vb. kabul edildi…
25- Rum tarafı buna rağmen “sıfır asker-sıfır garanti ve eşitlik olamaz” diyerek reddedince Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, “artık federasyon görüşmeleri bitti. Federasyon zemini yok, bundan böyle farklı yeni fikirler gündeme getirilmeli” dedi. Ancak daha sonra “ görüşmeler yeniden başlayacaksa, federasyon dahil tüm çözüm seçenekleri masada olmalı” şeklinde konuşmaya başladı. 
26- 2017’de, Cumhurbaşkanı Akıncı ise Cenevre görüşmelerinin çökmesinden sonra “Bundan sonra AB içinde iki devlet formülü gündeme gelmeli” derken, daha sonra bundan caydı ve “tek seçenek federasyon” diyerek federasyon görüşmelerini kaldığı yerden başlatmak için akla karayı seçti.
27- Mayıs 2019’da  kurulan ve Halkın yüzde 60’ını temsil eden UBP-HP hükümeti programına “Kadife Ayrılık ve AB içinde iki devlet formülü”nü koyarken, Halkın yüzde 35’ini temsil eden Akıncı, CTP ve TDP federasyonu savunmaya devam etti.
28- Eylül 2019’da ise 3 farklı politika vardır: CB Akıncı “iki bölgeli-iki toplumlu federasyondan başka bir şey görüşmem” derken, Hükümet  “iki devletli çözüm” ve Türkiye ise “tüm seçenekler masada olmalı” demektedir
 29- 9 Eylül 2019’da KKTC’ye gelen Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, yapılan zirve toplantısından sonra ortak basın toplantısındaki açıklamasında “ Rum tarafı siyasi eşitliği kabul etmiyorsa o zaman Egemen Eşitliği konuşalım” diyerek, hükümetleri döneminde ilk kez “İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM-KONFEDERASYON” tezini gündeme getirirken, Akıncı ise hala federasyon görüşmektedir..
30- 20 Eylül 2019'da ise Ankarada Türkiye Barolar Birliği tarafından düzenlenen panelde konuşan cumhurbaşkanı muavini Fuat Oktay, "siyasi eşitlik olmazsa egemen eşitliği ve iki devletli çözümü görüşelim. Garantörlüğün devamı kırmızı çizgimizdir" derken, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu önce gayrı resmi 5'li konferans toplanmasını, sonra referans şartlarının görüşülmesini, Akıncı federasyon. Görüşmelerinin bir an önce savunulmasını, hükümet ise iki devletli çözümü savunmaktır.

HALA MİLLİ BİR POLİTİKA ARAYIŞI İÇİNDEYİZ

Biz 100 yılda 30 kez politika-hedef değişikliği yaparken, Rumlar 200 yıldır sadece tek milli hedef olarak ENOSİS’i savundu ve  bu milli hedefin önünü tıkayacak, ona hizmet etmeyecek hiçbir anlaşmaya imza atmadı.. 
Ve şimdi bu sempozyumda konu başlığı olarak, “federal ortaklığın imkansızlığı karşısında opsiyonlarımız nelerdir?” diye konuşmaya devam ediyoruz, bundan sonra hangi politikayı savunacağımızı konuşuyoruz.
1900’lü yılların başından bugüne, Rumların 200 yıllık ENOSİS politikası değişmezken, bizim 100 yıl içinde bunca politika değiştirmemiz nasıl izah edilebilir?
1974’de mutlak bir zafer elde etmemize karşın, savaşı kaybeden mağlup ve haksız tarafmışız gibi Rumların peşinden sürüklenmemizin, görüşmeler ve federasyon için onlara yalvar yakar olmamızın, hatta onlardan savaş tazminatı talep etmemiz gerekirken, savaş suçlusu bizmişiz gibi eski mülklerini iade ederek 1974’den bu yana kullanım kayıplarının  tazminatını ödememizin nedeni nedir?
Kanımca nedeni, GELİP GİDEN İKTİDARLARLA DEĞİŞMEYECEK, KALICI, MİLLİ BİR KIBRIS POLİTİKASININ OLMAMASIDIR.
Güne göre, değişen iktidarlara göre, dış baskılara ve vaatlere göre sürekli hedef değişikliği yapmamızdır, zigzaglar çizmemizdir…
Rum Yunan tarafı 200 yıldır milli hedefleri olan ENOSİS politikasından bir milim bile sapmazken, bütün görüşme, öneri, kabul, ret ve taktiklerini bu milli hedefi gözeterek yaparken, bizim 100 yılda onlarca hedef değiştirmemiz korkunç bir zaaf ve zayıflıktır. 
Sürekli değişen hedef ve politikalar hükümetleri her türlü baskıya, şantaja, vaade, tehdide açık hale getirdiği gibi, Türkiye ve KKTC’de iç çatışmalara, bölünmeye, kafa karışıklığına, güç dağılmasına, odaklanmamaya, hedefe kilitlenmemeye, hatta iki devlet arasında sorunlar yaratılmasına neden olmaktadır
Hiç olmazsa bundan böyle bu yanlışa son verilmeli, herkesin etrafında birleşeceği, zamana ve hükümetlere göre değişmeyecek MİLLİ HEDEF, MİLLİ POLİTİKA belirlenmelidir.

