Litvanya Parlamentosu, 10 Eylül cuma günkü oturumunda, radikal bir adım atarak, Belarus muhalefetinin liderlerinden (9 Ağustos’taki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefetin büyük kısmının etrafında birleştiği aday olan) Svetlana Tihanovskaya’yı “Belarus’un seçilmiş cumhurbaşkanı” olarak tanırken, muhaliflerin oluşturduğu Koordinasyon Konseyi’ni de, Belarus’un meşru hükümeti olarak tanıdı ve uluslararası toplumu, aynı yönde hareket etmeye çağırdı. Avrupa Birliği ve ABD’nin de Litvanya’nın tavrını desteklemeleri halinde, Belarus’ta Venezuela senaryosu uygulamaya konmuş olacak.
Belarus’ta 9 Ağustos’ta düzenlenen cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bu yana başlayan kriz, devam ediyor. Daha önceki yazılarda da değindiğimiz üzere, Rusya’nın Cumhurbaşkanı Aleksandır Lukaşenko’ya, Batılı ülkelerin ise muhalefetin başlıca adayı olan Svetlana Tihanovskaya’ya destek vermesi, meseleyi bir Rusya-Batı çatışması haline getirdi.
Batılı ülkeler, seçimlerden sonra tavırlarını aşama aşama sertleştirdiler. Önce oyların yeniden sayılması çağrısında bulundular, daha sonraysa, seçimlerin yinelenmesi çağrısında bulundular. Avrupa Birliği Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ise, açıklamasını daha da sertleştirerek, AB’nin Venezuella’da Maduro’ya yönelik tutumu neyse, Belarus’ta da Lukaşenko’ya yönelik tutumunun o olduğunu ve Lukaşenko’yu Belarus’un meşru cumhurbaşkanı olarak tanımadıklarını söyledi. Ancak, Batılı ülkeler, bunun ötesine geçip de muhalefeti ülkenin meşru yönetimi olarak tanımamıştı. Litvanya’nın attığı adım, siyasi krizde yeni bir aşamanın kapısının aralandığına işaret ediyor.
Venezuella’da ne olmuştu?
Bilindiği üzere, Venezuela’da 2019’da düzenlenen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde resmi sonuçlara göre mevcut Cumhurbaşkanı Nicolas Maduro’nun kazandığının açıklanmasına rağmen, muhalifler bu sonucu tanımadı. Bundan da ötede, ABD ve AB, açık şekilde destek verdikleri muhalif aday olan ve Parlamento Başkanı olan Juan Guiado’yu Venezuelna’nın meşru cumhurbaşkanı olarak tanıdılar. Bunun ardından, Maduro, ülkedeki ABD’li diplomatları istenmeyen kişi ilan edince, bu diplomatlar, “Biz, Maduro’yu cumhurbaşkanı olarak tanımıyoruz, o nedenle, onun ülkeyi terk etme isteğine uymayacağız”, diye açıklama yapmışlardı. O zamandan beri, Batılı ülkeler muhalefet liderini ülkenin meşru cumhurbaşkanı olarak tanırken, aralarında Türkiye ve Rusya’nın olduğu çok sayıda ülke ise, Maduro’yu meşru cumhurbaşkanı olarak kabul ediyor. ABD ve AB’nin tutumu, bir ülkenin egemenliğine açık bir müdahale idi. Zira bir ülkedeki seçim sonuçlarını kabul etmemekten daha da radikal bir adım olarak, bu devletler, bir ülkede fiilen denetimi sağlayan olağan yönetimi gayrimeşru ilan ederek, kendi ittifak kurdukları kişileri o ülkenin meşru yönetimi olarak görüyorlar. Geçmişte, çeşitli devletler, ele geçirmek istedikleri bir ülkenin “sürgün hükümetini” kuruyor ve o hükümeti ülkenin meşru hükümeti olarak kabul ediyor ve kendi kurdurdukları sürgün hükümetinin “çağrısıyla” o ülkeye giriyordu. (Sovyetler Birliği, 1939’da Finlandiya’ya bu şekilde girmeye çalışmış, fakat başarılı olamamıştı. 1940’taysa, Estonya, Letonya ve Litvanya’ya aynı yöntemle girmiş ve buraları ilhak etmişti.)
