Artık kanıksamaya başladığımız bir durum ortaya çıktı ve her 25 Nisan’da bizim ANZAC (Australia-New Zealand Army Corps/Avustralya-Yeni Zelanda Askeri Birlikleri) dediğimiz Avustralyalılar ve Yeni Zelandalılar atalarının kahramanlıklarını gerek kendi ülkelerinde gerekse bugün Anzak Koyu olarak bilinen Gelibolu’daki Milli Park içerisinde şeref ve huşu dolu bir coşkuyla kutlar ve anarken bizler de aynı yıl ve aynı tarihte Anadolu topraklarında yaşayan Ermenileri kestik mi kesmedik mi derdine düşüyoruz. Bugün sağır sultan bile bu kabak tadı veren ve temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze getirilen konunun sadece Ermeni diasporasının ( yani Ermenistan dışında yaşayan ve ciddi ekonomik yatırımları nedeniyle Batı ülkeleriyle içi içe olan Ermeni sermayesinin) elinden bırakmak ve şüphesiz çözülmesini de istemediği bir sorun olduğunu ama bizler psikolojik harp, lobicilik, beşinci kol faaliyetleri, halkla ilişkiler ve kulis denilen girişimleri bilmediğimizden, ciddiye almadığımızdan, biraz da millet olma vasıflarımızla ilgili son dönemde ciddi sarsıntılar yaşadığımızdan elimiz kolumuz bağlı bekliyoruz hakkımızda kim ne karar verecek diye. İlginçtir Anzak askerlerinin Gelibolu’ya çıktığı saatlerde Osmanlı saflarında savaşan Anadolu Ermenileri de bulunmakta ve bunlardan yaklaşık 200 kadarı da ŞEHİT olmuş durumdadır bu vatan için. Şimdi akıl izan sahibi insanlar olarak sormak lazım. Siz bir yandan kendi ülkesinde kendi insanlarını öldüren, bir yandan da aynı insanları askere alıp tarihinin en şanlı kahramanlıklarından birisine ortak eden bir başka ülke biliyor musunuz? Neredeyse adı Centilmenler Savaşı olmuş bir savaştan çıkan ülkenin kendi insanına böyle bir vahşet uygulaması söz konusu değildir. Milli Mücadele sürecinde Türklerin ne kadar Ermeni kestiğini ve Ermenilere yapılacak ekonomik/askeri desteği yerinde tespit etmek üzere görevlendirilen Amiral Gouraud’ya haddini bildiren ve onu ceketinden tuttuğu gibi Taşhan’a götürüp “Ahan da burası Türk mezarlığı. Ahan da bu da Ermeni Mezarlığı. Madem biz bu kadar Ermeni katletmişiz, bu insanları yemedik ya. Nereye gömdük arkadaş?” diyerek olanca saflığı ve içtenliğiyle Amirali memleketine gönderen Erzurum Belediye Başkanı kadar olamadık mı? Öte yandan Fransa Cumhurbaşkanı Francois Hollande “Ermeniler bizim için savaşmışlar ve kan dökmüşlerdir.” derken doğruyu söylemektedir. “Ermenileri Kilikya’nın kurtuluşuna iştirak ettirmek ve böylece onların milli emellerinin gerçekleşmesi için yeni deliller ve destekler sağlamak” gibi bir gayeyle onları kışkırtan hakikaten Fransa olmuştur. Ancak Hollande’ın “ Kilikya’da Ermeni askeri kullanmakla hata edilmiştir. Bu hatanın iki acı sonucu görüldü; Önce, Ermeni askerleri Türkleri tahrik ederek olay çıkartıyorlardı, sonra da ilk çarpışmada sıvıştıkları için Türklerin karşısında Fransızlar kalıyordu.” diyen Fransız subayından herhalde haberi yoktur. Bu arada Lord Curzon’un 11 Mart 1920’de Lordlar Kamarası’nda Ermenilerin “masum kuzular olmadıklarını“ belirtip “Bana öyle geliyor ki siz Ermenileri 8 yaşında pek temiz ve suçsuz bir kız gibi sanıyorsunuz. Bunda çok yanılmaktasınız. Şu nedenle ki Ermeniler özellikle son çağdışı eylemleri ile ne ölçüde acımasız bir ulus olduklarını özellikle kendileri kanıtlamışlardır.“ dediğini de, Fransız General Dufieux’nun da 24 Kasım 1921 günü Ermenilerin deyimiyle “Fransız askerleri atlarının nallarının altına keçe bağlayıp sessizce, yani Ermenileri uyandırmadan” Çukurova’dan kaçmadan önce Fransız Mezarlığı’nı ziyaret edip “Ey Fransız askerleri, sizlerin kanlarınızı boş yere akıttık.” dediğini de herhalde duymamıştır. “Gidelim Türkiye’ye, Kıralım Türkleri, Olsun Ermenistan...” diyenlere inat Anadolu insanı yüzlerce yıl et-tırnak olduğu bu insanlar tarafından arkadan hançerlenmiştir. Anadolu toprağının ekmeğini yüzlerce yıl yiyip Anadolu insanını katleden Ermenilerden isimleri tespit edilenler bu satırların yazarı tarafından “Anadolu-Kıbrıs Ekseninde Ermeni Doğu Lejyonu” kitabına eklenmiştir ve tespit edilenlerin sayısı 1.176’dır.
