Rum-Yunan ikilisi, her gün ardı ardına yaptıkları açıklamalarda çözüm için en önemli kırmızı çizgilerinin Garanti Anlaşmalarının iptali olduğunu belirtiyorlar…
Onlara göre, “Kıbrıs artık AB üyesidir, toprakları da AB toprağıdır…AB topraklarında yaşayan AB vatandaşları için en iyi güvence AB’dir…Dolayısı ile Garanti anlaşması mazi olmuştur, çağdışıdır, Türkiye’nin garantisine ve garanti anlaşmasına gerek yoktur…”
Bu safsatalarını Akıncı’nın büyük gafleti ve diplomatik beceriksizliği, inançsızlığı sonucu, Guterres belgesine sokmayı da başardılar…
Ve şimdi, Akıncı’nın da yardımıyla, Guterres belgesi temelinde görüşmeleri kaldığı yerden başlatarak Garantörlüğü iptal ettirmeye çalışıyorlar
TÜRK-YUNAN DENGESİ NE OLACAK?
Oysa Garanti ve İttifak Anlaşmasının sadece Kıbrıs Türk Halkına sağladığı vazgeçilmez güvenlik boyutu yanında bir de Türk-Yunan dengesini sağlama boyutu vardır…
Bu yönüyle de anlaşmalar aslında Lozan’da tesis edilen Türk-Yunan dengesini Kıbrıs’a da yansıtmakta ve adanın Türkiye-Yunanistan veya herhangi başka bir ülke ile birleşmesini de önlemektedir…
Oysa artık Yunanistan ve Rum yönetimi tüm ada adına AB üyesidir, Türkiye ise AB dışındadır ve Lozan’da tesis edilip 1960 anlaşmaları ile Kıbrıs’a da yansıtılan denge fiilen bozulmuştur…
Buna ilaveten bir de Fransa, İsrail, Rusya ve Yunanistan arasında askeri-savunma işbirliği anlaşmaları imzalanmış, Güneydeki üsler bu ülkelerin kullanımına verilmiştir….
Bunlar emrivaki olarak ortada iken bir de Garanti ve İttifak Anlaşmalarını iptal etmek, Kıbrıs’ı Türkiye’den kopararak altın tepsi içinde Yunanistan ve Türkiye’yi tam üye yapmaya niyetli olmayan AB’a vermekten başka bir şey değildir…
GARANTİ ANLAŞMASINA HEP KARŞI ÇIKTILAR
Rumlar, daha imzalar atılmadan bile Garanti ve İttifak Anlaşmalarına hep karşı çıktılar Kendi milli davaları açısından bu talepleri haklı olabilir...
Çünkü bu anlaşmalar, ENOSİS’in önünü tıkamakta, Türk Halkına eşit kurucu ortaklık hakları tanıyan anlaşmaların devamı için güvence teşkil etmekte, soğuk savaş döneminde müttefikleri Rusya’nın Akdeniz’e inmesini ve AKEL sayesinde adanın 2. bir Küba olmasını önlemekteydi...
Nitekim Makarios, ENOSİS’e engel olarak gördüğü bu anlaşmaları imzalamamak için çok direndi, ancak yapılan baskılar ve TAKSİM korkusu karşısında son anda imzayı atmak zorunda kaldı...
Ne ki, milli hedefinden asla vazgeçmedi...
Ortaklık Cumhuriyeti kurulduktan sonraki ana hedefi “ TAM BAĞIMSIZLIK ve KIBRIS’IN KENDİNİ BAĞLAYAN ZİNCİRLERİNDEN KURTULMASI ” sloganı ekseninde Garanti ve İttifak Anlaşmalarından kurtularak ENOSİS’in önündeki en büyük engeli kaldırmaktı...
Kıbrıs Cumhuriyeti yıkıldıktan sonra, dönemin Dışişleri Bakanı Kiprianu da, 1964 yılında çarpışmalar sürerken düzenlediği basın toplantısında, en önemli isteklerinin Garanti ve İttifak Anlaşmalarının iptali olduğunu açıklamış ve kısa süre sonra ise Makarios, bu anlaşmaları tanımadığını ve tek yanlı olarak fesh ettiğini ilan etmişti......
