Mustafa Kemal’in Anadolu topraklarında Milli Mücadeleyi başlatmasından sadece dört gün evvel, 15 Mayıs 1919 tarihinde, özellikle İngiltere’nin inanılmaz desteği ve itelemesi sonrasında ve ne acıdır ki “ölüm Anadolu’ya yol alırken önünde İngiliz bayrağıyla”[1] ve özellikle de aynı dönemde İtalya’yı da saf dışı bırakmanın düşüncesizce hesapları içerisinde emperyal güçler arasında imzalanan bir oldubitti anlaşmayla Anadolu’nun batısını işgal eden ve İzmir’e asker çıkartan Yunanistan daha ilk dakikadan itibaren bölgede yaşayan Türk insanı için korkulu rüya olmaya başlar. Öte yandan Mondros Mütarekesi’nin 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanmasının ardından Osmanlı devletinin karşı koyacak fizikî gücünün kalmadığı ve askerî güç olarak da tehlike oluşturmayacağından hareketle Patrikhane de harekete geçer ve Fener Rum Patrikhanesi’nde bulunan özellikle Yunanistan taraftarı olanların kışkırtma ve planları sonrasında Mondros şartlarına uygun yeni bir hiyerarşik düzenlemenin içine gidilmesine karar verilir. Bu noktada doğal olarak nispeten daha itidalli, uysal, aklıselim ve ağırbaşlı davranması beklenen Rum din adamları da yangına körükle giden bir görüntü sergilerler.[2] Patrikhanenin özellikle Rumlar ve Yunanistan lehine farklı mücadelelerin içerisine girmesi Anadolu insanında hayal kırıklığı yaratırken Kastamonu’da “... Fakat onlar (Venizeleos, Lloyd George) Anadolu toprağının altındaki bin senelik çürümüş bir saltanatı diriltmeye çalışırlarken o toprağın üstünde bin senelik dipdiri bir milleti unuttular...”[3] diyen İsmail Habip Sevük gibi aydınlar da tepkilerini dile getirir.[4]
Millî mücadele dönemi, Türk tarihi açısından en önemli dönüm noktalarından birini teşkil etmektedir. Ulusal bir kurtuluş mücadelesinin örgütlenmesi, başarıya ulaşması ve devamında yeni bir sosyal yapının tesisini başarmış olması dolayısıyla, Türk millî mücadelesi, sosyal hareketler sosyolojisi bağlamında incelendiğinde oldukça farklı nitelikler ortaya çıkarmıştır. Türk millî mücadelesinde en temelde, amaçları vatanı salahiyete ulaştırmak olan karizmatik kahramanların ortaya çıkması ve onların milleti bir araya getirebilme konusundaki arzu ve kararlılıkları dikkat çekmiştir.
Sosyal hareketler, yaşanan toplumsal değişimlere bağlı olarak modern zamanlardan itibaren her dönemde söz konusudur. Sosyal hareketler, yerleşik düzenin içerisinde bu düzen için duyulan memnuniyetsizlikler veya mevcut düzeni korumak bağlamında, ortak hedeflere ulaşmayı amaçlayan insan toplulukları tarafından ya da ulusal kurtuluş mücadeleleri gibi sömürgeci anlayıştaki yapıya karşı yürütülmektedir. Bu hareketler bazen siyasal perspektifte bürokratik örgütlenme modeli ile ortaya çıkarken bazen de yasal olmayan bir amaçla örgütlenen yapıları anlatmak için kullanılmaktadır. Toplumsal hareket en temel anlamda, “yerleşik alanın dışındaki toplu eylemler yoluyla, ortak bir çıkarı korumak ya da ortak bir hedefe erişmeyi sağlayabilmek için girişilen toplu bir çaba”[5] olarak tanımlanmaktadır. “Birbirleriyle hâkimiyet ilişkileri ve çatışma düzleminde karşı karşıya gelen, aynı kültürel yönelime sahip ve bu kültürün ürettiği aktivitelerin toplumsal kontrolü için mücadele eden aktörler hareketi”[6] olarak kabul edilen toplumsal hareketler, benzer biçimde “toplumda yeni bir hayat tarzını, yeni bir modeli oluşturmak için eylemde bulunan kolektif davranış biçimi”[7] olarak tanımlanmıştır. Bu anlamda, sosyal hareket, ortak bir amacı gerçekleştirmek maksadı ile kurulan, içerisinde çatışma ve reformist bakış açılarını da barındıran, belli bir kültürel sistemde yeni bir yapının oluşturulmasına çabalayan kolektif insan davranışlarıdır. Bu anlamıyla, askerî bakımdan oldukça geniş bir mücadele tarzını ortaya çıkaran Türk Milli Mücadelesini özellikle neşet etmeye ve organize olmaya başladığı ilk dönemlerde bir sosyal hareket olarak ele almak mümkündür.
Çanakkale Muharebeleri ve Geride Bıraktıkları
Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla beraber Fransa’nın üç ay içerisinde bir milyonu aşkın zayiat vermesi üzerine Başbakan Asquith, Başyargıç Lord Haldane, Harbiye Nazırı Lord Kitchener, Maliye Nazırı Lloyd George, Hariciye Nazırı Sir Edward Grey, Hindistan Devlet Sekreteri Lord Grevw, Genelkurmay Başkanı Sir James Murray[8] ve Deniz Nazırı Winston Churchill’den oluşan İngiliz Savaş Konseyi’ne bir rapor gönderen Savaş Konseyi Sekreteri Yarbay Handay, Türkiye ve Balkanlar üzerinden yapılacak bir çevirme hareketinin Fransa cephesini kurtarabileceğini belirtir.[9] Alman deniz gücüne karşı koyamayacak kadar eski olduğu düşünülen savaş gemilerinin Çanakkale’de Türk bataryalarıyla rahatça baş edebileceği fikri hâkim olur.[10] Bu şekilde Çanakkale’den geçen müttefik birlikleri İstanbul’un düşmesini müteakip Rusya’ya mühimmat ve askeri personel takviyesi gönderecekler, tahıl yüklü Rus gemilerinin de Boğazlardan geçerek müttefiklerine gıda yardımında bulunmasına devam edilecektir. Birinci Dünya Savaşı’nın yoğun olarak yaşandığı günlerde istihbarat açısından teknolojinin bütün imkânlarından istifade eden ve Alman konsolosunun İstanbul’dan gönderdiği bütün şifreli mesajlara kadar dinleyip önceden tedbir alan İngiliz istihbaratı bu konudaki en büyük hatasını Çanakkale’de yapar[11]. Goeben zırhlısının teslim edilmesi ve Almanlardan ayrılarak İngiltere’nin yanında savaşta yer alınması için İstanbul’daki İngiliz tüccarlar aracılığıyla ve Griffin Eady isimli bir İngiliz mühendis kanalıyla Talat Paşa’yla irtibata geçen İngiltere 40A numaralı İngiliz istihbarat biriminin Türklerin cephanesinin yetersiz olduğu konusunda getirdiği yanlış istihbarat üzerine görüşmeler kesilir ve kolay lokma olarak görülen Türklere karşı savaşa girişilir[12]. Çanakkale’de 13 Ağustos 1914’de 3 İngiliz kruvazörü ile başlayan yığınak 19 Şubat 1915’de 13 muharebe gemisi,1 muharebe kruvazörü, 4 hafif kruvazör, 1 muhrip depo gemisi, 6 deniz uçağı taşıyabilen 1 uçak gemisi, 16 muhrip, 5 denizaltı ve mayın arama-tarama için 21 balıkçı gemisine ilaveten[13] Fransa’nın 4 muharebe gemisi, 6 muhrip, 1 uçak gemisi, 2 denizaltı, 14 mayın arama-tarama gemisiyle iyice genişler[14] ve İngiliz ve Fransız gemilerinin Kumkale ve Seddülbahir tabyalarını dövmeye başlaması ve 3 Kasım 1914 tarihinde 5 Türk subayı ve 80 Türk askerinin ölümüne yol açan ve 2 İngiliz ve 2 Fransız harp gemisinin fiilen iştirak ettiği[15] ilk deniz taarruzuyla fiilen ateşlenir[16]. Çanakkale’ye yapılacak çıkarma harekâtıyla ilgili lojistik destek Mısır’ın İskenderiye ve Port-Said limanlarında tamamlanırken 26 Mart 1915 tarihinde Port-Said’e gelen Sir Ian Hamilton, Sir John Maxwell’le görüşmek üzere önce Kahire’ye, ertesi gün de İskenderiye’de El Caied Gohar Caddesi, No.18’de bulunan harekât merkezine geçer.[17] Özellikle Gibraltar, Malta ve İskenderiye’de bulunan deniz üslerinden çıkan İngiltere’nin Akdeniz Filosu Malta’da toplanır ve harekât için beklemeye koyulurlar[18]. Fransız ve İngiliz Donanmaları’nın Boğazı geçmek düşüncesiyle başlattıkları harekât ve özellikle 18 Mart 1915 günü yaptıkları taarruz üzerine 5. Ordu Komutanlığı 25 Mart 1915 tarihinde Gelibolu’da kurulur ve Alman Mareşal Liman Fon Sanders bu ordunun komutanı olur[19] ve yeni kurulan bu birliğin görev alanı yeniden belirlenir. Burada savaş 8/9 Ocak 1916 tarihinde İngilizlerin bölgeden çekilmesiyle de son bulur.[20] 25 Kasım 1914’de yapılan Savaş Konseyi toplantısında söz alan Winston Churchill yapılacak harekâtı şöyle anlatır:[21]
“Türk Boğazları’nı kastediyorum. Güçlü donanmamızın desteğindeki bu ordu ile bir vuruşta Çanakkale Boğazı ele geçirilebilir. İstanbul’a dayanacak donanma ile başta Sultan’ın sarayı olmak üzere tüm başkent yerle bir edilebilir. Bu harekatın başarılması halinde elde edilecek faydalar o denli büyüktür ki, her türlü riski göze almağa değer. Avrupa’nın ortasında sıkıþmış Alman ve Avusturyalıları Balkanlar’dan da kuşatarak onu nefes alamaz hale getirebiliriz. İnanınız bana Türklerin gırtlağı bu Boğazlardır. Onu demir bir elle şöyle bir sıkmak yeter. O büyük gibi görünen köhnemiş imparatorluk cansız kollarımıza yıkılır…”
Winston Churchill, Çanakkale’ye yapılacak harekat öncesi kendinden bu kadar emindir, ancak özellikle İngilizlerin “Tommy Atkinsleri” “Mehmetçikler’in”[22] savaşın en yoğun olduğu günlerde ölümüne kahramanlıklar gösterdiğini, Teğmen Abdürrahim’in 1 takım askerle düşman alayına karşı koyduğunu, tüfek mekanizmasının çalışmaması üzerine düşmana taşla saldıran Mehmet Çavuş’u[23], 24’lük top vincinin çalışmaması üzerine 215 kiloluk top mermilerini sırtında taşıyan Edremitli Seyyit[24] gibi kahramanların yiğitliklerini duydukça ”Biz ne kadar ölümden kaçıyorsak, onlar da ölüme o kadar koşuyorlardı.” diyerek Türk askerinin cesaretini övecektir. Anzak askeri Thos. A. Kelly’nin Mustafa Kemal’e yazdığı mektupta; “...Sohbetimizde John Türk’ün ismi hiç eksik olmaz. Hatıramızda kendisi şeref mevkiinde yer tutar ve Türk askerinin şerefini haleldar edecek bir tek kelime söylenmez. O, Anzaklar tarafından temiz, cesur ve cömert bir düşman olarak anılır.”[25] dediği gibi aynı övünç dolu ifadeler İngiltere’nin Çanakkale ile ilgili savaş ceridelerinde de yerini bulur.[26] Çanakkale cephesinde harekatın istendiği ve tahmin edildiği gibi bitmemesi üzerine özellikle İngiltere ve Fransa, Türkleri arkadan vurmak için başka bir yol denemeye karar verir ve 25 Nisan 1915 tarihinde kara harekatıyla beraber Ermeni ayaklanması da başlar.[27] Atatürk’ün Türk milletinin makus talihini yendiği[28], çok zor şartlar altında yedi düvele karşı kazandığı[29] bu savaşı Türk askerine kazandıran o cesaret ve ruhu Mustafa Kemal şöyle ifade eder;[30]
“Fakat ne kadar şayanı gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceðini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor, sarsılmak yok. Bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren şayanı hayret ve tebrik misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur.”
