Deniz Berktay – Kiev
Bearus’ta pazar günü düzenlenen seçimlerin sonrasında ülke, tarihinde hiç olmadığı kadar karıştı.
1994 yılından beri ülkeyi yöneten mevcut Cumhurbaşkanı Aleksandır Lukaşenko’nun altıncı kez girdiği seçimleri, resmi sonuçlara göre, yine Lukaşenko kazandı. Fakat muhalefet, seçim sonuçlarını tanımayacağını söyleyerek, süresiz gösterilere başladı. AB’nin oyların yeniden sayımını isteyerek protestoculardan yana tavır takınması da, Belarus’ta bu sefer farklı gelişmelerin olabileceğine işaret ediyor.
Belarus, yaklaşık 207 bin kilometrekarelik yüzölçümü ve 10 milyon civarında nüfusuyla, bizim fazla bilgi sahibi olmadığımız ve Türkiye’den bakıldığında, Doğu Avrupa’nın uzak bir ülkesi gibi görünüyor. Oysaki burası, Baltık Denizi’nden Karadeniz’e uzanan zincir içinde, Rusya’nın yakın ilişkilere sahip olduğu tek ülke ve bu haliyle, eskiden beri, tıpkı Ukrayna gibi, Rusya ile Batı arasındaki rekabet bölgelerinden birini oluşturuyor.
Belaruslar (veya diğer adıyla Beyaz Ruslar), tıpkı Ruslar ve Ukraynalılar gibi, Doğu Slavları grubuna mensup bir halk. Tıpkı güneyindeki Ukraynalılar gibi, tarih boyunca Litvanyalılar’ın, Polonyalılar’ın ve Ruslar’ın egemenliğinde kalmış. Fakat Ukraynalılar’dan bazı önemli farklılıkları var. Birincisi, Belarus’ta, Rus karşıtı radikal milliyetçi eğilimler, çok zayıf (Ukrayna’da da 2014’teki ihtilale kadar zayıftı, Ukrayna’da Batı yanlıları ihtilal yaptıktan ve Rsuya Ukrayna’ya müdahale ettikten sonra, Rus karşıtı akımlar, Ukrayna’da yükselişe geçti). İkincisi, Ukrayna’dan farklı olarak, burada, bölgesel kutuplaşmaya rastlamıyoruz (oysa Ukrayna’da Rusya sempatizanı olan güney ve doğu illeri ile radikal milliyetçi olan batı illeri arasındaki kutuplaşma, Ukrayna’nın en önemli özelliklerinden biridir).
Belarus, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlığını kazandı. İktidarda, kısa süre içinde komünizmden Rus karşıtı milliyetçiliğe, Batı yanlılığına ve liberalliğe evrilen bir yönetici zümre vardı ve bu zümrenin yönetiminde, bağımsızlık sonrasındaki ilk üç yılda, ekonomide liberal politikalar, iç ve dış politikada ise, Rusya karşıtı, milliyetçi, Batı yanlısı politikalar uygulandı. Ancak, bu politikalar, ülkede geniş işsizliğe ve zengin-yoksul uçurumunun hızla artmadına neden oldu. Rusya karşıtlığının çok zayıf olduğu ülkede, radikal milliyetçi söylemler de destek bulamadığı gibi, Sovyet dönemine dönmek isteyenlerin sayısı, hızla arttı. Sonuçta, 1994’te düzenlenen ilk cumhurbaşkanlığı seçimlerini, Sovyet özlemini dile getiren, Aleksandır Lukaşenko kazandı ve o gün bugündür, iktidarda. Lukaşenko, sosyalizme dönmese de, sağladığı sosyal adalet düzeniyle, geniş kesimlerin desteğini ve sempatisini kazandı. Böylelikle, “halkın babası” imajına sahip oldu (gerçekten de, Lukaşenko’nun halk ve taraftarları arasındaki lakabı, “Baba” idi).