Toplumun uyutulması, bilgi kirliliği yaratılması, doğrudan ve dolaylı etkileşim yollarıyla istenilen yöne kanalize edilmesi, kafalarda soru işaretlerinin oluşturulması, öne sürülenlerin kabul ettirilmesi yönünde çeşitli baskıların ortaya çıkması enformatik cehalet yanında psikolojik harbin en klasik yöntemleri arasındadır. Bu bağlamda devletin de milli gücü oluşturan ekonomik güç, insan gücü, psiko-sosyal güç, askeri güç ve coğrafi stratejik gücü iyi değerlendirmesi gerekmektedir. Bu bağlamda alınabilecek tedbirler arasında bazıları aşağıdaki gibidir;
Türkiye’nin bugüne kadar yaptığı hep pasif mukavemet şeklinde savunmada kalmak ve Anadolu’da bir soykırım olmadığını ileri sürmekten öteye geçmemiştir. Kamuoyu oluşturmayan, güven vermeyen ve” sürekliliği olmayan ve karşı tarafa büyük bir rahatlık ve hareket serbestîsi sağlayan” bu yöntemlerden derhal vazgeçilmelidir. Savunulacak tezlerle ilgili olarak sorunun iç ve dış dinamiklerinin ve farklı paradigmaların kesinlikle atlanmaması, gözden geçirilmesi ve göz önüne alınması gerekmektedir. Karşı tez üretmesi beklenen merkezlerin eskiye nazaran bir parça-en azından sayı bağlamında- artması sevindirici olmakla birlikte yetersiz olduğu açıktır. Bugün Türkiye’de konuyla ilgili olarak bilinen kurum, kuruluşlarla yayınlardan bazıları ise Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Ermeni Dili ve Kültürü Ana Bilim Dalı, aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü Ermeni Dili ve Kültürü Ana Bilim Dalı, Erciyes Üniversitesi, Trakya Üniversitesi, Nevşehir Üniversitesi, açılacağı planlanan Iğdır Üniversitesi Ermeni Dili ve Edebiyatı Bölümü, Atatürk Üniversitesi Türk-Ermeni İlişkileri Araştırma Merkez Müdürlüğü, Sakarya Üniversitesi Türk-Ermeni Araştırmaları Merkezi, Ermeni Araştırmaları Enstitüsü (ERAREN) ve Ermeni Araştırmaları Dergisi, TÜRKSAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü (EREN) ve Ermeni Araştırmaları Dergisi, ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü, Talat Paşa Komitesi’nden oluşmaktadır. Bu merkezler ve yayınların hızla artırılması şarttır.
Konuyla ilgili olarak bugüne kadar üniversitelerimiz tarafından “Soykırım vardı/yoktu.” kısır çatışmasına bulaşmadan yapılan bilimsel iki kongre ise Prof. Dr. Metin Hülagü yönetiminde Erciyes Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen Osmanlı’da Birlikte Yaşama Sanatı; Türk-Ermeni İlişkileri Örneği Uluslararası Sempozyumu, Erciyes Üniversitesi, Nisan 2006 ve EUEAS-II, Ermeni Araştırmaları Uluslararası Hoşgörüden Yol Ayrımına Ermeniler Sempozyumu-II, Erciyes Üniversitesi, 22–24 Mayıs 2008 olmuş, konuyla ilgili sunulan bildiriler ayrıca İngilizce olarak da yayımlanmıştır. Bu veya bu standartta çalışmaların devam ettirilmesi gerekmektedir.
Bu konuda kötü bir örnek ise özel bir üniversite tarafından düzenlenen ve ısmarlama konuşmacılar vasıtasıyla Türkiye’nin tek taraflı olarak suçlanacağı aşikâr küçük çaplı bir faaliyetin bazı malum gruplar tarafından ateşlenmesi, toplantıya katılanlara yönelik yumurtalı saldırılar da amaca hizmet etmiş ve belki de sessizce başlayıp bitecek bir toplantı bütün dünya kamuoyunun ilgi odağı haline gelmiştir. Özellikle uluslararası ilişkilerde jest, mimik, davranış, giyim kuşam ve kelimelerle semboller son derece önemli yer tutmaktadır.
Bu bağlamda kullanılan terminolojiye özen gösterilmeli ve örneğin “Tehcir” gibi kelimelerin kullanılmasından sakınılmalıdır. Bu kelime bugün dünyanın farklı köşelerinde örneğin Nazi işgal güçlerinin Yahudilere yönelik katliamlarını da hatırlatmakta ve olumsuz bir etki bırakmaktadır. Bu açıdan 1915 tarihli kanunun adının “Sevk ve İskân Kanunu” olduğu unutulmamalıdır. Ayrıca genocide, holocaust gibi kelimeler bugün Ermeni ifadesiyle neredeyse özdeşleşmiş durumdadır. Bu konuda çalışma yapacak olanların bunlara dikkat etmeleri ve karşı tez üretmeleri gerekmektedir. Devletin bu konuyla ilgili tezler üretecek bilimsel araştırma merkezlerine sivil toplum örgütleri ve üniversiteler bazında altyapı ve donanımla birlikte ciddi katkı ve destekte bulunması gerekmektedir.
Ermeni sorunu yanında Ermeni tarihi, demografik özellikler, iç-dış dinamikler ve arşivler bağlamında kalifiye elemana ihtiyaç vardır. Yurtiçi ve dışında örneğin Boston, Kudüs ve Moskova’da Ermeni arşivlerinde çalışma yapacak, mükemmel Ermenice ve Rusça bilen akademisyenlerin yetiştirilmesi gerekmektedir. Ermeni sorunu konusunda en etkili lobi faaliyetlerinin yürütüldüğü başta ABD Temsilciler Meclisi olmak üzere konuyla ilgili olarak Fransa, İngiltere, Yunanistan gibi ülkelerin Türkiye aleyhtarı çıkışlarıyla bilinen temsilcileri ve/veya danışmanları Türkiye’ye davet edilmeli, gerekirse Türk kültürü ve Türkiye’yi daha yakından tanımaları için masrafları devlet tarafından karşılanarak misafir edilmelidirler.
Konuyla ilgili hazırlanan bilimsel çalışmalar süratle İngilizce, Fransızca ve Almanca gibi Batı dillerine çevrilmelidir. Sakarya Üniversitesi’nden Prof. Dr. Enis Şahin başkanlığında hazırlanmış olan ve şimdiye kadar Türkiye’de yayımlanmış en kapsamlı çalışma olacağı bilinen kaynak kitaplar gibi çalışmaların devlet tarafından tereddütsüz desteklenmesi, bu kitapların daha kısa, daha kolay okunabilecek türden küçük çaplı versiyonlarının da farklı dillerde yayımlanması, Prof. Justin McCarthy, Prof. Dr. Hikmet Özdemir, Dr. Mehmet Perinçek gibi konunun uzmanı bilim insanlarının, Talat Paşa Komitesi gibi sivil oluşumların desteklenmesi gerekir. Başta Washington DC, Paris, Berlin olmak üzere Ermeni sorunu konusunda hassas başkentlerde Türkiye Cumhuriyeti devleti adına Ermeni Araştırmaları Merkezi kurulması, buralarda değişik ülkelerden akademisyenlerin çalışmalarına ve araştırma yapmalarına imkan verilmesi, konuyla ilgili doktora seviyesinde çalışacak yabancı akademisyen adaylarına da her türlü desteğin verilmesi gerekmektedir.