Liman Von Sanders’in “...Bizse pek çok insan ve az cephane feda ediyoruz. Feda edebildiğimiz cephaneyse, düşmanınki gibi donanma ve obüs cephanesi değildir.”[31] diye ifade ettiği Mehmetçik karşısında aşağı yukarı altı ay boyunca Çanakkale’de ummadıkları bir direnişle karşılaşan İtilaf Kuvvetleri, bazen sadece 50 saat ve 10 günlük bir askeri eğitimden geçirip cepheye sürdükleri[32] askerlerinden geride 43.000 ölü, 72.000 yaralı ve 30.000 kayıp olmak üzere toplam 145.000 zayiat verdikten sonra [33] 19 Aralık 1915 gecesi Anafartalar ve Arıburnu cephelerinden, 8-9 Ocak 1916 gecesi de Seddülbahir cephesinden bütün birliklerini geri çeker. 5. Ordu Komutanı Liman Von Sanders’in 9 Ocak 1916 günü saat 08.45’te Alçıtepe’den çektiği telgrafla Başkomutanlık Vekâleti’ne verdiği müjdeli haberle savaş biter;[34]
Tanrıya şükür. Gelibolu Yarımadası düşmandan tamamen temizlendi. Diğer ayrıntılar sonra bildirilecektir.”
19.Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, İngilizlerin Kıbrıs’a en çok Türk savaş esirini getirdikleri Çanakkale’deki kıyı savunması ile ilgili olarak inisiyatif kullanarak harekete geçmiş ve düzenlediği karşı taarruzlarla Limon Van Sanders’in savunma düzenindeki hatasını bir ölçüde düzeltmiş, Osmanlı Devleti üzerindeki “hasta adam” imajını ortadan kaldırarak Türk Ordusu’nun Balkan Harbi’nin acılarıyla ilgili ezikliğini üzerinden atmasına sebep olmuştur.[35] Çanakkale Muharebeleri’ne katılan Türk birliklerinin çoğu defa parça parça kullanılması ve bu yüzden emir komuta ilişkilerinin birbirine karışması nedeniyle Türk tarafının kayıpları konusunda bunların tespit edilip üst komutanlıklara bildirilmesi bir takım aksamalara yol açmıştır. Bu konuda belgelere dayanan en kesin rakam 5.Ordu Komutanlığı’nın son aylara ilişkin olarak Başkomutanlık Vekâleti’ne sunduğu zayiat raporlarından derlenen miktarlardır.[36] 57.084 şehit[37], 100.000 yaralı,10.000 kayıp ve 25.000’i de hastalıktan olmak üzere toplam 190.000 kayıp verilen savaşta Türk subay heyeti taktik ve lojistik alanda büyük bir sınavdan geçmiş, Türk sevk ve idaresi en mükemmel şekilde kendini göstermiştir.[38] Anadolu’nun işgalini önleyen, Boğazların Rusların eline geçmesini engelleyen Türk insanı Çanakkale’de Mustafa Kemal gibi çağın en büyük askeri ve siyasi dehasını ortaya çıkarmış, onun Conkbayırı’nda gösterdiği inisiyatif ve cesaret, Anafartalar’daki yüksek sevk ve idare ve kararlılığı ile “kendine özgü bir pervasızlık ve bir atılganlık şuuru içinde saklanan Türk Ordusu”nun [39] cesareti, azmi ve vatanseverliği tarihin gelişimini değiştirir.
Çanakkale Türküsünün Hikâyesi ve İhsan Ozanoğlu
15 Nisan 1907 Kastamonu doğumlu olan ve ilköğrenimini Nasrullah mektebi, ortaöğrenimini Darülhilafe Medresesi’nde tamamlayan, 21 yaşındayken İstanbul Öğretmen Okulu’nu bitiren İhsan Ozanoğlu (1907–1981) 1928–1938 döneminde çeşitli köylerde öğretmen olarak görev yapar. 1938 yılından itibaren Kastamonu merkeze gelen ve başta edebiyat, müzik ve din bilgisi olmak üzere farklı alanlarda eğitimciliğe devam eden Ozanoğlu bir yandan da kendisini yetiştirmenin yollarını aramağa başlar ve dönemin tanınmış eğitimcileri ve âlimlerinden başta Arapça ve Farsça olmak üzere dersler almış, ayrıca Fethullah Efendi ile Fransızca, Ord. Prof. Dr. Agop Dilaçar’dan Ermenice dersleri almış ve İslami bilimler alanında kendisini yetiştirmeğe gayret göstermiş ve gazeteci, öğretmen, bilim insanı, din âlimi, âşık ve saz sanatçısı unvanlarını hakkıyla kazanmıştır. Ayrıca Serkiz Usta’dan keman, Necmettin Rıfat’tan ud dersleri almış, uzun yıllar tambur çalmış, keman ve mandolin dersleri vermiştir. İhsan Ozanoğlu’nun bu alandaki üstatları ise Neyzen Emin Dede, Karakadıoğlu Rıfat Bey ve Kompozitör Kemal İlerici’dir.
Bugün Kastamonu’da âşıklık geleneğinin son temsilcisi olarak bilinen Ozanoğlu, 1946 yılından itibaren Kastamonu İl Halk Kütüphanesi müdürlüğü görevine getirilmiş ve 15 yıl bu görevi yapmıştır. Şabaniye dergâhının zakirbaşı ve olağanüstü ses güzelliği ile yaşadığı dönemde ünlü bir mevlithan ve âşık olarak bilinen babası Ahmet ve dedesi de kendisi gibi şair olan İhsan Ozanoğlu’nun yetişmesinde ilk akla gelen Erzurumlu Emrah olmaktadır.[40] 1837 Kastamonu’ya gelen ve uzun yıllar Kastamonu’da kalan 19. yüzyılın en büyük saz şairlerinden Emrah, Ilgaz’a bağlı Koçhisar’da yaşamakta olan Kastamonu eşrafından Mehmet Bey’in kızı Adile Hanım’la da burada evlenir. Emrah’ın şiir etkisi daha sonraki dönemde Kemali gibi Kastamonulu şairler ve âşıklar üzerinde kendisini gösterirken, Kemali de oğlu Hasan’ın yetişmesinde etkili olur. Aşık Hasan’ın bu noktada önemi ise İhsan Ozanoğlu’nun yetişmesinde büyük pay sahibi olmasıdır ve bu durum Emrah-Aşık Kemali-Aşık Hasan ve İhsan Ozanoğlu silsilesinde Emrah kolunun usta-çırak bağıyla dört kuşak birbirlerine bağlanması anlamına da gelmektedir. 1975 yılında Konya’da yapılan bir yarışmada en kültürlü halk ozanı ve Aşıklar Babası unvanını da kazanmıştır. Öğretmenin yanında öğrenmenin de bir fazilet olduğuna inanan İhsan Ozanoğlu doğup büyüdüğü şehrin karakteristik özelliklerini ele alan halkbilim çalışmalarına da ağırlık vermiş, yayımlanmayan çalışmaları yanında halk kültürü, halkbilim, İslami bilimler ve şiirlerinden oluşan toplam 115 eserinin[41] yayımlanmasını sağlayarak, ayrıca Doğrusöz, Yenises, Yeni Kastamonu, Hürsöz ve Birlik gazetelerinde yazılar ve şiirler yazarak bu alanda bir rekora da imza atmıştır.
Doğup büyüdüğü toprakların zengin kültüründen etkilenen, sosyal ve kültürel zenginliklerini ortaya çıkartıp daha geniş kitlelerle paylaşmak ve unutulmalarının önüne geçmek düşüncesindeki Ozanoğlu doğaldır ki Milli Mücadele’nin en önemli nirengi noktalarından birisi olan Kastamonu’nun bu mücadeledeki yeri ve genç Türkiye Cumhuriyeti devletinin kazanımlarından da büyük ölçüde etkilenmiş ve bunları şiirlerine yansıtmıştır. Bu noktada İhsan Ozanoğlu’nun şiirlerinde ön plana çıkarttığı en büyük şahsiyet ise Mustafa Kemal Atatürk olur.[42] İhsan Ozanoğlu’nun şiirlerine yansıyan bir başka önemli tarih ise Anadolu topraklarının Yunan işgal güçlerinden kurtarılması için girişilen ve 26 Ağustos günü başlayıp Yunan askerlerinin ülkeyi terk ettikleri 9 Eylül 1922 gününe kadar geçen süreçle ilgili olarak Büyük Taarruz olur ve onun şiirlerine 30 Ağustos olarak yansır.[43]
Büyük Taarruz’u neredeyse an be an yaşayan ve yaşatan, okuyucuları adeta alıp Kocatepe’ye götüren bu dizeler daha 12 yaşında yaşadığı ülkesi işgale uğramış küçük bir çocuğun hafızasına kazınanların acı, ölüm, hürriyetten mahrum kalma, yabancı boyunduruğu altında yaşama korkusu ve esaret kavramlarının olumsuzluklarıyla yüksek tarih bilgisi, altyapı ve tecrübenin ilhamla bütünleşmesi sonrasında Ozanoğlu’nun dizeleri olarak ortaya çıkar. Şair bir yandan Anadolu insanının mahrumiyet içerisinde verdiği mücadeleye değinirken bir yandan da bu topraklar üzerinde hak iddia edenlerin yanılgılarına değinir ve Mustafa Kemal Atatürk’ün savaşlar yorgunu, aç biilaç Anadolu insanını nasıl gayrete getirdiğini “Ata’nın buyruğuyla her Türk bir ateş oldu, şaha kalktı ulus da güç bir küheylan gibi” mısralarıyla betimler. İhsan Ozanoğlu aynı şekilde 29 Ekim 1923 günü ilan edilen Cumhuriyet ve 29 Ekim için yazdığı şiirinde de aynı duygulara yer verir.[44] Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışını ve ardından Mondros ve Sevr ile parçalanarak darmadağın edilen Anadolu coğrafyasında kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşunu gören İhsan Ozanoğlu ülkenin ve ülke insanının hangi mahrumiyetlerden, hangi esaret, acı ve zulümden sonra neler kazandığını yakından takip eden aydın bir kişi olarak hem cumhuriyet kazanımlarının hem de Mustafa Kemal Atatürk’ün ülke için ne kadar önemli ve vazgeçilmez değerler olduğunu da dizelerine yansıtır ve 29 Ekim’i “ulu bir gün” olarak nitelendirirken Mustafa Kemal için de “Kurtardın sen bizi yok olmaktan”[45] der.