Lukaşenko’nun politikalarına, iki açıdan bakmak gerekir: Bir taraftan Lukaşenko, iktidara gelişinin ardından, mevkiini giderek sağlamlaştırdı ve otoriter bir yönetim kurdu. 2006’da da, cumhurbaşkanının en fazla üst üste iki kez görev yapabileceğine ilişkin anayasada yer alan kısıtlamaları kaldırarak, kendisine ömür boyu liderlik imkanını sağladı. Ama diğer taraftan, yukarıda değindiğimiz üzere, sosyal adalet ve sosyal refaha önem verdi. Dolayısıyla Lukaşenko, kesinlikle, “halkı fakir iken kendisi şatafat içindfe yüzen diktatör” imajına uymaz. Böyle olunca, Belarus’ta Batı yanlısı liberal siyasi oluşumların mücadelesi, toplumdan fazla bir destek bulamadı. Muhalif çevreler, çeşitli seçim dönemlerinde, Lukaşenko’nun seçimlere hile karıştırdığını söylese de, onun halkın çoğunluğunun desteğine sahip olduğunu inkar etmiyorlardı. Muhalifler, Lukaşenko’nun seçimlerde yüzde 50’ler civarında oy alacağını, fakat bunu yüzde 80’lerde göstereceğini iddia ediyorlardı. Bu son seçimlerdeyse, göreceğimiz üzere, bu durum değişti.
Lukaşenko, iktidara geldikten sonra, Rusya’yla yakınlaşmaya başladı, fakat Belarus’un Rusya’nın bir parçası olmasına, izin vermedi.
Rusya ile Belarus arasında Birleşik Devlet kurulması yolunda 1997’de antlaşma imzalandıysa da, bu konuda pek çok husus, kağıt üzerinde kaldı. Uzmanların da değindiği üzere, Birleşik Devlet projesine hızlı şekilde başlanıp sonradan yarım bırakılmasını en önemli nedeni, ilk başlarda Lukaşenko’nun, Birleşik Devleti’n başına geçmeyi planlamasıydı. Zira, o tarihlerde Belarus’un başında genç, dinamik ve popüler Lukaşenko, Rusya’nın başındaysa, yaşı ilerlemiş ve alkol skandallarıyla gündeme gelen, popülerliği giderek düşen Boris Yeltsin vardı. Ancak, 1999’dan itibaren bir başka “genç ve dinamik” siyaasetçi olan Vladimir Putin’in siyaset sahnesine girmesi ve hızlıca Rusya’nın başına geçmesi, Lukaşenko’nun planlarının sona erdiğini gösterdi ve Lukaşenko, bu tarihten itibaren, Birleşik Devlet projesine soğuk yaklaştı.
Burada belirtelim, Lukaşenko’nun Rusya’yla yakınlaşmaya, fakat onunla birleşmekten uzak durmaya dayanan politikası, kamuoyundan da destek buluyordu. Nitekim, Belarus halkı, Ruslar’ı kesinlikle düşman olarak görmemekle birlikte, Rusya’da aynı dönemlerde toplumsal adaletsizliğin, büyük zenginlerin ortaya çıkmış olması, Belarus’ta Rusya’yla birleşmeye soğuk bakılmasına neden olmaktaydı.
Belarus, Rusya ile çeşitli ekonomik ve siyasi entegrasyon projelerine (Gümrük Birliği ve akabinde Avrasya Birliği) girdi. İki ülke, aralarındaki sınır denetimini kaldırmıştı. Ancak korona virüsü salgını sonucunda Rusya, Belarus sınırını tamamen kapattı.
Batı’yla Rusya Arasında Manevra
Belarus, eski Sovyet coğrafyasında Rusya’nın en yakın müttefiki olarak nitelendirilse de, bunun her zaman böyle olmadığı görüldü. Örneğin, 2008 yılındaki Rusya-Gürcistan Savaşı’ndan sonra Rusya, Gürcistan’ın ayrılıkçı bölgeleri olan Abhazya ve Güney Osetya’yı bağımsız devletler olarak tanıyınca, Belarus bu karara destek vermedi ve aynı dönemde AB’nin ortaya attığı Doğu Ortaklığı projesine girdi. Bu da, ABD ve AB’nin Lukaşenko’ya ve diğer Belarus yetkililerine uyguladıkları yaptırımları kaldırmaya yöneltti. Fakat Lukaşenko yönetiminin 2010’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından muhalif gruplara müdahale etmesi ve 600’den fazla kişinin gözaltına alınması sonucunda, ABD ve AB, yaptırımları yeniden uygulama kararı alacaklardı. Bu yaptırımlar da, Belarus’un Rusya ile Ukrayna arasında 2014’te patlak veren krizde Rusya’ya uzak durması sonucunda yumuşatılmış olsa da, tamamen kaldırılmış değil. Ancak Belarus yönetimi, sahip olduğu imkânlar çerçevesinde, Rusya ve Batı arasında manevra yapmaya devam ediyor.
