Seyyar satıcı Muhammed Buazizi’nin ekmek teknesine müdahale eden güvenlik güçlerine karşı tepki olarak kendini yakması ile 2011 yılında Tunus’ta başlayan ve Arap dünyasına yayılan halk ayaklanması diye bilenen “Arap Baharı”, Suriye başta olmak üzere Arap coğrafyasında yer alan birçok ülkede anarşi, çatışma ve iç savaşlara neden oldu. Arap Baharı bağlamında halk ayaklanması Suriye’de patlak verdiğinde, doğrudan doğruya Libya’ya müdahale eden ABD başta olmak üzere Batılı ülkeler en az kayıp en çok kazancı elde edecek şekilde Suriye’ye müdahale etme yolları aramaya başladılar. ABD’nin iki temel Ortadoğu politikası vardır: birincisi petrolün mümkün olduğu kadar kısa zamanda çıkarılmasını ve itiraza uğramadan ucuz bir fiyata Batı’ya nakledilmesi; ikincisi de İsrail’in güvenliğini garanti altına almaktır.
Baba Esad’dan iktidarı devralan Batı’da eğitim görmüş reform yanlısı oğul Esad yönetimi, İsrail ile çatışan bir yönetim değil. Filistinlilere yardım etmiyor ve böylece İsrail ile anlaşmayı iyi yönetiyor. Esad rejimi düşecek olursa yerini nasıl bir yönetimin alacağı da bilinmiyor. Özellikle, Suriye’de iç savaş ilerledikçe El-Kaide, IŞİD, Müslüman Kardeşler gibi silahlı aşırı grupların güçlenerek egemen olacağı bir Suriye doğduğu anda Ortadoğu’da tüm dengeler değişir. Bu gerekçeyle ABD’nin zımnen onay verdiği Rus ordusu, 30 Eylül 2015 tarihinde, Suriye’deki aşırı silahlı gruplara karşı askeri müdahalede bulunarak dengeyi Beşşar Esad lehine değiştirdi.
Tarihin Akışı Diyerek Realiteyi Unutmamalıyız
Türkiye’nin Arap komşularıyla olan ilişkisinin bozulmasında iki temel nokta var. Birincisi komşular ile sıfır sorun meselesi, ikincisi Yeni Osmanlıcılık. Türkiye’nin bütün komşularıyla sorunlu ilişkileri var ve bu, ülkeyi bunaltmış durumda. Diğer taraftan koca bir imparatorluk kaybedilmiş ve bu kayıp sindirilememiş. Bu psikoloji yıpratıcıdır. Gelinen noktada ikisinden de bahsedilmemeye başlandı. Zira Yeni Osmanlı denildiği zaman Arap dünyasında “eski efendi” geri mi dönüyor “paranoyası” ortaya çıkıyor. Bunun yerine daha realist olan “iyi ilişkiler kurmak istiyoruz” durumuna gelindi. Çünkü, uluslararası ilişkiler lego gibidir, yeni şekiller yaparsın, yaptığını bozar yeniden yaparsın. Komşularla sıfır sorun politikasında tek yönlü bir niyet vardı ve rejimlerin niyetine bakılmadan söylendi. Karşınızda sorunlu bir rejim varsa ve buradan kaynaklı sorunlar patlak verdiğinde kimi muhatap alacaksınız. Nitekim böyle de oldu ve komşularla sıfır sorun politikası da geçerliliğini yitirdi. Daha çok günlük politika denilebilecek bir politika izlenmeye başlandı. Türkiye’nin çıkarına hangisi uygunsa o adımlar atıldı. Ama tanımlanabilecek, bütünlüklü bir politika oluşturulmadı.
Türkmenleri dikkate aldığımızda son yıllardaki bölgeye yönelik güvenlik temelli politikalar, Kürt partileri/hareketleri olan Irak’taki KDP ve KYB, Suriye’deki PYD Terör Örgütü ve Türkiye’deki HDP’yi güçlü bir konuma getirdi. Bu yapılar bulundukları ülkenin siyasi muadelesinde denk unsuru ve geleceğinde söz sahibi olacakları konuma taşındı. Buna karşın, Türkmenler Irak’ta da Suriye’de de azınlık ve güçsüz duruma düşürüldü. Türkiye, Esad ile ilişkilerini düzeltirken PYD Terör Örgütü “IŞİD ile en iyi savaşan bir organize yapı olduğu” bahanesiyle Batı’nın desteğini aldı. Açık ki PYD Terör Örgütünün mağduriyet ve yalnız kalma edebiyatı yapmasına izin verilmemelidir.