Şiirlerinde her zaman Türk insanının güzel hasletlerini ön plana çıkartmağa gayret gösteren İhsan Ozanoğlu ülkenin savaş döneminde var olma-yok olma mücadelesi verdiği süreç ve sonrasında da cesareti, özgüven duygusu, yardımlaşması, vatan sevgisi ve vatan aşkı ile kederde ve tasada bir olma-birlik olma erdemlerini ön plana çıkartır ve Türk milletini temsilen Türk ordusunu farklı bir yere koymayı da ihmal etmez. İhsan Ozanoğlu için mısralara dökülmesi ve unutulmaması gereken önemli bir gün ise Ozanoğlu’nun “Nuh’un tufanıdır 19 Mayıs” dediği ve Mustafa Kemal Atatürk’ün 18 arkadaşıyla birlikte Milli Mücadele’yi başlatmak üzere Samsun’a çıktığı tarih olan 19 Mayıs 1919 olur.[46] Mustafa Kemal Atatürk’le bir araya gelmemiş, onunla tanışma imkânı bulamamış, beraber çalışmamış bir kimse olmakla beraber İhsan Ozanoğlu gerek yazılarına yansıyan duygularında gerekse sosyal hayatta Atatürk prensiplerinin ve ideallerinin çağdaş bir temsilcisi olur. Bu tutum ve davranışıyla kendisinden sadece bir yıl önce Kosova’nın Osmancık nahiyesinde doğmuş olan Türk bilim dünyasının ve özellikle de Türk tarihçiliğinin en önemli şahsiyetlerinden birisi olan Ordinaryüs Profesör Doktor Enver Ziya Karal’la fikir boyutunda çok büyük benzerlikler ve paralellikler taşır.”…Bizim Atatürk’e karşı millet olarak, bir Türk olarak bir vefa borcumuz var, minnet borcumuz var. Bu vatanı o kurtardı, bu ulusu o kurtardı ve günün gençleri olarak bize emanet etti. O yüzden Atatürk’ü anlatmak, Atatürk’ü öğretmek, Türk tarihini öğretmek için köyden bile çağırsalar, küçücük bir kahveyi bile açsalar gider orada Atatürk’ü anlatırım. Bu bizim borcumuzdur.” [47] diyen Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal gibi o da Anadolu ihtilalini ve Milli Mücadele’yi anlamak ve anlatabilmek için büyük gayret gösterir. Bu durum biraz da her iki dönemi görmüş, mukayese yapabilme imkânına sahip herkes için geçerli bir durumdur. İhsan Ozanoğlu tarafından şiir dizelerine yansıtılan bir başka gün ise Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılış günü olan 23 Nisan’dır.[48] Vatan sevgisini, kahramanlıkları, Türk insanının cesaretini, zor günde birleşip kaynaşmasını ve Mustafa Kemal Atatürk’ün askeri dehasını ve devlet adamlığını hep ön plana çıkartmak ve genç nesillere aktarmak düşüncesindeki İhsan Ozanoğlu bu bağlamda “ Atama Dua”, “Zafer Nağmeleri”, “Sakarya”, “İnönü”, “Dumlupınar”, “29 Ağustos”, Montrö Zaferi” gibi şiirlere de imza atar. Ozanoğlu tarafından kalem alınan bir başka şiir ise “29 Teşrin” başlığını taşımaktadır.[49]
İhsan Ozanoğlu’nun vatan şiirlerinde kahramanlıkları betimleyen, genç Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş aşamasında ve Milli Mücadele evresinde birer mihenk taşı olan 23 Nisan, 29 Ekim, 30 Ağustos, 19 Mayıs gibi günler; ayrıca Türk askeri ve Mustafa Kemal Atatürk dizelerde çok farklı tasvirler ve yorumlarla yer bulur. Örneğin İhsan Ozanoğlu için Cumhuriyet “Başımıza zaferle taç yapılan hürriyet, ulu bir gün, gurur ve sevinçle dolu bir gün, Türk milletinin erginleştiği gün, Türk ulusunun erkinleştiği, Türk devriminin enginleştiği gün, Türk’ün ebediyetinin tanındığı gün, yücelerin yücesi ve özü, kutsal cumhuriyet, büyük devrimin erginleştiği gün, sevinç ve kıvancımızın sonsuz olduğu gün, Türk milletinin en şerefli ve en büyük günü, Türk’ün göğe değen başından güneşin tutulduğu gün, Türk’ün kalkınma günü, acunun Türk’e mahkûm olduğu gün, Türk’ün ezeli amacı” ifadelerinde kendini bulurken Türk insanı ise “şaha kalkan güç bir küheylan, ateş topu, kükreyen volkanlara eş, cephelere dökülen sonsuz bir tufan, bir yıldırım kaynağı, kudurmuş volkandan farksız, çelikten bir duvar, her biri bir aslan, koca Türk, tarihi şanla şerefle dolu Türk, bin beladan arta kalan koca Türk, cihanın şahit olduğu yaman Türk, acunun temeli, güçlü Türk ordusu, her ulusun üstünde yanan güneş, ulu Türk ordusu, namusu için, zafer için, hür yaşamak için şehit düşen Türk evladı, yüce Türk milleti, beş bin yıllık tarihe sığmayan Türk ulusu, alev gibi kükreyen Türk insanı, dağlar gibi yürüyen, yıldırımlar yaratan, seylâplar aşan” gibi betimlemelerle ifade edilir.
Mustafa Kemal Atatürk ise Ozanoğlu’nun şiirlerinde çok özel bir yere sahiptir ve şair onu “Türk yurdunu kurtaran ulu Ata, başımızdaki aslan, bütün bir acuna doğmuş bir güneş, yoktan var çıkarmakta eşsiz olanlara eş, yere göğe sığdıramadığımız ve yüreğimizde sakladığımız, hasretiyle bizleri içimizden yakan mavi gözlü, tunç yüzlü kahraman, güneş kadar nurlu ve inanlı bir kahraman, başkomutan, cumhuriyet başkanı” gibi ifadelerle dizelerine yansıtır. Ozanoğlu’nun Atatürk Destanı isimli eseri ise Balkan Savaşları’ndan Trablusgarp’a, Birinci Dünya Savaşı’na kadar olan süreçte ve “bizim olmayan topraklarda” Anadolu insanının nasıl perişan olduğunun, bu memleket evlatlarının boşu boşuna nasıl heba edildiğinin ve Milli Mücadele ile kendi ülkesini, kendi vatanını savunmaktan ve özgür yaşamaktan başka bir düşüncesi olmayan Türk insanının nasıl bütün dünyaya ve işgalci güçlere kafa tuttuğunun ve direndiğinin hikâyesidir esasında.[50]
Ozanoğlu tarafından kaleme alınan eserlerden birisi ise 5 perde ve 1 tablo olduğu belirtilen “Milli Piyes” Efe Destanı isimli oyundur.[51] İhsan Ozanoğlu piyesin öncesinde oyunla ilgili bilgi vermeyi ve bu topraklarda geriye kalanlar hür yaşayabilsinler diye hayatlarını seve seve verenleri saygıyla yâd etmeyi de ihmal etmez;[52]
“Kahraman ve asil milletimizin İstiklal Harbi’nde gösterdiği emsalsiz feragat ve hamaseti tebarüz ettirmek maksadıyla hazırlanan bu küçük piyes sadece muhayyile mahsulü olmayıp tarihi vesikalarla ispatı her zaman mümkün olabilen hadiselerin halk görüşü ve halk diliyle tespit ve işlenmiş bir şekilde ifade edilmesinden ibarettir. Her yerde sahneye konulması imkânı göz önüne tutularak vücuda getirilen bu eserin nasıl hazırlandığını arz edecek olursak mevzuumuzu teşkil eden vakaların tarihi hakikatlerden başka bir şey olmadığında şüphe kalmayacaktır.
İstiklal Harbi’nde milli kuvvetlerin mesaisini sekteye uğratmak maksadıyla sarayın hazırladığı bir takım şakilerin Batı’dan Şimali Anadolu istikametince serpildikleri bir sırada henüz silah altına alınmayan Kastamonu gençlerinden yüzlerce kişi şubeye müracaatla gönüllü yazılmışlar, kendi silahları ve atlarıyla biri Kuvayı Milliyeci Binbaşı Şevket Bey merhumun kumandasında Daday, diğeri Akdelioğlu Salim Ağa kumandasında Araç istikametinde olmak üzere iki koldan harekete geçmişlerdir. O zaman Kastamonu’da Kalem Reisi bulunan Miralay Osman Bey’in hiç bir veçhile talepte bulunmasına lüzum hissettirmeden bu fedakârlığı gösteren zevattan bir kaçının olsun adlarını zikretmeden geçemeyeceğiz.
ÖLENLER
Akdelioğlu Salim Ağa, Eflanlıoğlu Hacı Bey, Boyacı Hafız oğlu Murat Bey, Ali Koç oğlu Ahmet Ağa, Nazlı oğlu Tevfik Ağa, Gazeteci Hüsnü Açıksöz
YAŞAYANLAR
Akdelioğlu Hacı Mehmet Bey, Horoz oğlu Mahir Ağa, Hızır oğlu Abidin Bey, İzbeli oğlu Mehmet Bey, Yarveranlı Hilmi Bey, Kaykanacı oğlu Hüseyin Ağa, Hacı Hidayet Ağa, Komiser Muharrem Hadi Bey
Türk tarihinde Dayıoğlu Vakası diye geçecek olan bu hadise 200 piyade ve 40 süvariden mürekkep Kastamonu gönüllüleri tarafından sağda solda türeyen bir takım çapulcuları tenkilden sonra Safranbolu’da baş gösteren Dayıoğlu avanesinin dahi bertaraf edilmesi ve daha sonra Çerkeş ve havalisinde mevcut şakilerin dahi birer birer tedibi ve bütün bu işleri temizlemeyi müteakip orduya iltihaktan ibarettir. Bu isyanları bastırmak ve orduya iltihak hadisesini Hüsnü Açıksöz merhumdan ve Kastamonu’da İnhisarlar Müdürü Muharrem Hadi’den aldığım notlar üzerine Akdelioğlu Hacı Mehmet Bey, Horoz oğlu Mahir Ağa ve Yarveranlı Hilmi Beylerden ayrı ayrı dinledim ve olduğu gibi yazdım. Teyit ve tevsik için birçok kimselere daha müracaattan başka Açıksöz gazetesi koleksiyonlarını ve Hüsnü Açıksöz’ün ‘İstiklal Harbinde Kastamonu’ kitabını gözden geçirdim. Neticede toplanılan malumat sıralanıp işlenmek, canlı ve hareketli bir hale getirilmek suretiyle bu kitap meydana gelmiş oldu. Tarihi bir hakikati ihtiva etmesi bakımından kendi dimağımın eseri olmaktan ziyade Kastamonu halkının eseri demek olan bu kitap memleket ve millet davası uğrunda hiçbir nüfuz altında kalmadan şahsi arzularıyla canını dahi vermekten asla çekinmeyenlere karşı bir saygı vesilesi olabilirse benim için ne mutlu.”
İhsan Ozanoğlu’nun da belirttiği üzere Milli Mücadele sürecinde Kastamonulu gençlerin hiçbir baskı ve etki altında kalmadan ve tamamen gönüllü olarak mücadeleye atılmalarını konu alan piyes Ozanoğlu’nun halkbilim ve folklor konusundaki engin tecrübelerinin, altyapı ve birikiminin de gözler önüne serilmesine yol açan bir fırsat durumundadır. Örneğin daha perdenin açılması ve oyunun başlamasının ardından Efe aşağıdaki türküyü söylemektedir;[53]
“Eğil dağlar eğil üstünden aşam
Yeni talim çıkmış gidem alışam
Ölmeden bir dahi arzuma kavuşam
Aldılar vatanı elden uyansın âlem
Buna taştan yürek ister dayansın annem
Çalınan davulu düğün mü sandın
Albeyaz bayrağı gelin mi sandın
Askere gideni ölür mü sandın
Aldılar vatanı elden.”