Belarus’taki refahın en önemli kaynaklarından biri, Belarus’un petrol rafinerilerine sahip olması ve Rusya’nın düşük fiyata verdiği petrolün bu rafinerilerde işlenerek diğer ülkelere satılmasıydı. Ancak, Rusya ile Belarus arasında son yıllarda baş gösteren petrol krizi, ilişkilerin bu konuda da bozulmasına neden oldu. Belarus yönetimi, bunun sonucunda, beklenmedik bir hamle yaparak, ABD’de petrol ithalatına başladı. ABD ile diplomatik ilişkiler de, bu yıl, 12 yıldan son ilk kez büyükelçi seviyesine çıkartıldı ve iki ülke birbirine yeniden büyükelçi tayin etti. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, bu yıl Minks’i ziyaret etti ve Lukaşenko, ziyaretin ardından, ABD ile ilişkilerde soğuk dönemin geride kaldığını ifade etti. Fakat ABD yönetimi, her şeye rağmen, Belarus’a uygulanan yaptırımları geçen ay, bir yıl daha uzattı. Dolayısıyla Lukaşenko, bu yakınlaşma girişiminden, beklediğini elde edemedi.
Lukaşenko’nun desteği neden zayıfladı?
Lukaşenko’nun toplumsal desteğini zayıflatan, başlıca üç unsur var: Birincisi, Lukaşenko’nun başa geçmesinden bu yana geçen 26 yılda, her yerde olduğu gibi, Belarus toplumunda da beklentilerde değişiklikler meydana geldi. İstikrar beklentisi, toplumun tek beklentisi olmaktan çıktı. İkincisi, Rusya’yla petrol krizi ve koronavirüsü krizinin de tetiklediği bir ekonomik kriz, Lukaşenko’dan memnun olmayanların sayısını arttırdı (Dünya Bankası, Belarus ekonomisinin bu yıl yüzde 4 oranında küçüleceğini öngörüyor). Son olarak, Belarus Cumhurbaşkanı’nın korona virüsü salgınını küçümsemesi ve tedbir almayı reddetmesi, ona yönelik tepkilerin yoğunlaşmasına neden oldu. Sonuçta iktidara yönelik tepkiler, kontrol edilebilir olmaktan çıktı.
Rusya’yla Görülmemiş Bir Kriz
Rusya’yla geçmiş yıllarda çeşitli krizler yaşanmış olsa da, ikili ilişkilerde en büyük sorun, geçtiğimiz günlerde görüldü. Lukaşenko, Temmuz ayı sonlarında, başkent Minsk yakınlarında, Rus özel savaşçı kuruluşu olan Wagner’e bağlı 33 kişinin ele geçirildiğini ve bunların, seçim döneminde Belarus’u karıştırmaya hazırlandığını söyledi. Belarus kuvvetlerinin de, Rusya sınırına kaydırıldığı bildirildi. Rusya, bu savaşçıların Belarus’tan transit geçme niyetinde olduklarını söylese de, Lukaşenko, bunların darbe hazırlığında olduğunu söylüyordu.
Ne var ki, pazar günü, tam da cumhurbaşkanlığı seçimleri devam ederken, Lukaşenko, Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’le bu savaşçılar konusunda anlaşmaya vardıklarını söyledi ve Wagner savaşçıları konusunun, iki ülkenin arasını açmak isteyen provokatörlerin işi olduğunu öne sürdü. Peki, gerçekte ne olmuştu? Belarus Cumhurbaşkanı, seçimden önce kamuoyunu kendi tarafına çekmek için hayali bir Rus düşmanı mı yaratmıştı (ki Rusyanın eski başbakanı, şimdiki Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitri Medvedev böyle söylüyor), yoksa gerçekten Lukaşenko, Rus özel birliklerinin bir şekilde Belarus’a müdfahale edeceğinden endişe ediyor muydu? Bunun yanıtını hemen şimdi vermek, zor. Fakat Lukaşenko’nun, kimi zaman Belarus milliyetçilerinin desteğini sağlamak için onlarla yakınlaştığı ve Rusya karşıtı söylemlere kimi zaman göz yumduğu, bir gerçek. Diğer taraftansa, 2014 yılında Rusya’nın Ukraya’nın Kırım Yarımadası’nı ele geçirmesinden ve Ukrayna’ya müdahale etmesinden sonra, Lukaşenko’nun aynı şeyin Belarusta ta tekrar etmesinden çekndiği ve 2015 yılında Rusya3nın Belarus’ta üs talebini geri çevirdiği, bir başka gerçek. Dolayısıyla, şu anda, Wagner savaşçıları konusunda her iki ihtimali de destekleyecek kanıtlar, mevcut.