Litvanya Parlamentosu’nda 10 Eylül cuma günü kabul edilen tasarıyı hazırlayanlardan biri, Litvanya Dışişleri Bakanı Linas Linkevicius. Dolayısıyla, her ne kadar Litvanya cumhurbaşkanı veya Litvanya dışişleri bakanı, yurtdışında bulunan muhalif lideri meşru cumhurbaşkanı olarak tanıdıklarını açıklamış olmasa da, bunun an meselesi olduğunu ve bu kararın, Litvanya devlet yönetimi tarafından desteklendiğini söyleyebiliriz.
Belarus muhalefetini ülkenin meşru yönetimi olarak tanıma sinyali veren bir diğer ülke de, Polonya. Geçtiğimiz günlerde, Polonya’nın başkenti Varşova’da Belarus muhalefetinin merkezi olan “Belarus Evi”, Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki’nin ve Belarus muhalif adayın katıldığı bir törenle açıldı ve törende Morawiecki, Belarus Evi’nin altın anahtarını, Belarus muhalif lider Tihanovskaya’ya takdim etti. Polonya basınında çıkan haberlerde, Polonya Hükümeti’nin bu Belarus Evi’ni, kurulması düşünülen “Sürgündeki Belarus Hükümeti” merkezi olarak tasarladığı ifade ediliyor.
Polonya ve Litvanya, neden böyle davranıyor?
Polonya ve Litvanya, Belarus’ta cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birlikte başlayan krizde, en başından beri, Lukaşenko yönetimine karşı en sert ve en müdahaleci tutumu takındı. Lukaşenko yönetimine karşı en sert tavırların önce bu iki ülkeden geldiğini, daha sonra da, ABD ve AB’nin bu tavra katıldığını görüyoruz. Örneğin, Belarus’taki seçimlerin meşru kabul edilemeyeceği açıklaması, önce Litvanya, Polonya, Estonya ve Letonya’dan gelmiş, ABD ve AB’nin anı yöndeki açıklamaları, ancak sonraki gülerde yapılmıştı. Dahası, Belarus’un muhalif cumhurbaşkanı adayı Svetlana Tihanovskaya, Belarus’tan Litvanya’ya sığınmak zorunda bırakıldığında, ilk başta, Lukaşenko yönetiminin istediği şekilde beyanat verirken, Litvanya Dışişleri Bakanı Linkevicius, basına, “Tihanovskaya, birkaç güne kadar basına yeni bir açıklama yapacak”, diye beyanat vermiş, yani, bir ülkenin dışişleri bakanı, bir başka ülkenin muhalefet liderinin basın sözcüsü gibi hareket etmişti. Bu bir aylık süreçte, zaman zaman Tihanovskaya’nın siyasi mücadeleden çekilmeye yönelik demeçler verdiğini, fakat bunları sonraki günlerde, daha sert demeçlerin takip ettiğini görüyoruz. Bu da, çeşitli siyasi gözlemcilerin de işaret ettiği üzere, Litvanya’nın, Tihanovskaya’yı, kimi zaman kendisinin tercihlerine rağmen ön plana sürmek istediği izlenimini veriyor.
Polonya ve Litvanya, Doğu Bloku’nun ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana (yani, aşağı yukarı otuz yıldır), hem Belarus, hem de Ukrayna siyasetine aktif müdahalede bulunuyor ve bu ülkelerdeki Batı yanlısı kesimleri destekliyorlar.