Bu sahneyle ilgili bir not düşen İhsan Ozanoğlu “Efe rolünü alan mahalli sazlardan birini çalabiliyorsa türküyü sazın refakatinde okur. Çalamıyorsa sazı başkası idare eder. Bu türkü yerine mevzuu ile ilgili başka bir türkü okunabilir. Diğer türküler için de aynı vasıfta birer melodi okunup çalmak mümkündür.”[54] der. Aynı durum âşık tarafından Köroğlu türküsü söylenirken de geçerlidir ve Ozanoğlu bu sahneyle ilgili olarak da “Kalkan oyunu ile Köroğlu türküsünü bilen bulunmazsa bunların yerine halay, zeybek ve emsali oyunlardan mümkün mertebe yiğitçe olanlar konulabilir. Çalgıyı sadece âşık çalmayıp mümkün ise sahnedekilerden birkaçı da iştirak edebilir. Saz yerine davul, zurna çalmak mümkündür. Aşığın dediğimiz şekilde giyinmesi şart değildir. Yalnız o devrin giyimine uymak gerekir.” notunu düşer. Daha sonraki sahnelerde de Ozanoğlu güreş havaları yerine Karadeniz oyun havaları, halay veya zeybek oynanabileceğini belirten ve bol bol mahalli oyunlardan istifade eden Ozanoğlu ayrıca “Piyesimiz Kurtuluş Savaşı destanından bir parçadır. Bu savaşa bütün Anadolu iştirak ettiğinden içinde geçen bazı mahalli adların ve kumandan isimlerinin değiştirilmesiyle her halkevinde temsil edilebilir.”[55] der. İlginç olan nokta ise oyunun bir sahnesinde baba en küçük oğluna, annesi ve evdeki misafirlerin yanında “Oğlum, çoktan beri benden saklı hazırlıklar yapıyorsunuz. Hepsini biliyorum, fakat benden çekinmeye aklım ermedi. 76 ay askerlik etmiş bir adamım. Girmedim harp kalmadı, vücudum delik deşik. Böyle bir adamdan sır saklamakta mana yok. Açık konuşmak lazımsa beni dinle. Biliyorsun senden başka iki oğlum daha vardı. Dağ gibi birer delikanlı idi ikisi de. Seferberlik patladı, yolladık birini. Aradan iki yıl geçti, harp bitmedi. Dayanamadım, ben de gideyim dedim. Ah neyleyim? İhtiyar oldum. Ortanca oğluma ‘Git vatan imdadına, git.’ dedim. Meğerki dönmeyesiye yollamışım ikisini de. Helal olsun, vatan, millet yoluna şehit oldular. Bir sen kaldın elimde oğlum, sen de git vatan evladına. Seni de bugünler için besledim oğlum. Düşman elinde yaşamaktansa bin kere iyidir ölmek. Yiğit olana toprağın altı da bir, üstü de. Anlıyorum siz de oğlumla beraber gideceksiniz, dövüşeceksiniz, kaçmayacaksınız. Kim bilir belki de şehit olacaksınız. Zaten er geç ölüm bizim için değil mi? Yılmayın oğullarım, siz şehit olursanız millet yaşayacak. Korkmayın, ben müteessir değilim...”[56] dedikten sonra “Hanginiz biliyorsanız Çanakkale türküsünü çalıverin bana.” diye ekler ve âşık başlar çalmaya;[57]
“Çanakkale içinde sıra söğütler Binbaşı, yüzbaşı asker öğütler
Çanakkale içinde bir dolu desti Analar babalar ümidi kesti
Çanakkale içinde vurdular beni Ölmeden mezara koydular beni
Of gençliğim eyvah Eyvah nişanlım eyvah.”
1942 yılında basılan bu çalışmada İhsan Ozanoğlu tarafından Çanakkale türküsünün âşık vasıtasıyla söyletilmesi; ancak piyeste seslendirilen türkünün daha sonraki yıllarda ortaya çıktığı belirtilen türküden farklı olması ayrı bir tartışma konusudur.
Çanakkale Türküsü ve İhsan Ozanoğlu
Anadolu coğrafyasında halk tarafından benimsenmiş olan halk türküleri ya doğrudan belli bir kişinin eseri olarak ortaya çıkar veya türkü yakıcıları tarafından üretilen ve derhal halka mal olan eserlerdir. Saz şairleri tarafından çalınıp söylenilen ve her zaman halkın içerisinde olduklarından halkın ister istemez öğrenmek zorunda kaldığı veya en azından duyup kulak aşinalığı yaşadığı eserler ise genellikle bir saz eşliğinde söylendiğinden türkülere benzemekte ve halk tarafından çok çabuk kabul görmektedir. Bu bağlamda ortaya çıkan bu eserler ilk zamanlarda şairin dillendirdiği gibi söylenmekle beraber zamanla aslından uzaklaşmakta ve ağızdan ağza geçerken bazen ilk söyleyeni de ortadan kalkmaktadır. Mehmet Özbek ise türkülerin nasıl yayıldıkları konusunda aşk, gurbet, ölüm, seferberlik, tabii afetler, eşkıyalık, oymak kavgaları, memleketin bir tarafının işgale uğraması gibi daha geniş kitleleri ilgilendiren sosyal vakalar yanında aşk, evlilik, özlem, sevda ve şans gibi nedenlerle de türkü yakılabileceğini belirten Özbek “Türküler halkın malı, sevilmiş, beğenilmiş ve ağızdan ağza dolaşan kültür öğeleri olduklarına göre yayılmaları pek tabiidir. Sosyal bir temele, yüklü bir duyguya, kuvvetli bir müziğe dayanan türküler asker ocağında, düğün, dernek, kır eğlencelerinde ve okullarda; halk sanatçıları, öğretmenler, askerler, köçekler ve çalgıcılar aracılığıyla daha geniş çevrelere yayılırlar. Geniş iskân hadiseleri bir yörenin kültürünü başka bir yöreye taşıdığından türkülerin yayılmasına da sebep olur. Bu yüzdendir ki ara sıra Elazığ’da Zeybek havası; Burdur, denizli taraflarında Doğu Anadolu türkülerinin izlerini görürüz. Değişik çevrelerde, değişik duygular içerisinde söylenen duygular bir takım katma söz ve ezgilerle eski havalarını kaybederler. Ezgisi oyun havası olmaya yatkın bir türkü başlangıçta bir yiğitlik türküsü, hatta bir ağıt bile olsa zamanla oyun havası olabiliyor...”[58] der. Çanakkale türküsüyle ilgili olarak akla gelebilecek ihtimallerden birisi de budur ve zamanla söz konusu türkünün farklı mısraları söz dizeleri olarak yakımcılar, türkü okuyucuları, âşıklar ve doğrudan halk tarafından değiştirilmek, kısmen alınmak ve uyarlanmak suretiyle Anadolu coğrafyasının farklı noktalarında, Türk insanının yaşadığı hemen bütün coğrafyalarda kullanılmıştır. Bununla ilgili tipik bir örnek Türk-Yunan savaşıyla ilgili olarak söylenilen aşağıdaki türküdür;[59]
“...
Yunan’ın içinde bir sıra selvi
Kimimiz nişanlı kimimiz evli
Sılada bıraktım saçları telli.“
Falih Rıfkı Atay da Çanakkale muharebeleri ve orada verilen kahramanlık destanının Türk insanı için neler ifade ettiğini açıklarken bölgeye gidip araştırmalar yapan ediplere de çatmadan duramaz; [60]
“Çanakkale için bu kadar şiir yazıldı, hiç biri hatırımızda yok... Belki yazanların bile! Çanakkale harbini yapan neferler sılaya dönerken bir türkü tutturdular. Bu türkü İstanbul sokaklarından tâ Anadolu içlerine kadar yayıldı; ’...Çanakkale içinde vurdular beni, ölmeden mezara koydular beni...’ Güftesi şu basit mısralar olan bu türkünün yanık sesi önünde şairlerimizin yazdığı Çanakkale şiirlerinin sahteliğini hissettik, onlar kağıttan yapılmış çiçeklere benziyordu. Çünkü bu türküde orada harp edenlerin acıları vardı, memleket hasretleri duyuluyordu.”
Anadolu’da “Milli Mücadele’nin Önsözü” olarak adlandırılan ve toplam 57.084 şehit[61] verdiğimiz Çanakkale Cephesi Türk insanının 1821 Yunan İsyanı sonrasında başı dik olarak çıktığı ilk ve tek muharebe olarak Türk tarihinde yerini almıştır. Bu durum Türk insanının hemen 4 yıl sonra başlayacak Milli Mücadele sürecinde kendisine olan gurur ve güven duygusunun yenilenmesine de büyük destek sağlamıştır. Sadece tarihi olaylar bağlamında değil, sosyolojik ve insani boyutta da bilimsel olarak çok iyi irdelenmesi gereken Çanakkale pek çok şiir, yanlış bilinen ve özellikle son dönemde oyun havası haline getirilen Tokat yöresine ait “Hey Onbeşli Onbeşli”[62] gibi türkü ve edebiyat eserine de ilham kaynağı olmuştur.[63] Bu bağlamda TRT repertuarında Kastamonu’ya ait 54 türkü arasında Karcığar makamı[64] türküler arasında gösterilen Çanakkale türküsü belki de üzerinde en çok tartışma yapılan türküler arasındadır;
“Çanakkale içinde aynalı çarşı Ana ben gidiyom düşmana karşı
Çanakkale içinde bir uzun selvi Kimimiz nişanlı kimimiz evli
Çanakkale üstünü duman bürüdü Onüçüncü fırka harbe yürüdü
Çanakkale içinde bir dolu testi Analar babalar mektubu kesti.”
Öte yandan İhsan Ozanoğlu’nun Ankara Radyosu repertuarında 85, Ankara Devlet Konservatuarı’nda ise 135 türkü derlemesi bulunmaktadır ve Çanakkale türküsü de bunlar arasındadır. Musiki Mecmuası’nda[65] İhsan Ozanoğlu’na atfen verilen bilgiye göre İhsan Ozanoğlu “Kastamonu Yarencik köyünden Rüveyde Kadın’dan notaya alınan bu türkü enine boyuna Kastamonu türkülerindendir. Rahmetli (Muzaffer) Sarısözen, Çanakkale Zaferi yıldönümünde günün önemini belirtecek türkü ararken nereye başvurduysa Çanakkale konusu üzerine türkü bulamamış. Telefonla bana müracaat etti. Hemen notalarını yazıp Kastamonu’dan postaladım. Ankara’ya gittiğimde ‘Çanakkale türküsünün hiçbir yerde malum olmadığına göre muhakkak ki Kastamonu’da yapılmış olmak lazımdır. Şimdi de bestekârını tespit etmenizi rica ediyorum.’ dedi. Sarısözen’den ikinci bir vazife aldım ise de türküyü kesin olarak tespit etmek mümkün olmamıştır.” der. Böylece İhsan Ozanoğlu’nun ifadesiyle türkünün kaynak kişisi ve yakımcısı Rüveyde Kadın’dan başkası değildir. Ancak daha sonraki süreçte İhsan Ozanoğlu türküyle ilgili olarak türküyü besteleyen kişinin annesi Hafıza Emine Aşıkoğlu olduğunu belirtir. Musiki Mecmuası ise Etem Ruhi Üngör vasıtasıyla türküyle ilgili olarak “Bizim tespitimize göre bu türkü (veya marş) Kastamonu’ya ait bir halk türküsü (veya marş) değildir ve Destancı Mustafa’ya aittir.”[66] der.[67]
Muzaffer Sarısözen[68] de 1952 yılında yayımladığı “Yurttan Sesler” isimli çalışmasında Çanakkale isimli türküyü derleme ve bestecisini belirtmeden vermeyi tercih eder.[69] Bu durum Muzaffer Sarısözen’in söz konusu derlemeyi çok daha önceki bir tarihte İhsan Ozanoğlu’dan almış olabileceği ihtimalini akla getirmektedir. Muzaffer Sarısözen’le ilgili olarak burada belirtilmesi gereken bir başka önemli husus ise Muzaffer Sarısözen tarafından aynı şekilde Çanakkale isimli bir başka türküyü 4 Temmuz 1939 tarihinde Çorum’un Sungurlu ilçesine bağlı Yalman köyünde Mustafa Kopuk isimli kaynak kişiden derlemiş olmasıdır.[70] Bu noktada sorulması gereken bir başka soru ise Muzaffer Sarısözen tarafından Çorum ve Kastamonu’da yapılan derleme faaliyetleri sırasında Çanakkale isimli birer türkünün ortaya çıkartılmış olmasına rağmen Çanakkale’de yapılan derleme çalışmalarında böyle bir türküye neden rast gelinmediğidir.