Hem iç gelişmelerden hem de dış politikadaki yalnızlıktan tedirgin olan Lukaşenko, bu seçimlerin öncesinde, başka hiçbir zaman yapmadığı müdahalelerdce bulundu. Seçimlerin öncesinde aday olmak için imza toplayan ve Lukaşenko’ya karşı en güçlü iki aday olduğu söylenen Viktor Babariko ile Valeri Tsepkalo, bir şekilde tasfiye edildiler. Gazprom’un Belarus’taki iştiraki olan Belgazprombank’ın eski müdürü olan Viktor Babariko, karapara aklamakla suçlanıp cezaevine gönderilirken, diğer güçlü aday olan ve bir zamanlar Lukaşenko’nun yardımcısı ve Belarus’un Washington Büyükelçisi olarak görev yapan Tsepkalo, tehditler karşısında önce Moskova’ya, oradan da Kiev’e kaçtı. Bir diğer güçlü aday olan Sergey Tsihanovski de, ülkede iç karışıklıklar çıkarmaya çalışmaktan tutuklandı.
Beklenmeyen Kadın Aday
Fakat Tsihanovski’nin tutuklanması, yönetim açısından öngörülmeyen sonuçlara yol açtı. Tisikhanovski’nin eşi Svetlama Tsihanovskaya, eşinin yerine cumhurbaşkanlığına aday oldu ve muhalefetin en önemli ismi haline geldi. İşin ilginci, 37 yaşındaki Svetlama Tsihanovskaya’nın, hiçbir siyasi tecrübesi bulunmuyor. Ünüversitede, Eğitim Fakültesi’nde yabancı dil bölümünü bitirmiş ve İngilizce ve Almanca tercüman olarak, çeşitli Batılı hayır kuruluşlarında bir süre çalışmış ve evlendikten sonra, ev hanımı olmuş. O nedenle, geçen ay Tihanovskasya, yeterli sayıda imzayı toplayıp aday olduğunda, iktidar çevreleri, onu ciddi bir aday olarak görmemişti. Ne var ki, yukarıda bahsettiğimiz ilk iki aday olan ve bir şekilde tasfiye edilen Viktor Babariko ile Valeri Tsepkalo’nun seçim ofisleri, seçimlerde Svetlana Tsihanovskaya’yı destekleme kararı aldılar. Bu genç anne ve ev hanımı, yaptığı konuşmalarda, ortalama Belarus insanını temsil ettiğini ortaya koyuyor. Ayrıca, seçildikten kısa bir süre sonra, görevden çekilerek bu makamın deneyimli, yetkin kişilerin eline geçmesini sağlayacağını, siyasete devam etmeye niyetinin olmadığını, cumhurbaşkanı seçilirse ilk ve en önemli önceliğinin, siyasi ve ekonomik suçlardan hüküm giyenlerin tahliye edilmesi ve bu davaların yeniden görüşmesini sağlamak olacağını söylüyordu. Ortaya bir siyasi program koymaması ve liderliğe devam etme niyetinin olmadığını söylemesi, Lukaşenko’ya tepki duyan farklı kesimlerin onun etrafında birleşmesini kolaylaştırdı. Batılı medya kuruluşları da birkaç hafta boyunca, bu ev hanımı adayı parlatıp durdular.
Lukaşenko’nun bundan önceki seçimlerde en önemli bir kozu, kendisinin devlet yönetme tecrübesine sahip olması, muhalif adayların ise, bundan mahrum olmasıydı. Şimdiki muhalif aday Tsihanovnaya ise, kendisinin tecrübesiz olduğunu gizlemiyor ve siyasi özgürlükleri sağladıktan sonra, koltuğu deneyimli bir kişiye devredeceğini söyleyerek, tecrübesizlik konusunun kendisinin zayıf noktası olarak gösterilmesine engel oluyor.
Ukrayna İhtilalinin Belarus’a Etkisi
2014 yılında Ukrayna’da Batı yanlısı grupların ihtilal yaparak yönetime gelmelerinin ardından Rusya’nın Ukrayna’ya müdahale etmesi ve bunu takip eden birkaç yıl boyunca ülkenin yangın yerine dönmesi, Belarus’ta toplumun ihtilalden soğumasına neden olmuştu. Belarus yönetimi, Ukrayna’da meydana gelen çatışmaları sürekli ekrana taşıyor ve “ihtilalin sonu budur”, mesajını veriyordu. Zaten yaşlı bir nüfus olan Belarus’ta toplumun büyük kısmı, 1994 öncesinde ekonomide görülen belirsizlikleri ve yoksulluğu hatırladığı için, toplumun büyük kısmı, değişim kavramına doğuk yaklaşmaktaydı. Buna bir de, Ukrayna’daki ihtilalin olumsuz yönleriyle ilgili yayınlar eklenince, toplumun önemli bir kısmı, “yönetim değişikliği, Ukrayna’daki gibi olacaksa, hiç olmasın, daha iyi” demeye başlamıştı. Fakat aradan geçen sürede hem yeni neslin gelmesi, toplumdaki beklentilerin ve değer yargılarının değişmesine neden oldu.