MİLLİ HEDEF NE OLMALI?

MİLLİ HEDEFİN  ne olması gerektiğini daha 1930’lu yıllarda büyük Atatürk şöyle  söylemiştir:
EFENDİLER, KIBRIS DÜŞMAN ELİNDE OLURSA TÜRKİYE’NİN BÜTÜN İKMAL YOLLARI KAPANMIŞTIR... KIBRIS’A DİKKAT EDİNİZ...
Atatürk’ün bu veciz sözünü tersinden okursak, Anadolu’nun güvenliği için Kıbrıs’ın  her zaman Türkiye’nin elinde olması gerektiği vurgulanmıştır…
Barış Harekatı’nı yapan hükümetin Başbakanı olan rahmetli Bülent Ecevit de her zaman, “Anadolu’nun güvenliği Kıbrıs’tan başlar, Kıbrıs’ta tek Türk olmasa bile Türkiye Kıbrıs’tan vazgeçemez” vurgusu yapmaktaydı 
Ülkeler arasında ebedi dostluklar olamayacağı için, bugün bize dost olan, müttefik olan hiçbir devlete ve AB-NATO gibi ulusötesi birliklere “dostumuzdur, müttefikimizdir” diye Kıbrıs terk edilemez…
Atatürk sadece yukarıdaki veciz sözleri söylemekle yetinmemiş gereğini de yapmıştır…
Kendi ifadesiyle “KIBRIS’TA TÜRK DİLİNİN SÖNMEMESİ İÇİN” en değerli öğretmenlerini, tiyatro ve kültür guruplarını Kıbrıs’a göndermiştir… İlk konsolosluğu 1925 yılında Kıbrıs’ta açmıştır… Kıbrıs Türklerine Türklük bilinci ve şuuru aşılamıştır… Kıbrıs’ta yayınlanan gazetelerin Latin harflerine geçmesi için verilen siparişlerin faturasını ödemiştir. Kıbrıs’tan gelen gençlerin burslu olarak diledikleri üniversitelerde okumalarını sağlamıştır. Kıbrıs’ta yayınlanan gazetelere örtülü ödenekten her ay düzenli para yardımı yapmıştır… Kıbrıs boşalmasın diye Türkiye’ye göçü durdurmak için adaya 2 milletvekili göndermiştir. Kendisi ile görüşen ve Hatay gibi Kıbrıs’ın da Türkiye’ye bağlanmasını isteyen Kıbrıs Türk gençlerine “MERAK ETMEYİN SIRA ORAYA DA GELECEK” demiştir. ( Benim “ATATÜRK DÖNEMİNDE TÜRKİYE-KIBRIS İLİŞKİLERİ” adlı kitabımda Atatürk’ün Kıbrıs’a ve Kıbrıs Türklerine verdiği büyük önemi kanıtlayan birçok örnek vardır…)
Dolayısı ile Atatürk’ün veciz sözleri ışığında, Kıbrıs’ta hiçbir zaman değişmeyecek olan Milli Hedef ne olmalıdır sorusunun yanıtı şudur:
KIBRIS ADASI, TARİHİ, COĞRAFİ, JEOPOLİTİK VE JEOSTRATEJİK NEDENLERLE,  ASIL SAHİBİ OLAN TÜRKİYE’NİN OLMALIDIR 
Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk Halkının güvenliği, jeopolitik, jeostratejik Mavi Vatan konsepti bunu şart koşmaktadır…
Bunu söylemekten utanmaya, sıkılmaya gerek yoktur…
Rum yönetimi ve Yunanistan 200 yıldır ENOSİS için mücadele ettiğine, Kıbrıs’ın bir Yunan adası olduğunu iddia ettiğine ve adayı Yunanistan’ın bir parçası yapmak için çalıştığına göre, bunun karşıtı, doğal olarak adanın tümüyle bir Türk adası olmasını talep etmektir… 
Kıbrıs’ta, ekonomik, siyasi, askeri, demografik, kültürel alanlarda ne yapılacaksa hep bu MİLLİ HEDEF gözetilerek ve gün gele bu milli hedefi gerçekleştirmeye hızmet edecek şekilde planlanmalı ve yapılmalıdır.
Değişmemesi gereken bu STRATEJİK MİLLİ HEDEF gözetilerek,  güncel Kıbrıs sorunu bağlamında savunulması gereken  politika ise, KKTC’nin bağımsız ve egemen bir devlet olarak yaşamasını sağlayacak olan KADİFE AYRILIK –İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM’dür…
Bunun yolu ANLAŞMALI AYRILIK-KADİFE AYRILIKTIR…
Bir başka deyişle 1964’den bu yana var olan fiili ayrılığı hukuken resmi hale getirmektir.
Bu iki egemen devlet isterse ve gerekli görürse ileride bir KONFEDERASYON oluşturabilir…

HANGİ ADIMLAR ATILMALI?

Bu çerçevede milli hedefe hizmet edecek olan  atılması gereken diğer adımlar şöyle özetlenebilir:
1- Rum yönetimiyle Yunanistan arasında yapıldığı gibi KKTC ile Türkiye arasında da bir SAVUNMA İŞBİRLİĞİ ANLAŞMASI İMZALANMALI ve Türkiye’ye deniz-kara hava üsleri verilmelidir. Bunun yapılması, Anadolu’nun güvenliğini sağlamak için olduğu kadar, Mavi Vatan’ın savunulması için de şarttır…Bu, Türkiye’ye Doğu Akdeniz’de stratejik üstünlük sağlaması yanında MİLLİ HEDEF’e giden yolda çok stratejik bir adım olacaktır.
2- Rum Yönetimi ile Yunanistan arasında olduğu gibi, KKTC ile Türkiye arasında da gümrük birliği sağlanarak gümrükler sıfırlanmalıdır.  Bu çerçevede, iki devlet arasında bir SERBEST TİCARET ANLAŞMASI imzalanmalıdır.
3-Türkiye-KKTC arasında 1997'de imzalanan, hükümetler ortak bir toplantı yaptıktan sonra  2003'te AB baskısı ile askıya alınan Ortaklık Konseyi anlaşması çerçevesinde kurulan ancak AB baskıları nedeniyle dondurulan ORTAKLIK KONSEYİ yeniden canlandırılmalıdır.
4- Türkiye ile KKTC su boruları ile bağlandığı gibi elektrik kabloları ile de bağlanarak KKTC’ye denizaltı kablosu ile elektrik götürülmelidir.
5- Maraş’ın Türkleşmesi için başlatılan proje süratle hayata geçirilmeli ve Türk otel zincirlerinin Maraş’ta mülkiyet hakkını kanıtlayanlara tazminatlarını ödeyerek bölgenin sahibi olmaları, orayı ikinci bir Antalya yapmaları teşvik edilmelidir.
6- Adadaki Türk nüfusu kontrollü olarak, sosyal huzursuzluklara, işsizliğe ve genel şikayetlere yol açmayacak şekilde, ekonominin büyütülmesi yoluyla artırılarak ilk aşamada 500 bine çıkarılmalıdır.
7- KKTC ve Türkiye MEB alanlarını ilan etmelidir. İki devlet arasında MEB anlaşması  imzalanmalıdır. Kendi MEB alanlarımızda sondaj faaliyetleri yapılırken, hiçbir başka sondaja izin verilmemelidir.
8- İki Devletli Anlaşma aşamasına geçtikten sonra KKTC’nin bir gurup dost ülke tarafından toplu olarak tanınması sağlanmalıdır. 
9- Eğer emperyalist baskılar nedeniyle KKTC’nin bağımsız – egemen bir devlet olarak tanınması mümkün olmazsa, Türkiye ve KKTC arasında Monaco örneğinde olduğu gibi ÖZERK DEVLET anlaşması imzalanmalı, dışişleri ve savunmada Türkiye’ye bağlı, içişlerinde özerk devlet modeli hayata geçirilmelidir… Bu, nihai MİLLİ HEDEF’i gerçekleştirme yolunda çok stratejik bir adım olacaktır.