Öte yandan İhsan Ozanoğlu’dan alındığı belirtilen türkü daha sonraki süreçte TRT tarafından TRT Müzik Dairesi Nota Yayınları arasında 461 sıra numarasıyla ve 22 Kasım 1973 tarihli inceleme sonrasında “Derleyen Muzaffer Sarısözen, Kaynak Kişi İhsan Ozanoğlu ve Yöresi Kastamonu” olarak kayıtlara geçirilir.[71] Bu noktada en azından bu yanlışlığı düzeltmek bağlamından TRT kayıtlarında bu türküyle ilgili olarak kaynak kişi olarak Rüveyde Kadın ve derleyen olarak da İhsan Ozanoğlu’nun isminin yazılması gerekmektedir. Yurt Ansiklopedisi’nde ise bu türküyle ilgili olarak “Çanakkale içinde Aynalı Çarşı sözleriyle başlayan ezgi Kastamonu ve Tuna üzerindeki Adakale’den derlenmiştir. Türkünün yalnız sözleri yöreyle (Çanakkale) ilgilidir.”[72] denilmektedir. Aynı şekilde Rodop Türklerinden alınan bir seferberlik türküsü de Çanakkale türküsüyle çok büyük benzerlikler göstermektedir;[73]
“İstihkâmın içinde aynalı çarşı Anne ben gidiyorum düşmana karşı
Of gençliğim eyvah Eyvah, yandı ya dünya
İstihkâmın içinde bir uzun selvi Kimimiz nişanlı kimimiz evli
Of gençliğim eyvah Eyvah, yandı ya dünya
İstihkâmın içinde vurdular beni Ölmeden mezara koydular beni
Of gençliğim eyvah Eyvah, yandı ya dünya
İstihkâmdan çıktım yan basa basa Ciğerlerim çürüdü kan kusa kusa
Of gençliğim eyvah Eyvah, yandı ya dünya
İstihkâmdan çıktım başım selamet Selanik’e ermeyince koptu kıyamet
Of gençliğim eyvah Eyvah, yandı ya dünya”
M. Ragıp Kösemihal ise “İşte Çanakkale’de yeniden canlanmış eski bir türkü” diyerek bir başka Çanakkale türküsünü ortaya atar;[74]
“Çanakkale içinde vurdular beni. Nişanlımın çevresile sardılar beni
Of, gençliğim eyvah. Çanakkale içinde aynalı çarşı
Anne ben gidiyorum düşmana karşı Of, gençliğim eyvah
Çanakkale içinde kasap olur mu? Vurulan şehitler hesap olur mu?
Of, gençliğim eyvah Çanakkale bir dolu desti
Analar, babalar umudu kesti Of, gençliğim eyvah.”
Kösemihal bu türküyle ilgili olarak ayrıca “Bu kıtaların son iki üçerlisi Çanakkale Savaşı’nda uydurulmuş mısralar olmakla beraber asıl türkü ondan daha eskidir. İlk kıtadan anlaşıldığı gibi, sevgi macerasında Çanakkale’de öldürülen bir delikanlı ağzından yakılmış bir ağıttır. Bay Vahit Lütfi, bu türkünün gençliğinde (yani Genel Savaş’tan çok önce) söylendiğini ve hatta bizzat söylediği yerleri hatırlayıp anlatıyor. Bir ara unutulduktan sonra Çanakkale Savaşı sıralarında-mevzuu yakınlığına binaen- yeniden hatırlanarak çok moda olmuş, zamana uygun mısraları araya katılmıştır...” diyerek türküyle ilgili yeni bir sayfa açmaktadır. Kösemihal’in bu yaklaşımı çalışmanın ileriki bölümünde verilen Seyfullah Nutku’nun mektubunda belirtilen hususla örtüşmektedir ve bu mektuba göre daha Çanakkale cephesinde harp başlamadan askerlerin ağzında söz konusu bu türkü bulunmaktadır.
Çanakkale türküsünün yurt çapında yaygınlaşması 1970’li yıllardan itibaren başlamasına rağmen Çanakkaleliler tarafından benimsenip sahiplenilmesi 1967 yılında basılan Çanakkale il Yıllığı sonrasında olur. Çanakkale türküsü konusunda bir başka iddia ise söz konusu türkünün Kevser Hanım’a[75] ait olduğu yönündedir ve yazarı tarafından “müzik tarihi içinde yer alması olası bir yanlışlık” olarak nitelendirilmektedir.[76] Şamlı Selim tarafından 1915 – 1916 tarihinde yayımlanan Risale-i Musikiyye içerisinde yer alan “Çanakkale Kahramanlarının Hatırası” başlıklı yaprak notaların on üçüncüsü bu türkünün Kevser Hanım’a ait olduğu yönündeki iddianın en önemli belgesi konumundadır;[77]
“Atar çavuş atar vururlar seni Ölmeden mezara koyarlar seni
Of gençliğim eyvah Çanakkale içini duman bürür
Kırk altıncı fırkanın namı yürür Of gençliğim eyvah
Çanakkale içinde dolu bir testi Analar babalar ümidin kesti
Of gençliğim eyvah Çanakkale içinde sıra selviler
Altında yatıyor aslan şehitler Of gençliğim eyvah
Çanakkale Boğazı dardır geçilmez Kan olmuş suları, bir tas içilmez
Of gençliğim eyvah Çanakkale içinde sarı yılan
Osmanlının tayyaresi durdurur divan Of gençliğim eyvah
Çanakkale sende vurdular beni Nişanlımın mendiline sardılar beni
Of gençliğim eyvah Çanakkale sende yatar bir selvi
Kimimiz nişanlı, kimimiz evli Of gençliğim eyvah
Atar İngiliz atar pişman olursun Kan akıcı fırkaya kurban olursun
Of gençliğim eyvah İstanbul’dan çıktım başım selamet
Çanakkale’ye varmadan koptu kıyamet Of gençliğim eyvah
Çanakkale seni duman bürüdü Ali kemal Bey Bey’in namı yürüdü
Of gençliğim eyvah Tayyare ile uçarız, dağlar aşarız
Bize tayyareci derler, düşmanları yakarız Of gençliğim eyvah.”
Akdoğu bu çalışmasında Ragıp Mahmut Gazimihal’in tezini çürütmeye yönelik bilgiler vermekte ve Kevser Hanım’ın marş olarak bestelediği eserin ezgisinin genişletilmesi sonucu “eserin iç dinamiği bozulmuş” diyerek “ağır akışlı bir ezgi” haline sokulduğunu ileri sürmektedir.[78] 57.084 şehit verilen Çanakkale Muharebeleri sırasında Kastamonulu 2.527 kişi şehit olurken Kastamonu’da en fazla şehit veren yer ise verilen 25 şehitle Güzlük köyü olur. Bununla birlikte “Çanakkale türküsü olarak bilinen, ‘Çanakkale içinde vurdular beni’ diye başlayan türkünün Kastamonu kaynaklı olması şehit sayısının fazlalığının diğer göstergesidir.”[79] yaklaşımının doğruluğu tam manasıyla en azından bilimsel boyutta tartışmaya açıktır.
Çanakkale muharebelerinin devam ettiği dönemde Osmanlı devleti tarafından oluşturulan ve Ahmet Ağaoğlu, Ali Canib, Celal Sahir, İbrahim Çallı, Enis Behiç Koryürek, Hakkı Süha, Hamdullah Suphi, Hıfzı Tevfik, Mehmet Emin, Nazmi Ziya, eski Tan gazetesi muharriri Muhiddin Bey, Orhan Seyfi, Ömer Seyfettin, Bestekâr Yekta Bey, şair İbrahim Alaaddin, Yusuf Razi Bey ve eski Darüleytamlar Müdürü Selahaddin’in bulunduğu bir heyet de olayları yerinde takip etmek ve Anadolu insanını bilgilendirip moral destek sağlamak üzere bölgeye gönderilmiştir.[80] İşte tam da bu dönemde yazılan bir şiir ise Destancı Mustafa olarak bilinen Eyüplü Mustafa Şükrü’ye ait olan ve tek sayfalık yaprak destanlar yazarak halkı aydınlatmağa ve karşılığında 30 kuruş alarak kazanç sağlamağa çalışan destancı tarafından kaleme alınan bir başka şiir ortaya çıkar;[81]
“Çanakkale’sine vardım selamet
Anafartalar’da koptu kıyamet
Anafartalar’da oldu kıyamet
Çanakkale’sinde bir büyük çarşı
İşte ben gidiyorum düşmana karşı
Borular çalıyor ileri arşı
Çanakkale’sinde bir uzun servi
Kimimiz taşralı kimimiz yerli
Askerde rahatla geçirdik devri
Çanakkale’sinde bir yeşil direk
Ölen düşmanlara sevinmek gerek
Harbin dehşetine dayanmaz yürek
Çanakkale’sinde yapılır testi
Düşmanlar çekilip ümidi kesti
Kahraman askerin yorulmaz desti
Çanakkale’sinde sıra serviler
Sanki yağmur gibi iner mermiler
Düşmanın üstüne düşer mermiler
Çanakkale’sinde elektrikler
Kumanda ediyor liva ferikler
Düşman cesediyle doldu tarikler
Çanakkale’sinde bir büyük çınar
Duymasın anam ölürsem yanar
Sağ kalır isem her dâim anar
Çanakkale’sinde sıra söğütler
Zâbitler bir yandan asker öğütler
Vâdesi gelerek ölen yiğitler
Çanakkale’sinde akıyor dere
Hesapsız düşmanlar döküldü yere
Bomba yarasıyla açıldı bere
Çanakkale’sinin çoktur furunu
Osmanlı askeri arslan torunu
Aslâ unutulmaz Arıburunu
Çanakkale’sinde toplar inliyor
Topların sesini herkes dinliyor
Topçular düşmanı görüp mimliyor
Çanakkale’sinde yanar löküsler
Kahraman askerler durmaz göğüsler
Korkarak kaçar hemen öküsler
Çanakkale’sinde kurulur pazar
Arslan askerlere değmesin nazar
Ecel geldi ise kısmetimde yazar“
Çanakkale türküsüyle ilgili olarak tespit edilen farklı bir şekil ise aşağıdaki gibidir;[82]
“Çanakkale köprüsü dardır geçilmez
Al kan olmuş suları, bir tas içilmez
Of gençliğim eyvah
Atar çavuş atarlar vururlar seni
Ölmeden mezara koyarlar seni
Of gençliğim eyvah!
Çanakkale içinde bir sarı yılan
Osmanlının uçağı durdurur cihan
Of gençliğim eyvah!
Atar İngiliz atar pişman olursun
Kan alıcı fırkaya kurban olursun
Of gençliğim eyvah!
Çanakkale seni duman bürüdü
Mustafa Kemal'in namı yürüdü
Of gençliğim eyvah!
Çanakkale içinde bir yeşil direk
Savaşın dehşetine dayanmaz yürek
Of gençliğim eyvah!
Çanakkale içinde sıra selviler
Sanki yağmur gibi iner mermiler
Of gençliğim eyvah!
Çanakkale içinde bir büyük çınar
Anam duymasın, ölürsem yanar
Of gençliğim eyvah!
Çanakkale içinde sıra söğütler
Vadesi gelerek ölen yiğitler
Of gençliğim eyvah!
Çanakkale içinde akıyor dere
Hesapsız düşmanlar döküldü yere
Of gençliğim eyvah!
Çanakkale'nin çoktur furunu
Asla unutulmaz Arı Burunu
Of gençliğim eyvah
Çanakkale içinde yanar löküsler
Kahraman askerler durmaz göğüsler
Of gençliğim eyvah!
Çanakkale içinde kurulur pazar
Aslan askerlere değmesin nazar
Of gençliğim eyvah!