Olaylar, neden büyüyebilir?
Belarus’ta geçmişte başka seçimlerde de polis göstericilere müdahale etmiş ve çok sayıda kişi, göz altına alınmıştı (2010’daki cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında 600’den fazla kişinin gözaltına alınmasında olduğu gibi). Fakat bu gösterilerde, muhalefet lideri, kendisini seçimin gerçek galibi ilan etmemişti. Şimdiyse, seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından, muhalif aday Svetlana Tsihanovskaya, kendisini, seçimin gerçek galibi ilan etti ve kesinlikle geri adım atmayacağını açıkladı. Bunun dışında, Avrupa Birliği, Belarus’ta oyların yeniden sayılması açıklamasında bulundu. Dıolayısıyla, resmi sonuçları tanımadıklarını açıkladılar. (2010’da da ABD ve AB, seçimden sonra polisin uyguladığı şiddeti kınamış ve Belarus’a ağır yaptırımlar uygulamıştı, fakat seçim sonuçlarını tartışmaya açmamıştı). Bu açıklama, muhalefete büyük bir moral güç verebilir.
Göstericiler, pazarı pazartesiye bağlayan gece, ertesi akşam tekrar toplanmak üzere, dağıldılar ve bundan sonra, her akşam gösteri yapacaklarını açıkladılar. Muhalif aday Svetlana Tsihanovskaya da, göstericilere, şiddetten uzak durma çağrısında bulundu. Ancak, Ukrayna’da 2013 sonunda başlayan ihtilali hatırlayanlar bilir: Ukrayna’daki ihtilal de sakin gösterilerle başlamış ve sonra, kimin açtığı bilinmeyen ateşle birkaç göstericinin ölmesi sonucunda, olaylar çığırından çıkmıştı. Belarus’ta başlayan gösterilerde hangi yabancı ülkenin ne şekilde etkisinin olabileceğini kestirmek, zor.
Belarus, Ukrayna’ya döner mi?
Belarus Cumhurbaşkanı Aleksandır Lukaşenko, 26 yıldan beri süren iktidarı boyunca, ihtilal girişimlerine karşı epey tecrübe edindi. Lukaşenko ayrıca, Ukrayna’da 2014’te meydana gelen ihtilalle ülkeden kaçmak zorunda kalan dönemin Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç’i, göstericiler karşısında kararsız ve çekingen kalmakla suçluyordu. Şimdi kendisinin de benzer bir durumla karşılaşma ihtimali var. Lukaşenko, gösterilerde yabancı ülkelerin provokasyonlarının olduğunu söylüyor. Rusya Cumhurbaşkanı Putin kendisini tebrik ettiğine göre, Lukaşenko’nun yabancı ülkelerden Rusya’yı değil, Batı’yı kastettiği sonucunu çıkartabiliriz. Burada biz, ihtilalle devrilen eski Ukrayna Cumhurbaşkanı Yanukoviç’in durumuna benzer bir duruma tanık oluyoruz: Yanukoviç de, Rusya yanlısı olarak bilinmesine rağmen, Batı’yla yakınlaşma girişimlerinde bulunmuş ve iki taraf arasında denge izlemeye çalışmıştı. Ancak, Batı ile Rusya arasında ilişkilerin soğumaya başladığı 2013 yılından itibaren her iki taraf da ona, “Ya bizdensin, ya karşı taraftan”, demişti ve Yanukoviç, Rusya’nın ambargo tehdidinden çekinip Rusya’yla son anda tekrar yakınlaşmış, bu nedenle de ABD ve AB, 2014’te Yanukoviç’e karşı yapılan ihtilale açık destek vermişti. Lukaşenko’nun da, ABD ve AB ile yakınlaşmadan beklediği desteği göremediğini ve Rusya ile yeniden “kardeş ülke” sloganı çevresinde yakın işbirliğine dönüldüğünü görüyoruz. Lukaşenko, AB’nin destek verdiği muhalif gruplara karşı kendi konumunu ne kadar savunabilecek, bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz.