Anavatan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu güneyde yayınlanan Politis gazetesine yaptığı açıklamada aylardır tartışılan birçok konuya açıklık getirdi
Önce Çavuşoğlu’nun açıklamalarını bir kez daha anımsatmak istiyorum.. Çavuşoğlu şöyle konuşmuştur:
“Kıbrıs’ta başarısız olan federasyon çözümü yerine iki devletli bir çözümün de konuşulması gerekir, bu nedenle önce Rum tarafının nasıl bir çözüm istediğini artık ortaya koyması şarttır”, Politis gazetesinin Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın federasyon dışındaki alternatif çözümlere karşı olduğunun hatırlatması üzerine ise Çavuşoğlu şöyle konuşmuştur :
“Bu onun şahsi görüşü olabilir. Akıncı Kıbrıs Türklerinin seçilmiş lideri olabilir, ancak hem Kıbrıs Türk Hükümetinin hem de Kıbrıslı Türklerin de söz hakkı vardır. Ancak Crans Montana’da, Cenevre’de, Annan Planı’nda da, bütün federasyon çabaları başarısız oldu. Federal çözüm başarısız oldu. Türkiye olarak bu çözümü hariç tutmuyoruz. Federasyon da olabilir ancak kişisel olarak, bunca yıllık deneyimimiz nedeniyle hep birlikte başka seçenekleri incelememiz gerektiği görüşündeyim.... Annan planında, Türkiye’nin ne kadar esnek olabileceğini gösterdik, başarılamadı. Her şeyden önce neyi müzakere ettiğimiz konusunda anlaşmamız gerek. Ne tür çözüm? Federasyon mu, konfederasyon mu, iki devlet mi, dördüncü veya beşinci seçenek mi? Önce kendi aramızda görüşüp müzakere çerçevesinde, müzakerenin referans şartlarında gayrı resmî uzlaşalım”
Çavuşoğlu, Rum liderlerle yaptığı görüşmeler konusunda ise şöyle konuşmuştur:
“Rum liderlerle yaptığım görüşmeler müzakere değil, görüşmedir. KKTC’ye gittiğimde bütün konuları muhalefet de dahil bütün liderliğe açtım ve hem Anastasiadis’le hem de, Kiprianu’yla gayrı resmi görüşmeler yapabileceğim, yapmam gerektiği konusunda uzlaştık. Kıbrıs Türk liderliğiyle uzlaştığımız bu noktada bir çelişki yok. Aynı zamanda, tıpkı benim Kıbrıslı Rumlarla görüşmede hiçbir sorun görmediğim gibi Yunan tarafının da Kıbrıs Türk tarafıyla görüşmesi gerekir”
Bu önemli açıklamaları birkaç maddede toplayacak olursak şöyle bir sonuçla karşılaşırız:
1-Federasyon arayışları çökmüştür, artık iki devletli çözüm görüşülmelidir
2-Akıncı iki devletli çözüme karşıdır ama KKTC Hükümetinin Meclisinin ve Halkının görüşlerini almamıştır. Dolayısı ile bu onun kişisel tavrıdır.. Hükümetin, Meclisin, Halkın da görüşlerini almak gerekir
3-Eğer görüşmeler başlayacaksa, Rum tarafı hangi çözümü görüşmek istediğini ortaya koymalıdır ve iki taraf görüşülecek çözüm formülü konusunda önceden mutabık kalmalıdır.. Başarısız olacak bir görüşmeye yeniden gerek yoktur.
4-Rum liderlerle yapılan görüşmeler için önceden Akıncı ile mutabakata varılmıştır. Üstelik yaptığımız müzakere değildir
Ne Anlama Geliyor?
Çavuşoğlu’nun bu açıklamaları ile ilgili değerlendirmelerim ise şöyledir :
1-Federasyon görüşmelerinin çöktüğü herkesin üzerinde mutabık kaldığı tartışma kaldırmayan bir husustur. Nitekim bunu İsviçre görüşmelerinin çökmesinden sonra Akıncı ve Genel Sekreter Guterres bile açıklamışlardır.. Hatta Akıncı’nın “bu bizim kuşağın son denemesiydi, bundan sonraki kuşaklara başarılar dilerim” diye açıklama yaptığı anımsanmalıdır..