İngiltere ve Türkiye ise anında tepki göstererek Makarios’un buna yetkisi olmadığını, yaptığı açıklamanın da geçersiz olduğunu, anlaşmaların aynen devam ettiğini duyurmuştu...
Nitekim, Makarios’un bu açıklamasına karşın, Garanti ve İttifak Anlaşmaları, Rum tarafının tüm Kıbrıs adına AB üyeliği gerçekleşene ve Fransa, İsrail, Rusya ve Yunanistan’la askeri-savunma işbirliği anlaşmaları imzalanana kadar delinememiştir...
Bu bağlamda Türkiye ve KKTC’nin, Garanti ve İttifak anlaşmalarını delik deşik eden bu askeri anlaşmalara niye gereken sert tepkiyi göstermediği bir başka ilginç noktadır
MİLLİ HEDEFLERİNDEN ASLA VAZGEÇMEDİLER
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından bu yana geçen 58 yıl içinde, Rum liderleri asla yılmadılar, milli hedeflerinden asla vazgeçmediler...Her platformda, her müzakerede, her görüşme sürecinde birinci istekleri olarak Garanti ve İttifak Anlaşmasının iptalini, en azından Türkiye’nin tek yanlı müdahale hakkını da içeren garantörlüğünün kaldırılmasını ve tüm Türk askerlerinin adadan çekilmesini talep ettiler...
Denktaş ve gelmiş geçmiş tüm Türkiye hükümetleri, Rum milli hedeflerini çok iyi bildikleri içindir ki, Garanti ve İttifak Anlaşmalarını ve Türkiye’nin etkin ve fiili garantisini asla müzakere konusu yapmadılar, bu anlaşmaları sulandıracak en ufak bir konuyu görüşmeyi dahi kabul etmediler...
Ta ki, Talat-CTP teslimiyetçiliği iktidara gelene ve Annan Planını kabul etmelerine kadar...Şimdi de Akıncı bu teslimiyetçiliği sürdürüyor. O da Guterres belgesine garantörlüğün iptalinin girmesini sağladı ve bu belgeyi stratejik bir anlaşma temeli olarak kabul etti
Annan Planı, Türkiye’nin etkin ve fiili garantisini sulandıran, tek yanlı müdahale hakkını imkansız hale getiren ve belli bir takvim içinde tüm Türk askerlerinin adadan çıkarılmasını öngören bir plandı...Akıncı da, KKTC ve TBMM Meclis kararlarını çiğneyerek, Cenevre’de onların kabul ettiğinden daha geri bir öneriyi yaptı ve garantörlüğün 10-12 yıl içinde kaldırılmasını önerdi..
Önce Talat-CTP teslimiyetçiliğinin şimdi de Akıncı’nın gafil politikalarının garantörlüğü pazarlık konusu yapması, sadece Rum yönetimini değil, Kıbrıs’ı sahiplenmek ve adaya üslenmek isteyen başta Rum-Yunan ikilisi olmak üzere güçlü AB ülkelerini cesaretlendirdi...
Rum Yunan ikilisi, Garanti Anlaşmasının iptali için yürüttüğü kampanyayı bu teslimiyetçiliği gördükten sonra, doruğa çıkardı..
Oysa ilgili tüm TBMM, KKTC Meclisi ve MGK kararlarında Garanti ve İttifak Anlaşmalarının aynen devam edeceği milli politika olarak ortaya konmuştur.
Bu durumda artık Akıncı’ya DUR denmesi ve Guterres belgesi temelinde herhangi bir görüşmenin olmayacağının, KKTC tanınmadan, ambargolar kalkmadan, Garanti Anlaşmasının aynen devam edeceği kabul edilmeden hiçbir görüşme yapılmayacağının ilan edilmesi gerekiyor…Guterres belgesi temelinde görüşmeye oturup garantörlüğün iptalini görüşmek en büyük ihanet olacaktır.