LOZAN DENGESİ VE MAVİ VATAN KORUNMALI

İki Devletli Çözüm; 1923’de Lozan’da kurulan ve 1960 anlaşmaları ile Kıbrıs’ta da gözetilen, ancak 21 Aralık 1963 itibarıyla Yunanistan lehine bozulan, Türk-Yunan dengesini, yeniden tesis etmek için de gereklidir…
Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin işgal edilmesiyle, BM’nin bu işgali görmezden gelerek Rum tarafını tüm Kıbrıs’ın tek meşru hükümeti olarak tanımasıyla ve bu işgalci korsan devletin tüm Kıbrıs adına AB’a tam üye yapılmasıyla, Lozan’da tesis edilen Türk-Yunan dengesini kendi lehine bozmuştur.
Türkiye’nin bu dengeyi yeniden kurma hakkı meşrudur.
Bunun için hukuki zemin mevcuttur...
Kıbrıs’ta Türk-Yunan dengesinin yeniden tesisi, 3 uluslararası anlaşmanın, yani Lozan Anlaşması’nın, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş Anlaşmalarının ve 1960  Garanti ve İttifak Antlaşmasının gereğidir.. 
Türkiye son 50 yıldır, bu dengeyi GERÇEK siyasi eşitliğe ve garantörlüğe dayalı yeni bir federal ortaklık zemininde tesis etmeye çalışmıştır. 
Ne ki Rum-Yunan tarafı buna fırsat vermemiştir.
O zaman bu dengeyi kurmanın geri kalan tek yolu, KKTC’NİN TANINMASIDIR, OLMAZSA İKİ DEVLET ARASINDA ÖZERKLİK İLİŞKİSİ TESİS EDİLMESİDİR…
Bu, Kıbrıs Türk Halkının ve KKTC’nin güvenliği için olduğu kadar, Türkiye’nin güvenliği için de, Doğu Akdeniz’deki doğal kaynaklar üzerindeki meşru hak ve çıkarlarımızı korumak için de zorunludur...
Türkiye ve KKTC’nin iki devletli çözüm yönünde atacağı adımlar yukarıda izah ettiğim hukuki çerçeve içinde rahatlıkla savunulabilir...Bu bağlamda, iki devletli çözümde ısrar edilmesinin nedeninin,  Lozan’da tesis edilen ve 1960’da Kıbrıs’ta gözetilen, ancak son 50 yıldır Yunanistan lehine bozulan Türk-Yunan dengesini yeniden tesis etmek olduğu hukuki dayanaklarıyla ortaya konmalıdır. 
İki devletli çözüm, sadece Lozan’da tesis edilen Türk-Yunan dengesini korumak açısından değil, Mavi Vatan konseptini savunmak açısından da zorunludur. 
Kıbrıs’ın kaybedilmesi halinde Türkiye’nin MAVİ VATAN’ını korumasında elde ettiği stratejik üstünlük sarsılacaktır…