Yine ayni şekilde Akıncı’nın 5 Ağustos 2017 tarihinde Yenidüzen gazetesinin tam sayfa manşet haberinde yer alan açıklamasında, “bundan sonra “AB’a üye iki devletli çözüm görüşülmelidir “ dediği bilinmektedir. O zaman şimdi Akıncı’nın iki devletli çözüme niye karşı çıktığı, niye “ille de federasyon” dediği ve niye ille de Türkiye ile çatışma yaratmaya çalıştığı, niye saraydan çıkmayan adamlarını Türkiye ve Çavuşoğlu’na saldırttığı sorgulanmaya muhtaçtır...
Kanımca bunun nedeni yeniden aday olmaya karar vermesidir. Akıncı “ille de federasyon “diyen AKEL’in CTP içindeki AKEL’cileri harekete geçirerek, federasyon isteyen CTP’nin aday çıkarmasını engellemek ve “Türkiye’ye karşı direnen federasyoncu lider" imajı ile seçimlere girmek istiyor.. O nedenle Türkiye ile çatışmayı tırmandırması beklenmelidir. Hatta bir süre sonra Rum işbirlikçisi federasyoncu sendika, dernek ve partilerin alacakları işaretle sokağa dökülerek Türkiye’ye karşı eylemler yapmaları, Halkı Türkiye’ye karşı kışkırtmaları beklenmelidir... Umarım oy hesapları ve kişisel siyasi hesaplar nedeniyle bu tehlikeli ve en büyük ihanet yoluna girilmez... Esasen Rum tarafı ile federasyon görüşmeleri çöktüğüne, Rumların eşit egemenlik temelinde federasyon istemedikleri herkes tarafından görüldüğüne göre, iflas eden bir hayal uğruna Kıbrıs Türk Halkına daha fazla zaman kaybettirmekten, daha da kötüsü halkı, olmayacağı açık olan bir federasyon hayali uğruna “federasyoncular ve federasyon karşıtları “olarak bölüp çatıştırmaktan, Anavatana karşı sokağa dökmekten, Türkiye ile KKTC’nin arasını açmaktan daha büyük bir ihanet olabilir mi?
2- Çavuşoğlu’nun “federasyonun çöktüğü ve artık iki devletli çözümün görüşülmesi gerektiği” yönündeki açıklaması, Akıncı’nın, Garantörlüğün iptalini ve taviz haritasına ek olarak çevresiyle birlikte tüm Güzelyurt’un da Rumlara verilmesini öngören federasyoncu Guterres belgesini “stratejik bir anlaşma olarak imzalamayı “Anastasiadis’e önermesi nin, Türkiye’den habersiz ve Türkiye’ye yaptığı bir emrivaki, bir dayatma olduğunu da kanıtlamıştır. Öyle ya, Türkiye federasyon arayışlarına artık son verilmesini ve bundan böyle iki devletli çözümün savunulmasını istediğine göre Guterres belgesi temelinde federasyon görüşmeye devam edilmesini niye istesin?
Dolayısı ile Akıncı’nın şahsi hırsları, kaprisleri, takıntıları ve siyasi oy hesapları nedeniyle ne denli tehlikeli yollara girdiği, sadece Hükümeti, Meclisi ve halkı değil, Anavatan Türkiye’yi de dışlayarak geleceğimizi büyük bir tehlikeye attığı net olarak ortaya çıkmıştır.
Akıncı’nın bulunduğu makamda, milli mücadele tarihimiz boyunca yanımızda duran, bize maddi manevi, siyasi her türlü desteği veren, bizi mutlak bir soykırımdan kurtaran, güvenliğimizi sağlayan, bütçemize her yıl 600-700 milyon dolar katkı yapan, bugün sahip olduğumuz canımız, özgürlüğümüz, egemenliğimiz, devletimiz, güvenliğimiz, refahımız dahil herşeyimizi borçlu olduğumuz Anavatan Türkiye ile çatışma yoluna girmesi kabul edilemez.. Onu, yaptığı yemini bir daha okuyarak Anavatanla tam işbirliğine girmeye, bu tehlikeli ihanet yolundan vazgeçmeye akıl yoluna, KKTC ve Anavatan kardeşliği yoluna dönmeye çağırmak aklı başında herkesin görevidir.