Çanakkale sıra söğütler
Kahramanca öldüler aslan yiğitler
Of gençliğim eyvah
Arı Burnu’ndan çıktık yan basa basa
Hep düşmanlar kaçıyor kan kusa kusa
Of gençliğim eyvah”
Çanakkale türküsünün kime ait olduğu ve tarihlendirilmesi konusundaki bir başka iddia ise Emrullah Nutku’nun Çanakkale Sultanisi birinci sınıf öğrencisi olan 1903 doğumlu kardeşi (Emekli Tabip Albay) Seyfullah tarafından annesine yazılan 29 Eylül 1914 tarihli mektupla ortaya çıkar;[83]
“…Canımıza tak diyen iki yıllık gurbet hayatından artık kurtuluyoruz. Sana ve aileme kavuşacağım için seviniyorum. Mektebimizi alıyorlar, hastane olacakmış, bizi de İstanbul’daki mekteplere dağıtacaklarmış. Hocalarımızın çoğu da askerlik hizmetine gidiyorlar, büyük sınıflar da gönüllü yazılacaklarmış. Bugün Türkçe hocamız sınıfa geldi, ama çok kalmadı, bize veda etti. Bize ’Zamanı gelince cephede yapılacak vatan hizmetinin mektepte yapılan hizmetten kutsî olduğunu’ söyledi. Birkaç günden beri Çanakkale sokaklarından askerler geçiyor, ‚Çanakkale içinde Aynalı Çarşı, Anne ben gidiyorum düşmana karşı.’ şarkısını söylüyorlar. At üstünde zabitler, top arabaları, mekkâre ve deve kervanları sokağımızı doldurdu. Harp olacakmış. İngiliz ve Fransız harp filoları boğazın dışında dolaşıyormuş. Buraları bombardıman edeceklermiş. Bu bombardımanı görmek isterdim, ama yakında Çanakkale’den ayrılacağız. Ama size kavuşacağım ben. Beybabamın, sizin ellerinizi öper, kardeşlerime selam ederim.“
Bu mektuptan anlaşılacağı üzerine daha harp başlamadan çok önce Çanakkale bölgesinde de askeri bir takım gelişmeler söz konusudur ve askerlerin mırıldandıkları türküyle ilgili sözler muharebeler başlamadan önce söylenilmiş sözlerdir. Çanakkale türküsünün bugün özellikle Kosova, Makedonya ve Arnavutluk’ta da söylendiği, bilindiği ve dilden dile dolaştığı herkesin malumudur.[84] Örneğin Makedonya Türkleri tarafından söylenen türküler konusunda yapılan bir çalışmada “Çanakkale Türküsü” ve “Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı” türküleri şu şekilde betimlenmektedir;[85]
“Çanakkale içinde vurdular beni
Kefensiz mezara koydular beni oof gençliğim eyvah
Atma be kâfir Yunan atma aman pişman olursun
Kanımıza dokunmadan aman kurban olursun oof gençliğim eyvah
Çanakkale deresini atlayamadım
Fişek önünde döküldü annem toplayamadım oof gençliğim eyvah
İstikamdan çıktım yan basa basa
İngiliz’in tayyaresi geliyor kan kusa kusa oof gençliğim eyvah
Atma be kâfir Moskof atma pişman olursun
Kamamızı ya takmadan kurban olursun oof gençliğim eyvah
Çanakkale içinde sıra sıra söğütler
Altında yatıyor aslan yiğitler oof gençliğim eyvah
Kesin kellesini aman kanu damlasın
Örtün şapkasını sinekler konmasın oof gençliğim eyvah.”
“Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı Çanakkale içinde aynalı çarşı
Ana ben gidiyorum düşmana karşı Çanakkale içinde sıra sıra serviler
Binbaşılar oturmuş asker ügütler Çanakkale içinde bir kırık testi
Anneler babalar umudu kesti Arı burnu’ndan çıktık yar bana bana
Hep düşmanlar kaçıyor kan kana kana”
Kosova’da bugün KFOR Kosovo Force uluslararası askeri misyonu çerçevesinde görev yapan Türk askerinin de konuşlandığı Prizren dışındaki diğer bölge Dragash bölgesidir ve bu bölge Çanakkale muharebelerine iştirak ederek 460 şehit vermiş Zli Potok, Resteliça, Rapça, Baçka, Vranişta, Globoçiça ve Brod köyünün de bulunduğu Gora bölgesidir.[86] Goralılar Çanakkale türküsünü şu şekilde dillendirmektedirler;[87]
“Çanakkale içinde aynalı çarşı/ U Canakkale, ogledala carsija
Ana ben gidiyom düşmana karşı/ Majko, odoh protiv dusmana
Oy gençliğim eyvah/ Oh, mladosti moja”
Bu türkünün sözlerinde ayrıca “Çanakkale içinde sıra sıra söğütler, söğütler altında yatır baba yiğitler” eklemesi de söz konusudur. Kosova’da Çanakkale cephesinde savaşanlarla ilgili söylenilen bir başka türkü ise bugün Misak-ı Milli sınırları toprakları dışında kalmasına rağmen memleket sevdası çeken Kosovalı Türkler tarafından dile getirilen aşağıdaki gibidir;[88]
“Türklerin gemisi kırmızı delikli İçindeki askerler aslan yürekli
Düşmanların gemisi yeşil direkli İçindeki askerler tavşan yürekli
Kaçma düşman kaçma tutuklanırsın Çanakkale boğazında teslim olursun”
Çanakkale türküsü konusunda son dönemde yaşanılan bir başka gelişme ise Kastamonu İl Genel Meclisi tarafından 28 Mart 2004 tarihinde alınan “Temenni Kararı” ile “Çanakkale’de bulunan şehitliklerde Çanakkale türküsü sözleri altında Çanakkale türküsü yazarı İhsan Ozanoğlu adının yer alması ile ilgili Divan Başkanlığına Meclis üyelerince verilen önerge okunarak görüşmeye açıldı. Yapılan müzakereler neticesinde, “Şehirler toprakları üzerinde yetiştirdikleri insanların emeği ile biçimlenir ve akıp giden zamana, ancak geriye eserler bırakan insanların varlığıyla direnir. Şehirler, bu insanların bekledikleri kadirşinaslığı gelecek her kuşaktan bekleyerek büyürler. Evet, kuşkusuz, şehirlere kimliğini veren kültürel yapılardır. Her şehir gibi Kastamonu da insanlarıyla biçimlenirken, tarihi ve kültürüyle de zaman içindeki saygın yerini almıştır. Günümüzde Kastamonu’nun tarihsel ve kültürel yapısına ilişkin birçok belgeye İhsan Ozanoğlu’nun çalışmaları ve çabaları sonucu ulaşıldığını görüyoruz. Çanakkale türküsünün gerek resmi kayıtlarda tarihsel bir değer/belge olarak, gerekse halkın dilinde ve gönlünde unutulmaz bir ağıt olarak müstesna yerini almasında en büyük pay İhsan Ozanoğlu’nundur. Dolayısıyla kaynak kişi olarak Çanakkale’de bulunan şehitliklerde Çanakkale türküsünün sözleri altında adının yer almaması büyük bir eksikliktir. Basın mensuplarımızın Çanakkale Eceabat Kaymakamı Muhterem İnce’yi ziyaretleri sırasında dile getirdikleri bu konu Kastamonu için de önem arz etmektedir. Kültürel değerlerin gelecek kuşaklara sağlam temeller üzerinde aktarılması gerekmektedir. TRT kayıtlarından ansiklopedilere, üniversite arşivlerinden kütüphanelere kadar her yerde İhsan Ozanoğlu’ndan alındığı belgelenen Çanakkale türküsü, bu gün bütün ülkenin gönül bağında ayrılmaz bir parça olarak durmaktadır. Kastamonu, Çanakkale savaşında en çok şehit veren üç ilden biri olarak tarih sayfalarındaki yerini almıştır. Türküsüyle, şiiriyle, edebiyatıyla, tarihiyle Kastamonu şehrinin saklı kalmış zenginliklerini, tarihe mal olmuş kişiliklerini gün yüzüne çıkarmak, onları her daim diri tutmak ve geleceğe aktarmak boynumuzun borcudur.”[89] denilerek bu destansı türkü için emek veren Ozanoğlu’nun adının Çanakkale’deki şehitliklerde yer alması konusunda Çanakkale Valiliği ve Eceabat kaymakamlığına müracaat edilmesi kararlaştırılır.[90]
Sonuç
Cumhuriyet dönemi Kastamonu’nun yetiştirdiği en önemli ve büyük şahsiyetlerden birisi olan İhsan Ozanoğlu’nu sadece Kastamonu’ya ait, bölgesel çalışmalar ve araştırmalar yapan mahalli bir şair, edebiyatçı ve halkbilimci olarak görmek doğru bir teşhis değildir. Ozanoğlu’nun bugüne bıraktığı bilinen yüzün üzerindeki eseri, ayrıca sözlü tarih bağlamında bugüne aktardıkları, sazının telinden dökülen nağmeler ve dizelerine takılanlar onun aydın kimliğinin evrensel boyutunu da gözler önüne serer. Osmanlı devletinin yıkılma sürecinde doğup büyümüş, Anadolu topraklarının işgal güçlerince parçalanıp bölüşüldüğü dönemi yaşamış, ardından Milli Mücadele ve Cumhuriyet dönemini görme ve yaşama imkânı bulmuş bir aydın olarak İhsan Ozanoğlu dünle bugünü harmanlamasını çok iyi bilen, dünü unutmadan, dün yaşanılanlardan ders çıkarılmadan yarına bakılamayacağını kavramış bir edebiyat insanı olarak yaşadığı çevrenin sosyal ve kültürel değerlerinin unutulmasına engel olabilmek için mücadele etmiş, yazmış, araştırmış, sorgulamış ve Kastamonu’nun her dönem önemli bir yerleşim ve kültür merkezi olmasını bugünlere aktarmıştır. Onun dünle bugünü yaşamak, mukayese etmek, karşılaştırmak ve dersler çıkarmak bağlamındaki gayretleri Arapça ve Farsça öğrenmesinde, ayrıca İslami ilimler ve Ermenice öğrenmesinde kendisini gösterir. İhsan Ozanoğlu konusunda daha önceki dönemlerde yapılmış çalışmalar olmakla birlikte geleceğe ışık tutmak bağlamında son derece faydalı akademik sonuçlar üretecek bu türlü bilimsel faaliyetlerin artarak devam ettirilmesi faydalı olacaktır.
Ezgi ve söz bağlamında yıllar içerisinde Türk insanı tarafından bu kadar benimsenip içselleştirilmesinin doğal sonucu olarak değişikliklere maruz kalan Çanakkale türküsü ise daha önce Kastamonu İl Genel Meclisi tarafından alınan karar doğrultusunda belirtildiği üzere doksan yaşındaki ihtiyardan yirmi yaşındaki delikanlıya kadar birçok kişiye, gözyaşları içinde geçmişi hatırlatan bu kültür değeri türkü olarak elbette hak ettiği yerdedir ve bu türkünün kazanımında emek veren İhsan Ozanoğlu’na sadece Kastamonu halkı değil, gönlünde vatan ve millet sevgisi yatan herkes teşekkür borçludur. Böyle eserler bırakan insanların ruhu, yâd edilmekle şad olacaktır.
[1] Bilge Umar, İzmir’de Yunanlıların Son Günleri, Bilgi Yay., Ankara, Haziran 1974, s. 93.
[2] Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara, 1971, s. 41.
[3] Açıksöz, 29 Haziran 1921.
[4] “…Aradan dört yüz seksen beş sene geçti. Gözlerinden şükran yaşları akıtarak Fatih’in ayağına kapanan o patrikten, dört yüz seksen beş sene sonra diğer bir patrik alenen ve hayasızca neşrettiği bir beyanname ile şimdi bütün Rumları Yunan ordusuna ianeye ve Yunan ordusuna yardıma davet ediyor. Patrik bu fedakârlığı yapmayan Rumları siyah kitaba yazacak ve bütün Elenizmus âlemine teşhir edecekmiş. Dört yüz seksen beş senelik bir zamanın bir ucundaki o patriğe yapılan muamele ile diğer ucundaki bu patriğin bize yaptığı muamele; Şüphesiz ki yalnız biz değil, cihan tarihini bile o kadar yüksek bir ulüvv-i cenabe karşı bu kadar yüksek bir hıyanet görmedi… Biliriz ki karşımızda bizi boğmak için çarpışan kuvvetin yarısından çok fazlası Yunanlı değil Rum’dur. Biliriz ki karşımızdaki orduyu teçhiz eden servetin yarısından çok fazlası, bizim vatandaşlarımızın kesesinden çıkan servettir. O keseleri ki bizim gafil ellerimiz doldurdu. Onlara verdiğimiz her kuruş bize çevrilen bir fişek, onların bizden kazandığı her lira bizim göğsümüzü nişanlayan bir tüfek, onların kasasını dolduran her servet bize ölüm saçan bir tank ve bir zırhlı oldu. Oğlunun şahadetiyle ağlayan şu baba bilse ki onu öldüren kurşun, bakkal Dimitri’den aldığı bir okka pirinçtir. Kocasının şahadetiyle saçını başını yolan şu dul kadın anlasa ki kocasının göğsünü delen, manifaturacı Yorgi’den aldığı fistanlığın bedelidir…” Açıksöz, 2 Ekim 1921.
[5] Anthony Giddens, Sosyoloji, (Yay. Haz. Hüseyin Özel ve Cemal Güzel), Ayraç Yay., Ankara, Nisan 2000, s.540–541
[6] Alain Tourainne, “Toplumdan Toplumsal Harekete”, Yeni Sosyal Hareketler, (Yay. Haz. Kenan Çayır), Kaknüs Yay., İstanbul, Aralık 1999, s.43–44
[7] Ünal Şentürk, “Küresel Yeni Sosyal Hareketler ve Savaş Karşıtlığı”, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 30, No: 1, Sivas, Mayıs 2006, s.33
[8] İbrahim Artuç, 1915 Çanakkale Savaşı, İstanbul, Ocak 1992, s. 12
[9] a. g. e. s. 15
[10] a. g. d. s. 17
[11] Hasan Köni, “ Birinci Dünya Savaşı Öncesi İstihbarat Ve Günümüze Etkileri “, Dördüncü Askeri Tarih Semineri Bildiriler, Ankara, 1989, s. 285
[12] a. g. e. s. 286
[13] Kıbrıs’taki İngiliz Yüksek Komiserliği’nin resmi yayın organı olan The Cyprus Gazette’nin 19 Nisan 1917 tarihli sayısında yayımlanan 490 sayılı hükümet bildirisinde savaş esnasında İngiliz Donanması veya İngiliz Gemicilik Bakanlığı bünyesinde görev yapan bu gemilerin İngiliz vatandaşı personelinin, ayrıca İngiliz uyruğunda bulunan ve isimleri bildirilen bu gemilerde görev yapan kişileri bu hizmetlerinin askerlik hizmetinden sayılacağı, bunlarla beraber ayrıca savaş döneminde İngiltere’nin hizmetine giren Belçika’ya ait 9, Fransa’ya ait Bordeaux, Anjou ve Maine isimli 3 geminin personelinin de Majestelerinin savaş madalyasını alacağı bildirilmektedir. Bunun dışında 1916 yılından itibaren Kuzey Rusya’ya cephane nakleden Rusya’ya ait 31 geminin isimleri bildirilerek bu gemilerin Gemicilik Bakanlığı tarafından işletildiği, bu gemilerden bazılarının daha sonra İngiliz bayrağı çekilerek ve tamamen İngiliz mürettebat tarafından idare edildikleri bildirilmektedir. Bkz. Kıbrıs Türk Milli Arşivi, Basın Koleksiyonu, The Cyprus Gazette, Lefkoşa, 19 Nisan 1917, Karar No. 490
[14] Genelkurmay Başkanlığı, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, V.Cilt, Çanakkale Cephesi Harekâtı I.Kitap, Ankara, 1993, s. 66-67
[15] Genelkurmay Başkanlığı, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, V.Cilt, Çanakkale Cephesi Harekâtı III. Kitap, Ankara, 1980, s.1
[16] a. g. e. s. 1
[17] General C.F. Aspinall - Oglander, Çeviren Tahir Tunay, Çanakkale, Gelibolu Askeri Harekâtı, Cilt I, Genelkurmay Başkanlığı, İstanbul, 1939, s. 132
[18] Genelkurmay Başkanlığı, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, VIII. Cilt, Ankara, 1976, s. 38
[19] Genelkurmay Başkanlığı, Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı (ATASE), Klasör (K) 1129, Dosya (D) 27, Fihrist (F) 2.
[20] Rıfat Uçarol, Siyasi Tarih (1789-1994), İstanbul, 1995, s. 471
[21] İbrahim Kesimci, Mehmet Çetin, ”Büyük Bir Hayal Kırıklığı”, Çizgi Ötesi Dergisi, Ankara, Mayıs 1995, s. 18-19. Ayrıca Bkz. İbrahim Artuç, 1915 Çanakkale Savaşı, Ocak 1992, İstanbul, s. 10
[22] Alan Palmer, Osmanlı İmparatorluğu: Bir Çöküşün Yeni Tarihi, İstanbul, 1992, s. 253
[23] Baha Vefa Karatay, Mehmetçik Ve Anzaklar, Ankara, 1987, s. 160
[24] a. g. e. s.162
[25] Kadir Çetin, Çanakkale Muharebeleri-Mektuplar, Fakülte Ve Yüksek Okullar Komutanlığı, Ankara, 1987, s. 31
[26] “...The difficulty of getting definite information as to enemy dispositions together with enemies use of our prearranged signals for distinguishing our troops unfortunately led to the loss of several golden opportunities for inflicting heavy loss on the enemy./Düşman konuşlanmasıyla ilgili kesin bilgilerin alınması konusundaki zorluklar ve kendi birliklerimizi fark edebilmek için daha önceden ayarlanan işaretlerin düşman tarafından kullanılması maalesef düşmana verdirilecek ağır zayiatla ilgili pek çok fırsatın kaybolmasına neden oldu.” Ayrıntılı bilgi için bakınız; War Diary or Intelligence Summary, 08. 08. 1915. ATASE, K.3441, D.38, F.3-15
[27] Hasan Köni, “ Birinci Dünya Savaşı Öncesi İstihbarat ve Günümüze Etkileri “, Dördüncü Askeri Tarih Semineri Bildiriler, Ankara, 1989, s. 287
[28] Avni Çoker, Çanakkale Şehitlerini Ziyaret Münasebetiyle, Ankara, 1952, s. 25
[29] Liman Van Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, İstanbul, 1968, s. 75
[30] Baha Vefa Karatay, Mehmetçik ve Anzaklar, Ankara, 1987, s. 8
[31] ATASE, K.3474, D.H-10, F.1-42
[32] ATASE, K.3650, D.215, F.1-56
[33] İrfan Paksoy, ”81.Yıldönümünde Çanakkale Zaferi”, Silahlı Kuvvetler Dergisi, Ankara, Nisan 1996, Sayı 348, s. 26
[34] ATASE, K.3474, D.H-56, F.1-9
[35] Çizgi Ötesi Dergisi, ”Çanakkale Neden Geçilmez ? ”, Ankara, Mart 1996, Sayı 14, s. 27
[36] Genelkurmay Başkanlığı, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, V.Cilt, Çanakkale Cephesi Harekâtı III.Kitap, Ankara, 1980, s. 500
[37] Turgut Özakman, Vahidettin, M.Kemal ve Milli Mücadele, Ankara, Eylül 1997, s. 99
[38] a. g. d. s. 26
[39] Çizgi Ötesi Dergisi, ”Çanakkale Neden Geçilmez? ”, Ankara, Mart 1996, Sayı 14, s. 28
[40] Neslihan Yücel, Kastamonu’da Aşıklık Geleneği ve Kastamonu’da Yetişen Âşıklar, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1993, s. 88–93.
[41] Bu eserler arasında Aile Türküleri, Asker Türküleri, Araç Kültür ve Folkloru, Aşık Tarzı, Aşık Edebiyatı, Bahar Türküleri, Azdavay Kültür ve Folkloru, Dini ve Tasavvufi Edebiyat Bibliyografyası, Cide Kültür ve Folkloru, Ramazan Manileri, Türk Etnografya Sözlüğü, Göklere Doğru, 19 Mayıs, Atatürk Devrimi, Zaferden Zafere, Milli Destanlar, Kızılay, Çocuk Destanı, Efe Yüreği (Milli Piyes), İhsan Ozanoğlu’nun “Halkevi ile yaşıt oğlum İlhan Ozanoğlu için” diyerek ithafta bulunduğu Halkevleri şiirinin de bulunduğu Halkevi Destanı, İnebolu Kültür ve Folkloru, Daday Kültür ve Folkloru, Milli Şef Kastamonu’da, Abana Kültür ve Folkloru, Bozkurt Folkloru gibi pek çok eseri bulunmakta olan İhsan Ozanoğlu’nun bu eserleri Ankara Etnografya Müzesi, Milli Eğitim Bakanlığı, Gazetecilik Enstitüsü, Türk Dil Kurumu, Kastamonu Müzesi, Kültür Bakanlığı ve Kastamonu İl Halk Kütüphanesi gibi farklı yerlerde bulunmakta olup bu eserlerin tamamının tek bir merkezde muhafaza edilmesinin uygun olacağı değerlendirilmektedir. Bu bağlamda bu eserler için en uygun yer İzmir’de bulunan Ahmet Priştina Kent Arşivi ve Müzesi’yle birlikte Türkiye’nin ikinci Kent Arşivi ve Müzesi olan Kastamonu Kent Arşivi olacaktır.
[42] İhsan Ozanoğlu, Atatürk’e Ağıt, Kral Matbaası, Kastamonu, 1952, s. 1–5.
[43] İhsan Ozanoğlu, 30 Ağustos, Kral Matbaası, Kastamonu, 1952, s. 1–5.
[44] İhsan Ozanoğlu, 29 Ekim, Kral Matbaası, Kastamonu, 1952, s. 1–5.
[45] İhsan Ozanoğlu, Zaferden Zafere, Açıksöz Matbaası, Kastamonu, 1938, s. 6.
[46] İhsan Ozanoğlu, a. g. e., s. 21.
[47] Prof. Dr. Ergün Aybars’la 6 Aralık 2007 tarihinde İzmir’de yapılan görüşme.
[48] İhsan Ozanoğlu, a. g. e., s. 29
[49] İhsan Ozanoğlu, a. g. e., s. 41.
[50] İhsan Ozanoğlu, Atatürk Destanı, Kastamonu Halkevi Neşriyatı. No. 5, Kastamonu, 1938.
[51] İhsan Ozanoğlu, Efe Destanı (Milli Piyes), Kral Matbaası, Kastamonu, 1942.
[52] İhsan Ozanoğlu, a. g. e., s. 1–3.
[53] İhsan Ozanoğlu, a. g. e., s. 4.
[54] İhsan Ozanoğlu, a. g. e., s. 4.
[55] İhsan Ozanoğlu, a. g. e., s. 19.
[56] İhsan Ozanoğlu, a. g. e., s. 16-17.
[57] İhsan Ozanoğlu, a. g. e., s. 17.
[58] Mehmet Özbek de söz konusu bu eserinde Çanakkale türküsünü Kastamonu türküsü olarak belirtirken İhsan Ozanoğlu’nun da ismini verir. Mehmet Özbek, Folklor ve Türkülerimiz, Ötüken Yay., İstanbul, 1981, s. 64 ve 375.
[59] Erdoğan Gökçe, “1897 Türk-Yunan Savaşlarında Yakılan Türküler”, Folklör Araştırmaları, Nu:303, Ekim 1974, s.7119–7121
[60] Falih Rıfkı Atay, “Harp Edebiyatı”, Dergâh, Yıl: 1, Cilt II, Nu. 23, 20 Mart 1338 (1918), s. 174.
[61] Ayrıntılı bilgi için bkz. Ulvi Keser-Gürsel Akıngüç, 57. Alay Güzergâhından Çanakkale Esirlerine Üç Bilinmeyenli Denklem; Çanakkale 1915, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Yay., Ankara, 2008.
[62] Söz konusu bu türkü Makedonya Türkleri tarafından “Hey onbeşlik onbeşlik, sokak yolları taşlık, onbeşliler gidiyor kızların gözi yaşli..” sözleriyle aşk türküsü olarak söylenmektedir. Hamdi Hasan, Makedonya Türklerinde Söylenen Türküler, Atatürk Kültür Merkezi, Yay., Ankara, 2008, s. 153.
[63] Türk Edebiyatı’nda Çanakkale’nin yeri konusunda son dönemde yapılan bilimsel çalışmalar içerisinde Onsekiz Mart Üniversitesi’nde Prof. Dr. Abdurrahman Güzel tarafından yapılan çalışma örnek gösterilebilir. Bu çalışmada Çanakkale’nin menkıbelerde, destanlarda, şiirlerde, türkülerde, Çanakkale için besteletilen marşlarda nasıl yaşatıldığı bilimsel verilerle gösterilmektedir. Örneğin Sadri Karakoyunlu tarafından yapılan çalışmada İdris Sabih’in Anafartalar’da şehit olan kardeşi zabit vekili Ahmet Tevfik Efendi için “Kardeşime” şiiri, Hakkı Süha Gezgin’in “Siperlerde”, Vedat Nedim Tör’ün “Hücum”, Ziya Gökalp’ın “Altın Işık” ve “Çanakkale’den Kaçanlara; Fransızlara” şiiri görülebilir. ‘Sadi Karakoyunlu, Türk Askeri İçin Savaş Şiirlerinden Seçmeler (1914–1918), Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ankara, 1991. Ayrıca bkz. Abdurrrahman Güzel, Türk Edebiyatında Çanakkale Zaferi, Onsekiz Mart Üniversitesi Yay., Çanakkale, 18 Mart 1996
[64] Bu makamda olan diğer türküler ise Berber Dükkânını Açalım, Çıkabilsem Şu Yokuşun Başına, Kara Kuzum Sana Çanlar Takayım ve Ördeğisen Göle Gel isimli türkülerdir.
[65] Musiki Mecmuası, Yıl 35, Sayı 389, Mart 1982, s. 11.
[66] A. g. m. s.11.
[67] Üngör söz konusu bu türküyü “Çanakkale içinde aynalı çarşı. Anne ben gidiyorum düşmana karşı. Çanakkale içinde sıra sıra selviler. Binbaşılar oturmuş asker öğütler. Çanakkale içinde bir kırık testi. Anneler ve babalar ümidi kesti. Arıburnu’ndan çıktık yan basa basa. Hep düşmanlar kaçıyor kan kusa kusa.” dizeleriyle verir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Etem Ruhi Üngör, Türk Marşları, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yay., Ankara, 1965, s. 183.
[68] Burada bahsedilmesi gereken bir nokta ise 1898 Sivas doğumlu olan Muzaffer Sarısözen’in ağabeyi Fehmi Sarısözen ile birlikte Tokat’ın “Hey Onbeşli Onbeşli” türküsüne de konu olan 1315’lilerin arasında Çanakkale cephesinde savaşa katılmış olmasıdır. Muzaffer Sarısözen’in Çanakkale konusunda nispeten daha duyarlı ve daha hassas davranmasının sebebi belki de o cephede muharebelere katılmış olmasıdır. Muzaffer Sarısözen’in kızı Türkay Çapan ise ailenin kültürel yapısı ve müzik tutkusunu “Babam keman, kanun ve bağlama çalardı. Mesleği icabı gezdiği yörelerde dinlediği türküleri kardeşi Muzaffer Sarısözen’e aktarır, bazılarını da kendisi söylerdi… Sivas’ın 1920 ile 1930’lu yıllarında Ulu Cami’nin yanındaki evlerinin önünden geçenler beş erkek kardeş olan Sarısözenlerin çaldıkları tambur, keman, org ve bağlama seslerini dinlerlerdi. Beş kardeşin hepsi müzikle uğraşır ve çeşitli musiki aletlerini –org dahil- çalarlardı.” diyerek belirtir. İbrahim Aslanoğlu, Sivas Meşhurları-II, Sivas Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Sivas, 2006, s. 358. Alparslan Ayral, Muzaffer Sarısözen, Ocak 1995, Sivas, s. 13–14.
[69] Bu durum daha sonraki yıllarda da farklı şekillerde ortaya çıkacaktır. Örneğin Refik Ünal tarafından kaleme alınan Atatürk’ün Sevdiği Türküler isimli eserde de derlemeyi yapan belirtilmezken Mahmut Ragıp Gazimihal, Çanakkale türküsünün bestecisi olarak belirtilmektedir. Muzaffer Sarısözen, Yurttan Sesler, Akın Matbaacılık, Ankara, 1952, s. 13. Refik Ünal, Atatürk’ün Sevdiği Türküler, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı, Ankara, 1973, s. 64.
[70] Melda Duygulu, Çanakkale Türkü Söyler, Yarımada Yay., İstanbul, Temmuz 2008, s. 59.
[71] Bugün itibarıyla konuyla ilgili pek çok kaynakta da kaynak kişi ve derleyen olarak İhsan Ozanoğlu ve Muzaffer Sarısözen ismi zikredilirken türkü de Kastamonu türküsü olarak belirtilmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Abdullah Şevki Öztekin, Atatürk’ün Sevdiği Şarkılar, Türküler, Zeybekler ve Marşlar, Turhan Kitabevi, Mayıs 2008. Ayrıca bkz. TRT Müzik Dairesi, Türk Halk Müziğinden Seçmeler-I, TRT, II. Baskı, Ankara, 1998, s. 147.
[72] Yurt Ansiklopedisi, Anadolu Yayıncılık, Ankara, 1982, s.1909.
[73] Onsekiz Mart Üniversitesi’nde yayımlanan Prof. Dr. Abdurrrahman Güzel’e ait Çanakkale konulu bir bilimsel çalışmada ise Çanakkale türküsü “ Çanakkale Şiirleri” isimli bölümde verilmektedir. Mehmet Özbek, Folklor ve Türkülerimiz, Ötüken Yay., İstanbul, 1981, s. 369. Abdurrrahman Güzel, Türk Edebiyatında Çanakkale Zaferi, Onsekiz Mart Üniversitesi Yay., Çanakkale, 18 Mart 1996, s. 86.
[74] M. Ragıp Kösemihal, “Türk Halk Müziklerinin Kökeni Meselesi–10”, Musiki Mecmuası, Sayı 407, Mayıs 1984, s. 24–25. Ayrıca bkz. M. Ragıp Kösemihal, Türk Halk Müziklerinin Kökeni Meselesi, Akşam Matbaası, İstanbul, 1936.
[75] 1915–1924 döneminde Sultanahmet’te Alemdar Caddesi üzerinde bulunan bir müzik dershanesinde özel dersler verip öğrenciler yetiştiren Kevser Hanım ayrıca Darülelhan’ın da kurucuları arasında yer almakta ve ayrıca keman dersleri de vermekte ve keman çalmaktadır. Kevser Hanım’a ait olduğu ileri sürülen Çanakkale Marşı dışında Nihavend Longa, Tercüman olsun rebab-ı sineme pen karda ve İçin dostlar cabadan, hovardayım babadan isimli eserleri bulunmaktadır.
[76] Onur Akdoğu, Ünlü Nihavend Longa ve Çanakkale Türküsü Kimindir? Kevser Hanım, Ege Üniversitesi Devlet Türk Musikisi Konservatuarı Yay., İzmir, 1991.
[77] Nazmi Özalp, Türk Musikisi Tarihi, Milli Eğitim Bakanlığı Yay., Cilt I, Ankara, 2000, s. 213, ayrıca bkz. aynı eser, Cilt II, s.118, 171 ve 341 ve Onur Akdoğu, a. g. e., s. 9–20.
[78] Onur Akdoğu, a. g. e., s. 13.
[79] Kocaeli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. İbrahim Güran Yumuşak’ın Çanakkale’de verilen şehitlerle ilgili olarak yaptığı araştırmadan aktaran www. seloris.php.net.us/2007/03/canakkalede-hangi-il-ne-kadar-ehit-verdi.html
[80] Ömer Çakır, Nazmımızda Çanakkale Muharebeleri, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1997, s.17–40.
[81] Destancı Eyüblü Mustafa Şükrü Efendi, “Çanakkale Şarkısı”, Necm-i İstikbal Matbaası, İst., 1331,1s.
[82] Kaynak tespit edilememiştir.
[83] Emrullah Nutku, Çanakkale Şanlı Tarihine Bir Bakış, Çanakkale Savaşlarının 60. Yılı Armağanı, İstanbul, 1975, s. 8.
[84] Bu arada belirtilmesi gereken bir başka husus ise Alman Asker Heyeti tarafından İstanbul’da yayımlanmakta olan “am Bosporus” isimli asker gazetesinin 10 Mart 1918 tarihli 11. sayısında da İzmir’de görev yapmakta olan Sıhhiye Astsubayı Krüger tarafından Almancaya çevrilmiş 18 beyitlik “Das Lied Von Tschanakkale” isimli türkü yayımlandığıdır. Ayrıntılı bilgi için Yetkin İşçen’e ait Çanakkale konulu web sayfasına müracaat edilmelidir. Türkünün Kosova ve Makedonya’da bilinen haliyle ilgili olarak Makedonyalı Türk şair, yazar ve edebiyatçı Osman Baymak ile 21–25 Ekim 2008 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yapılan görüşme.
[85] Hamdi Hasan, Makedonya Türklerinde Söylenen Türküler, Atatürk Kültür Merkezi, Yay., Ankara, 2008, s. 291.
[86] Makedonyalı Türk şair-edebiyatçı Ethem Baymak ile 21–23 Kasım 2008 tarihinde Ankara’da yapılan görüşme.
[87] Kosova Türk Tabur Görev Komutanlığı tarafından “Kosova’dan Çanakkale’ye Makalelerle, Anılarla, Şiirlerle, Törenlerle ve Belgelerle Çanakkale Savaşı” ismiyle 2008 yılı içerisinde bir çalışma yayımlanmış ve Osmanlı Muharebe Marşı, Çanakkale Şarkısı, Gaziler Şarkısı, Çanakkale İçinde Türküsü gibi pek çok türkü de bu çalışmada yer almıştır. Bu arada bölgede görev yapan ve Kosova ile ilgili yaptığım çalışmalarda bana yardımcı olan KFOR Türk Gücü personeline ve özellikle Erol Ünsal’a teşekkür ederim.
[88] Ebubekir Sofuoğlu, Kosova’nın Çanakkale Kahramanları, Yarımada Yay., İstanbul 2007, s. 94.
[89] Kastamonu İl Genel Meclisi tarafından 4. dönem, 5. toplantı, 4. birleşim, 1. oturum, 78 no.lu karar doğrultusunda 28 Mart 2004 tarihinde yapılan toplantıda alınan “Temenni Kararı
[90] Konuyla ilgili olarak araştırmacı tarafından Çanakkale Valiliğine yapılan 4982 Sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu çerçevesindeki müracaata 15 Ekim 2008 tarihinde verilen cevapta “Konunun 4982 Sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkındaki Yönetmelik Hükümleri çerçevesinde incelenmesini, 15 işgünü içerisinde değerlendirilerek ilgiliye ve Valiliğimiz Bilgi Edinme Bürosuna bilgi verilmesini rica ederim.” cevabı verilmiş; ancak Eceabat Kaymakamlığı tarafından bugüne kadar bir cevap verilmemiş, araştırmacının Çanakkale Valiliğine yaptığı ikinci müracaata ise 2 Şubat 2009 tarihinde elektronik posta yoluyla “Çanakkale Valiliğine göndermiş olduğunuz elektronik postada belirtilen konu incelenmiş olup, Müdürlüğümüz tarafından bir plaket hazırlanacak ve Çanakkale Türküsü'nün yazılı olduğu Sargı Yeri Şehitliği'ne asılacaktır.”şeklinde imzasız bir cevap verilmiştir.