SONUÇ

 “İKİ EGEMEN DEVLETLİ ÇÖZÜM” yerine “İKİ EYALETLİ BİRLEŞİK FEDERAL KIBRIS” çözümünün gerçekleşmesi halinde şunlar olacaktır:
1- KKTC bağımsız egemen bir devlet olmaktan çıkacak ve Rum ağırlıklı birleşik Kıbrısın karma nüfuslu bir eyaleti olacaktır
2-En az 100 bin TC kökenli kardeşimiz geri gönderilecektir.
3- KKTC toprakları yüzde 28.2 ye düşecek ve aradaki sınır kalkacaktır
4- Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı tasfiye edilecektir
5- Maraş ve Güzelyurt dahil 40 köyümüz Rumlara verilecek buralara 90 bin Rum yerleşecek 50 bin Rum daimi  İkamet izni ile Kuzeye yerleşecek, 50 bin insanımız göçmen olacak, Karpaz'da bir Rum kantonu, Kormacit'te bir Maronit kantonu kurulacak, KKTC tapuları iptal olacak, eski Rum mülkleri üzerinde moratoryum ilan  edilecek mülk komisyonu mülkün sahipliğini belirleyene kadar o mülkler üzerine yatırım yapılamayacak kiralama satma devretme ipotek verme yasaklanacak ve bu durum Kıbrıs Türk ekonomisi ile bankalarını çökertecektir. 
6- Türkiye ile KKTC arasında yapılan 200’den fazla ikili anlaşma ortadan kalkacaktır…
7- Türkiye KKTC arasında imzalanan deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması ile KKTC tarafından TPAO’na verilen, adanın Güneyine kadar uzanan KKTC Kıta sahanlığı içindeki sismik araştırma ve sondaj yetkileri ortadan kalkacaktır…
8-Türkiye-KKTC binlerce kilometrelik deniz yetki alanını kaybedecektir…Rum yönetimi, KKTC’nin tanınması halinde gasp ettiği MEB alanının, onbinlerce km azalması anlamına gelen yüzde 50 oranında azalacağını açıklamıştır…
9-Türkiye-KKTC arasındaki “Türk Denizi” olarak adlandırdığım deniz alanı “Federal Kıbrıs Cumhuriyeti” ve AB ile bölüşülecektir…Federal Kıbrıs’ın AB üyesi olması nedeniyle Türkiye bu konularda AB ile muhatap olmak zorunda kalacaktır…
10- 1960’da imzalanan Garanti Anlaşması iptal edilecek, Türkiye, anlaşmalarda öngörülen  “ MÜSAADEYE EN FAZLA MAZHAR ÜLKE” statüsünü kaybedecek, Türk kolordusu adadan çekilecek, TSK’nın adada deniz-hava üsleri kurma projesi gerçekleşmeyecektir.
11- Yunanlılar ve 300 milyonluk AB vatandaşları adaya serbestçe gelip 4 özgürlükten yararlanırken, Türk vatandaşları ancak Shengen vizesi ile turist olarak gelebilecek, Türkiye-Kıbrıs bağı kopacak, Kıbrıs Türkleri AB içinde eriyecek ve adadaki Türk varlığı son bulacaktır…
12- Birleşik Federal Kıbrıs, AB içinde bulunan Yunanistan ile siyasi, ekonomik, demografik ve askeri entegrasyonunu tüm adaya yayacak ve eski Yunan Başbakanı Simitis’in 2004’de Lefkoşa’daki AB üyeliği kutlama mitingindeki konuşmasında dediği gibi  “AB ÇATISI ALTINDA GERÇEKLEŞEN ENOSİS”, KUZEYİ DE KAPSAYACAKTIR.
13- AB üyesi Birleşik Federal  Kıbrıs, Yunanistan, İsrail, Fransa, Mısır vb dost olmayan ülkelere Türkiye aleyhine de kullanılabilecek deniz ve hava üsleri verebilecektir…
Bu çapta korkunç stratejik ve ekonomik kayıplara neden olabilecek “federal birleşik Kıbrıs” tezi yerine, KKTC’nin, Türkiye’nin güvencesi altında, bağımsız-egemen bir devlet olarak yaşatılması, ekonomik bakımdan bir cazibe merkezi haline getirilmesi ve üçüncü ülkeler tarafından da tanınmasının sağlanması; gerekmesi halinde ÖZERKLİK İLİŞKİSİNİN tesis edilmesi, Türk milli çıkarları ve nihai MİLLİ HEDEF açısından zorunludur…

Yorumlar