***
Çavuşoğlu’nun konuşmasından çıkardığım ikinci önemli husus şuydu: “Akıncı iki devletli çözüme karşıdır ama KKTC Hükümetinin Meclisinin ve Halkının görüşlerini almamıştır. Dolayısı ile bu onun kişisel tavrıdır.. Hükümetin, Meclisin, Halkın da görüşlerini almak gerekir” diyen Çavuşoğlu gerçeği vurgulamıştır. Akıncı’nın iki devletli çözüme karşı çıkarken Hükümetin, Meclisin ve halkın görüşlerini almadığı, bir usta bir memleket misali kendi aklına göre, demokratik prensiplere ters şekilde, bir diktatör gibi hareket ettiği bilinen bir gerçektir.
Oysa demokratik parlamenter sistemin olduğu bütün ülkelerde olduğu gibi, KKTC’de de en üst karar organı, Anayasamızın da öngördüğü gibi Cumhuriyet Meclisi’dir.. Akıncı ancak Egemenliğin sahibi olan Halk adına egemenlik yetkilerini kullanan Cumhuriyet Meclisinin aldığı kararlar ve çizdiği çerçeve içinde görüşme yapabilir... Ne ki Akıncı Meclisi, dolayısı ile halk iradesini takmadan, Meclisin oybirliğiyle aldığı kararları çiğneyerek geleceğimizi, kendi kişisel çıkar hesapları ve takıntıları çerçevesinde riske atmakta, hatta bizi felakete sürüklemekte hiçbir sakınca görmemektedir. Örneğin, Cumhuriyet Meclisi’nin oybirliğiyle almış olduğu “Türkiye’nin etkin ve fiili Garantörlüğü aynen devam etmelidir, bu kırmızı çizgimizdir, Garantörlüğün olmadığı bir anlaşma kabul edilemez “ şeklindeki karara rağmen, daha ilk günden sözcüsü aracılığı ile yaptığı açıklamada “Garantörlük tabu değildir ”demiş ve garantörlüğü pazarlığa açarak 10-12 yılda garantörlüğün kaldırılmasını görüşme önerisi yapmıştır
Bir başka örnek ise harita verilmesi konusudur. Akıncı, İsviçre görüşmelerinde hükümetten, halktan ve Meclisten habersiz olarak, yapılan tüm uyarıları kulak ardı ederek, kendi aklına göre bir taviz haritası hazırlamış, ülke topraklarının beşte birini taviz olarak vermeyi önermiştir..
Üstelik bunu, “bütün diğer konularda anlaşma olmadan toprak ve harita konuları görüşülmeyecek “ şeklinde BM nezdinde Rum tarafı ile varılan mutabakatı da pervasızca çiğneyerek, karşılığında hiçbirşey almadan, tek yanlı olarak yapmış ve eşit egemenliğimizi Rum tarafına kabul ettirmek için elimizdeki en güçlü kozumuzu sıfırla çarpmıştır. Nitekim Akıncı’nın en büyük kozumuzu sıfırlayarak yaptığı bu inanılmaz ihaneti çok iyi kullanan Rum tarafı, harita karşılığı kabul etmesi gereken siyasi eşitliğimizi, ancak Garantörlüğün iptaline ve tüm Türk askerlerinin çekilmesine karşılık kabul edebileceğini söylemeye başlamıştır.
Bir başka örnek ise yine emrivaki olarak kabul ettiği Guterres belgesidir..
Akıncı görüşmeler çökmüş olmasına, bunu bizzat kendisi de ifade etmesine ve “bu bizim kuşağın son denemesiydi, biz başaramadık, gelecek kuşaklara başarılar dilerim........ Bundan sonra AB içinde iki devletli çözüm görüşülmelidir “demesine rağmen, Hükümete, Meclise, Halka ve ortak siyaset yürüttüğümüz Anavatan Türkiye’ye emrivaki yaparak, dışlayarak Guterres belgesini “stratejik bir anlaşma olarak imzalamayı” Rum tarafına önermiştir..