Osmanlı bürokrasisinde ön plana çıkan Kuyumcuyan Bedros Efendi ve oğulları, Ekmekçibaşı Krikor Ağa ve oğlu Ticaret ve daha sonra Dışişleri Bakanı Gabriel Noradungian, Barutçubaşı Ohannes Bey ve oğlu Artin Dadyan Paşa, Neşan ve Hamayek Safer kardeşler, Hazine-i Hassa Nazırı Agop Paşa ve kardeşi Neşan Kazazyan, Sanayi-I Nefise Mektebi’nin ilk heykel hocası olan Yervant Oskan Efendi, bestekar ve müzik hocası Hamparsum Limonciyan, Osmanlı ressamı Rafael Manas, Zenop Manas, Rupen ve Sebuh Manas kardeşler, günümüze gelecek olursak sinema sanatçısı Kenan Pars (Kirkor Cezveciyan), Adile Naşit, müzisyen Garo Mafyan, Hayko Cepkin, Rober Hatemo, Asu Maralman (Silviya N. Bursalıoğlu), Mine Koşan, gazeteci yazar Levon Panos Dabağyan, ASALA terörünü protesto etmek için 1982 yılında Taksim Meydanı’nda kendisini yakan Artin Penik, Kulis tiyatro dergisini çıkartan ve neredeyse 100 yaşına gelmiş Agop Ayvaz, 1912 Stokholm Olimpiyatları’nda Türk bayrağını ilk defa dalgalandıran Vahram Papazyan ve Mıgırdiç Mıgıryan, milli sporcular Harutyan Artan, Zareh Kalpakcıyan, Hagop Yavruyan, Varujan Köseoğlu, Vahriç Melkonyan, Sarkis Güllap, boksta gururumuz olan Cemal Kamacı’yı da yetiştiren ilk milli boksörlerimizden Garbis Zakaryan, fotoğraf sanatçısı Ara Güler, başta Çırağan Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Kuleli Askeri Lisesi, Selimiye Kışlası, Gümüşsuyu Askeri Hastanesi, Malta Köşkü, Bezmiálem Valide Sultan Camisi, Ortaköy Camisi, Hamidiye Camisi, Pertevniyal Valide Sultan Camisi olmak üzere onlarca yapıya imza atan Balyan Ailesi üyeleri, ilk tiyatrocularımızdan Agop Vartovyan (Güllü Agop), Doğunun Verdi’si Dikran Çuhacıyan, Mustafa Kemal Atatürk’ün dans öğretmeni Prof. Dr. Ardeş Panosyan, onun diş hekimi Sürenyan, Abdülaziz’in İstanbul’a getirttiği büyük ressam İvan Konstantinoviç Ayvazovski, dil uzmanı Agop Dilaçar gibi yüzlerce Ermeni sanat, kültür, edebiyat, bilim insanı yanında devlet adamları da söz konusudur.
Bunların doğdukları mahalle, sokak, caddeye isimlerinin verilmesi, gerekirse heykellerinin dikilmesi, belirli günlerde anma etkinliklerinin yapılması büyük devlet olarak Türkiye için bir kazanç olacaktır. Ermeni sevk ve iskânını, ayrıca çeşitli mezalimleri ortaya koyan, gerekirse yabancı sanatçıların da rol alacakları filmler çekilmesi, TV programları yapılması, belgeseller hazırlanması uygun olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin muhatabı Ermeni diasporası değil, Ermenistan devletidir. Dışarıda kısır ve çözümsüz tartışmalara girilmesi gereksizdir ve boşa kürek çekmektir. Anadolu topraklarını işgal altında tutan Fransa ve İngiltere müzelerden arşivlere her yeri hallaç pamuğu gibi atarken neden bu sözde kıyımla ilgili tek bir belge bulamadılar acaba 1922 yılına kadar? Ermeni diasporası ve yandaşı bazı Batı devletlerinin kışkırtıcı baskılarına boyun eğmek büyük ülke Türkiye’ye hiç yakışmaz. Hele Tanıma, Tanıtma, Tazmin ve Toprak dörtlemesiyle 4T stratejisini adım adım uyguladığını düşünenlere karşı taziye dileklerinde bulunmak yakışıksız ve gereksizdir. Bu arada Avustralya’da Anzaklarla Ermenileri 100 yıl önce dayanışma içerisinde gösteren pis bir propaganda yavaş yavaş da olsa ısıtılmaktadır. Bu deli saçmasına göre Türklerin gazabından (!) kurtulabilen Ermenilere 25 Nisan 1915 günü Anadolu’ya çıkan Avustralyalılar ve Yeni Zelandalılar yardım etmişler. Anadolu insanının kahramanlığı, sevecenliği, dostluğu, insani özellikleri ve kaybedecek bir şeyi olmayan insanların Çanakkale’de verdiği çılgın mücadelesini yedi düvele anlatacağımız 100. yıl yaklaşırken paçamıza dolaşan kan ve intikam naralarından kurtulma imkânı elimizde aslında; aklımızı bilimle yoğurabilirsek eğer.