Roma Katolik Kilisesi’ne meydan okuyarak Avrupa’da Protestan reformasyon sürecini başlatan Martin Luther, Avrupa’da sadece dini değil aynı zamanda siyasi düzeni sarsan isimdir; başlattığı reformasyon dalgasının kısa ve uzun vadeli etkileri hem ilahiyatçıların hem siyaset bilimcilerin araştırma konusu olurken, Luther’in Türkler'e karşı bakış açısına dair çok az şey yazılmıştır. Oysa Luther’in reformasyon sürecini başlattığı dönemde Avrupa’yı Türkler'den bağımsız bir siyasi coğrafya olarak düşünmek zaten imkansızdır.
Luther 1517 yılında 95 Tez’ini açıkladığında Osmanlı İmparatorluğu’nun tahtında Yavuz Sultan Selim oturmaktadır; Yavuz Sultan Selim’in doğu odaklı fetihleri bu tarihte Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa için “kısmi uzak tehdit” olarak algılanmasına sebep olmuş olabilir ama reformasyon hareketi tam da hızlanmak üzere iken 1520 yılında Osmanlı tahtına Kanuni Sultan Süleyman çıkmıştır. Yeni Padişah yüzünü ve fetihlerini Avrupa’ya yöneltince ve tüm dirençleri kırarak Avrupa içlerine doğru ilerledikçe dini sorunlar içinde bocayalan Avrupa ciddi bir Türk tehdidi altında iken, Luther Türk meselesi ile kendi açısından, bir başka deyişle teolojik olarak ilgilenmeye başlamıştır. Luther’in cevap aradığı soru Avrupa’nın neden Türk tehdidi ile karşılaşmış olduğudur ve yanıtı ise “Türkler'in Hıristiyanların günahları nedeniyle Tanrı’nın gönderdiği ilahi bir ceza olduğudur.” Luther’e göre Türkler'e karşı savaşmak Hıristiyanları cezalandıran Tanrı'ya karşı direnmekten başka bir şey değildir; bu nedenle Roma Katolik Kilisesi Hıristiyanları “kutsal savaş “adına Türkler'e karşı savaşmaya çağırmamalıdır; zira bu çağrı Tanrı’nın iradesine de bir nevi karşı koymaktır; Türkler “Tanrı’nın kırbacıdır.” Luther’in bu görüşleri Papalık tarafından kendisinin “sapkın(heretic) olmasının sonucu olarak görülmektedir ama ilginç sayılabilecek bir husus Katoliklerin de Türk tehdidini Lutherciliğin yükselmesi nedeniyle oluşan Tanrı öfkesinin ürünü olarak okumalarıdır. Bu açıdan Katolik-Protestan ayrımının olduğu Avrupa Türkler'i Tanrı’nın öfkesi olarak okuma konusunda anlaşmış gibidir.
Luther’in Türkler'i “Tanrı’nın kırbacı” olarak görmesi Türk'e “pozitif” bir anlam yüklediği anlamına gelmez; Luther açısından Avrupa’daki kaosun sorumlusu Papalık’tır ama Türk'ün de payı vardır; bu noktada Luther’in Türkler'i tamamıyla “kötülükle” ve “cehennem” ile ilişkilendirdiği yönündeki görüşlerin de mevcut olduğunu belirtelim. Luther’in görüşleri Avrupalıları Türk'e teslim olmaya mı çağırmaktır? Aslında “hayır”; Luther Türk'e karşı mücadele yöntemleri olarak “inanç”, “dua” ve “kutsal yaşamı” önermiştir. Ancak 1529 yılında Türkler Viyana kapılarına dayandığında, Avrupa’daki bu panik dalgası içinde, Luther’in Türkler ile mücadele konusundaki bu tavrı Avrupa’nın geniş çoğunluğu için tatmin edici ve çekici olmasa gerektir; zira sadece Katolikler içinde değil Protestanlar arasında da Türk karşıtlığı yaygındır, “kutsal savaş” kavramı Katolikler kadar Protestanlar tarafından da kullanılmaktadır. Bu açıdan Luther’in bir nevi “savaşmayın” tavrı Protestanları da rahatsız etmek suretiyle Reformasyon hareketine desteği de olumsuz etkileme riski taşımaktadır. Dolayısıyla Luther pozisyonunda kısmi bir değişiklik yapmak durumunda kalmıştır. Nasıl mı? “İki Krallık Doktrini” kapsamında otoriteyi ikiye ayırmıştır. Birincisi geçici sivil otorite, diğeri Kilise’ye ait ruhani otorite; Türkler ile karşı savaşı da sivil otoritenin alanında gören Luther Türkler'e savaş çağrıları yapan din adamlarının bu tavırlarını iki otoritenin birbirine karışmasına sebep olduğu gerekçesi ile eleştirmektedir. Luther’e göre Türkler ile savaşılacak ise bu Papalığın görevi değildir, savaşmak imparatorların, prenslerin görevidir; sivil otoritelerin Türkler'e karşı savaşı Avrupa haklarını ve Avrupa’da hukuk ve düzeni Türkler'den korumaya yönelik olmalıdır ama bunun adı da “kutsal savaş” ya da “haçlı seferi” değildir; olmamalıdır. Zira Luther Hıristiyanlığın kılıç ile değil dua ve ruhani disiplin ile korunabileceğini düşünmektedir. Luther’e göre Avrupa’yı Türkler'den korumaya yönelik savaşa her Hıristiyan korkusuzca katılmalıdır ama Türkler ile savaş Hıristiyan olarak değil vatandaş olarak Avrupalının görevidir. Luther’in Türkler ile savaş konusundaki duruşu zamanla daha da artan Türk tehdidi karşısında kendisinin de kaygılarının artması nedeniyle, kısmen değişse de, tarihçilerin belirttiği gibi Türk'ü “Tanrı’nın kırbacı” olarak görme hali hiç değişmemiştir.
Roma Katolik Kilisesi’ne baş kaldıran Luther’in öncelikli meselesi Protestanlığı yaymak ve Katolik Kilisesi’ni zayıflatmaktır; bu koşullarda Türk tehdidi, kaygılanmıyor olduğu anlamına gelmese bile, Luther için birincil öncelikli sorun değildir. Ama Luther Avrupa’da inanç konusunda hizipleşmenin yaşandığı koşullarda Türk tehdidini Roma Katolik Kilisesi’ne saldırıları için zemin olarak kullanılmıştır; “haçlı savaşı” ve “kutsal savaş” gibi kavramlara itiraz etmesi aslında Türkler ile savaşın niteliğine değil savaşın Katolik Kilisesi’nin söylemlerine uygun olarak yürütülmesine itirazdır ve Avrupa’da Türkler ile savaşın aynı zamanda Hiristiyanlığın korunması adına savaş olarak algılandığını bilmesine rağmen savaşın Kilise’nin işi olmadığını ileri sürmüştür; kısaca Katolik Kilisesi’ne teolojik itirazlarını sürdürürken Kilise’yi siyasette de baskılamaya çalışmıştır. Diğer taraftan Türk tehdidinin Luther adına bir fırsat olduğunu düşünmek de mümkündür; zira Türk tehdidi Katolik Avrupa’nın tüm dikkat ve enerjisini Luther ve Protestanlık ile mücadele etmeye ayırmasını önleyici etki yapmıştır.