Oysa Guterres belgesi Türkiye’nin garantörlüğünün çağdışı olduğunu iddia etmekte ve iptal edilmesini öngörmektedir. İlaveten taviz haritasında verilmesini kabul ettiği onlarca yerleşim yerine ilaveten çevresiyle birlikte Güzelyurt’un da Rumlara verilmesini öngörmektedir..
Ne ki Akıncı sanki babasından miras kalan toprakları veriyormuş gibi bu tavizleri içeren belgenin bir anlaşma olarak imzalanması için, Meclisi, Hükümeti, halkı ve Türkiye’yi dışlayarak öneride bulunabilmiştir. Nitekim Hükümet sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Kudret Özersay, Akıncı’nın yaptığı bu öneriyi basından öğrendiklerini açıklamıştır.
Akıncı’nın Meclisi, Hükümeti ve Halkı dışlayarak yaptığı emrivakilere bir başka örnek ise 1960 Anlaşmaları ile elde ettiğimiz VETO VE AYRI OY ÇOĞUNLUĞU Haklarımızdan kendi aklına göre vazgeçmesidir. Oysa bu haklarımız uluslararası bir anlaşma ve Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası ile tescil ettirdiğimiz, egemen eşitliğimizin ve kurucu eşit statümüzün ifadesi, simgesi ve güvencesidir.
Akıncı’nın uluslararası bir anlaşma ile elde ettiğimiz bu haklarımızdan, Meclisin ve halkın bilgisi ve onayı olmadan kendi aklına göre vazgeçme hak ve yetkisi yoktur.
Yine aynı şekilde Akıncı, müzakere süreci boyunca, iki toplumluluk ve iki kesimlilik ilkesini korumak için savunduğumuz kalıcı derogasyonlardan, global takas ve tazminat yoluyla mülk sorununun sıfırlanması ilkesinden, mülkiyette ilk söz hakkının Kıbrıs Türk Halkında olması ilkesinden de, Cumhuriyet Meclisini dışlayarak, kendi takıntısına ve aklına göre vazgeçmiştir.
Daha da kötüsü, büyük mücadeleler sonucu BM’ye dahi kabul ettirdiğimiz ve bir BM parametresi haline getirdiğimiz “HER TOPLUMUN KENDİ BÖLGESİNDE MÜLKİYETTE VE NÜFUSTA SARİH BİR ÇOĞUNLUĞA SAHİP OLMASI” ilkesini de, tüm Rum-Yunan ve AB üyesi ülkelerin vatandaşlarına sınırsız 4 özgürlük (serbest dolaşma, serbest yerleşme, serbest mülk edinme ve serbest çalışma hakkı) tanıyarak yok etmiştir. Bunu yaparken Lozan’da tesis edilen ve 1960’da Kıbrıs’a da yansıtılan Türk-Yunan dengesinin korunması için Türk vatandaşlarına da 4 özgürlüğün tanınması şartını savunmadığı gibi, (Rum talebi olan 4 Ruma 1 Türk şeklindeki demografik yapının bozulmaması için) bir Türk’ün vatandaş olmasını, 4 Yunanın vatandaş olması şartına bağlamayı kabul etmiştir.
Akıncı bu ırkçı ve hegemonyacı Rum talebini de Meclise, Hükümete ve Halka sormadan kabul etmiştir.
Bu örnekleri daha da uzatmak olasıdır...
Özetle Akıncı Cumhuriyet Meclisi’ni, Hükümeti ve halkı dışlayarak kendi aklına göre verdiği aklın alamayacağı korkunç tavizlerle KKTC’yi ve halkımızı uçurumun kenarına getirmiştir. Kıbrıs’ın Türksüzleşmesinin, kısa sürede bir Yunan adası olmasının ve Türk etki sahasından çıkmasının yolunu açmıştır.
Denktaş Dahi Dayatma Yapmadı
Oysa anımsanacağı gibi milli mücadele liderlerimiz olmasına, müzakereleri 35 yıl sürdüren en deneyimli ve halkın-Türkiye’nin en çok güvendiği lider olmasına ve KKTC’nin kurucusu olmasına karşın, Rahmetli liderimiz Denktaş dahi, Akıncı’nın yaptığı sorumsuzluğu yapmamıştır.. Önemli kritik konular gündeme geldiği zaman konuyu Meclise ve Hükümete götürmüş ve yetki talep etmiştir.
Dolayısıyla Sn. Çavuşoğlu’nun Akıncı’ya yönelik olarak söylediği “Akıncı ille de federasyon ısrarında kişisel tavrını ortaya koyuyor, oysa orda hükümet, Halk ve Meclis var” sözleri bir gerçeğin ifadesidir, demokratik parlamenter sistemin en temel ilkesidir, KKTC Anayasasının anımsatılmasıdır..
Makamı ve sıfatı ne olursa olsun, kimse Cumhuriyet Meclisinin, demokrasinin, demokratik parlamenter sistemin ve KKTC Anayasasının üstünde değildir.. Aksini iddia etmek diktatörlüğe özenmektir, kendini, halkın ve ülkenin geleceği konusunda tek yetkili kişi görmektir..
Bu asla kabul edilemeyeceği gibi, bu zihniyetle emrivakiler yapmak, Meclisi dışlayarak yetkisiz şekilde tavizler vermeye kalkmak da Anayasal bir suç teşkil etmektedir ve sonu da Yüce Divanda yargılanmaktır.
***
Çavuşoğlu’nun konuşmasında vurguladığı diğer hususlar şöyleydi:
“.... Eğer görüşmeler başlayacaksa, Rum tarafı hangi çözümü görüşmek istediğini ortaya koymalıdır ve iki taraf görüşülecek çözüm formülü konusunda önceden mutabık kalmalıdır.. Başarısız olacak bir görüşmeye yeniden gerek yoktur. Rum tarafı federasyon mu, iki devletli çözüm mü, konfederasyon mu yoksa başka birşey mi istiyor, bunu netleştirmesi gerekmektedir “
Gereksiz Zaman Kaybı
Sn. Çavuşoğlu’nun bu yaklaşımına pek katılmadığımı ve bunun gereksiz zaman kaybı olduğunu ifade etmek durumundayım. Çünkü Rum tarafı ne istediğini bugüne dek defalarca kanıtlamıştır
Buna göre Rum tarafı ya ENOSİS ‘e kapı açacak ÜNİTER BİR DEVLET, ya da kendilerinin hakim olacağı, istedikleri kararları çoğunluk oylarıyla alacakları adı federasyon, içeriği ÜNİTER birleşik Kıbrıs istemektedir.
Her iki formüllerinde de Kıbrıs Türk Halkı için öngördükleri statü, “ korunmuş etkisiz azınlık statüsü ile muhtariyet, yani Rum devleti içinde özerk yönetimdir”.. Yani Irak devleti içindeki “Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi “ gibi bir yapılanma öngörmektedirler.. Bunun adına da federasyon veya merkezi yanı zayıf federasyon demektedirler... Rumların, Türk Halkının da sınırlı sayıda olsa bile söz sahibi olacağı bir çözüm istemedikleri en son hem Annan Planı referandumunda, hem de İsviçre ‘de yapılan müzakerelerde net bir şekilde ortaya çıkmıştır
Hal böyleyken hala “Rumlar nasıl bir çözüm istediğini netleştirsin “ demek, boşuna zaman ve enerji kaybıdır..
Tam aksi, asıl biz ne istediğimizi netleştirmek durumundayız..
Rumların egemen eşitlik ve Garantörlüğün devamı temelinde eşit kurucu ortaklığa dayalı ve eşit söz hakkına sahip olacağımız bir çözüme karşı oldukları çok net olarak bilindiğine göre bizde kafalar hala niye karışık? Niye Türkiye Annan Planı ve çöken İsviçre süreci sonrası elini masaya vurup “bundan sonra KKTC’nin tanınması yoluna çıkıyoruz. Ve ancak tanınma olduktan sonra iki eşit egemen devlet temelinde ve iki devletli bir çözüm için görüşme masasına otururuz” demedi?
Niye hala en kararlı bir şekilde bunu demiyor?
Türkiye bunu kararlı bir şekilde dünyaya ilan etmediği içindir ki, BM, Rum tarafı, AB, içimizdeki işbirlikçiler ve onların başını çeken teslimiyetçi Akıncı hala görüşmelerden ve federasyondan söz etmektedirler..
Türkiye bunu yüksek sesle söylemediği içindir ki, biz kendi içimizde federasyoncular ve iki devletli çözüm yanlısı KKTC ‘ciler olarak bölünüp, kutuplaşıp çatışıyoruz...
O nedenle Anavatanımız ve garantörümüz olarak Türkiye artık ne istediğine karar vermeli ve bunu yüksek sesle söylemelidir..
Kıbrıs Türk halkının ezici çoğunluğunun isteği KKTC’nin tanınmasının sağlanması ve sonsuza dek yaşayacak bağımsız-egemen bir devlet olarak Dünya devletler ailesi içinde yerini almasıdır..
Bunun olmaması halinde ise bir zamanlar rahmetli Bülent Ecevit’in de önerdiği gibi, KKTC’nin Türkiye ile özerklik anlaşması yaparak, Dışişlerinde ve savunmada Türkiye’ye bağlı, içişlerinde özerk devlet statüsünün kurulmasıdır...
Dolayısı ile Sn Çavuşoğlu Rum tarafına “ne istediğinizi netleştirin”çağrısı yapmak yerine, Türkiye olarak, değişen stratejik dengeleri, Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan doğal kaynakları, Türkiye’nin güvenlik ihtiyaçlarını, Yunanistan, Rum, Mısır, İsrail ittifakını da göz önünde tutarak bizim ne istediğimizi netleştirmek için gerekli çalışmaları artık başlatmalıdır
Akıncı'nın Haberi Vardı
-Sn Çavuşoğlu konuşmasında, “Rum liderlerle yapılan görüşmeler için önceden Akıncı ile mutabakata varılmıştır. Üstelik yaptığımız müzakere değildir “ de demiştir
Bu sözleri doğrudan Akıncı’ya bir yanıttır.
Çünkü Akıncı, Çavuşoğlu’nun Anastasiadis ile görüşmesine tepki göstermiş ve yandaşlarına attırdığı manşetlerle yazılan yazılarda “Türkiye’nin kendisini dışladığından, Rum liderlerle direk görüştüğünden oysa öznenin kendileri olduğundan ve yapacakları bir anlaşmaya garantör dahi olsalar ilgili ülkelerin saygı göstermesi gerektiğinden “söz etmiştir. Sn. Cavuşoğlu bu konudaki açıklaması ile görüşmelerin Akıncı’nın bilgisi çerçevesinde olduğunu ve Akıncı ile yandaşlarının iddialarının art niyetli olduğunu, gerçeği yansıtmadığını ortaya koymuştur... Böylece Akıncının, ucuz kahramanlığa soyunduğu, mağdur edebiyatı yaptığı ve bu yolla oy devşirmeye çalıştığı netleşmiştir..
Nitekim Akıncı’nın “Türkiye’ye direnen lider, direndiği için dışlamak isteyen ama buna fırsat vermeyen lider” algısı yaratarak önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yeniden aday olmaya karar verdiği herkes tarafından artık bilinen bir gerçektir.
Esasen izlediği tek yanlı tavize dayalı teslimiyetçi siyaseti ve federasyon politikası iflas ettiği için kullanabileceği başka ucuz malzeme de kalmamıştır. Ne ki Türkiye ile çatışan lider algısının oy getirmediği bir gerçekliktir. Halkın yüzde doksanının Türkiye ile zıtlaşma ve çatışma değil, işbirliği ve uyumlu çalışma istediği, çünkü Türkiye’yi Anavatan bildiği ve gönülden bağlı olduğu, Türkiyesiz bağımsız ve egemen bir devlet olarak varolmamızın çok zor olduğunu düşündüğü bir gerçektir. Akıncı da Halktan yiyeceği büyük seçim tokatı ile eninde sonunda bunu anlamak zorunda kalacaktır