Litvanya ve Polonya’nın Belarus ve Ukrayna’ya yönelik bu tutumlarının, birkaç nedeni var: Birincisi, bugünkü Belarus ve Litvanya toprakları, 1300’lü yıllardan itibaren önce Litvanya’nın, daha sonra da Polonya’nın egemenliğine girmişti. Bu nedenle, Polonya ve Litvanya, buraları, kendi tarihsel toprakları olarak görüyorlar. İkincisi, Polonya, “denizden denize” adlı politikası çerçevesinde, Karadeniz’den Baltık Denizi’ne kadar olan bölgede, ezeli düşmanı olan Rusya’ya karşı, bir tampon bölge veya bir güvenlik koridoru oluşturmaya çalışıyor ve bu doğrultuda, doğu komşuları olan Ukrayna ve Belarus’ta, Rusya karşıtı ve Batı yanlısı yönetimlerin olmasını savunuyor. Litvanya ve Polonya, Rusya’yı baş tehdit olarak gördükleri ve dolayısıyla dış politikalarını Rusya karşıtlığı üzerine oturttukları için, AB içinde en Amerikan yanlısı ülkeler olma özelliğine sahipler, çünkü Amerika’yı kendilerinin başlıca koruyucusu olarak görüyorlar. Bu nedenle de, ABD’nin Doğu Avrupa’da etkin olmasını, kimi zaman ABD’lilerin kendilerinden bile daha fazla savunuyorlar (ABD’nin Ağustos ayında Polonya yönetimiyle imzaladığı anlaşmayla Polonya’daki askerlerinin sayısını bin asker arttırmasını, Polonya yönetimi, iç kamuoyuna, kendisinin bir zaferi olarak gösterdi, “Amerikalılar’ı Polonya’daki varlıklarını arttırmaya ikna ettik”, diye). Böyle olunca, kimi zaman, ABD’nin Doğu Avrupa’daki bazı politikaları, öncelikle bu iki ülke tarafından dillendiriliyor.
Belarus muhalefeti, kime yaklaşacak?
Diğer taraftan, Litvanya’nın bu aşamada Belarus muhalefet hareketini “meşru yönetim” olarak tanımasının, bir önemli nedeni daha var: Ukrayna’dan farklı olarak, Belarus’ta Rus karşıtlığı, güçlü değil ve bir aydır Cumhurbaşkanı Alejsandır Lukaşenko’ya karşı protesto gösterilerine katılanların önemli bir bölümü, Rusya’yla ilişkilerin kopmasını istemiyor. Rusya yönetimi de, hem geçmişte Lukaşenko’yla çeşitli dönemlerde krizler yaşamış olduğu için, hem de, muhalif grupları kendinden uzaklaştırmamak için, muhalefetle de temas kurmak istiyor. Rusya’nın bir diğer amacının da, Belarus muhalefetini bölmek olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Lukaşenko’nun önde gelen siyasi rakiplerinden olan ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinden kısa bir süre önce tutuklanan Viktor Babariko ve onun yardımcısı Maria Kolesnikova, hem Rusya’yla ilişkiler konusunda hem de genel eylem planı konusunda, Litvanya’daki Svetlana Tihanovskaya’nın tutumundan daha farklı tutumlar ortaya koyamaya başladılar ve bu, Belarus muhalefetinin parçalanmaya başladığı şeklinde yorumlara neden oldu. Bu çerçevede, Litvanya’nın Belarus muhalefetini Belarus’un meşru yönetimi olarak tanıması, Belarus muhalefetindeki bölünmenin önüne geçmeyi de amaçlıyor.
Öte yandan, Belarus’la Venezuela arasında çok fark olduğu da ortada. Her şey bir yana, Venezuela’nın ABD’nin kendi arka bahçesi olarak ilan ettiği Amerika kıtasında yer almasına karşılık, Belarus, Rusya’nın arka bahçe ilan ettiği eski Sovyet coğrafyasında yer alıyor ve Ruısya’nın batı sınırında ilişkilerinin iyi olduğu tek ülke ve bir Slav ve Ortodoks ülke olması nedenleriyle Rusya açısından büyük öneme sahip. Rusya yönetimi de, Belarus konusunda kesinlikle kayıtsız kalmayacağını ortaya koydu. Bu şartlar altında, ABD ve AB’nin Litvanya’yı takip ederek Belarus muhalefetini Belarus’un meşru yönetimi olarak tanımaları, ancak ve ancak, Rusya’yla kesin bir zıtlaşmayı göze almaları halinde mümkün olur. Böyle bir zıtlaşmayı ne kadar göze aldıklarını da, önümüzdeki haftalarda, Batılı ülkelerin Rus muhalif lider Aleksey Navalni olayındaki tutumlarına ve Rusya’nın Kuzey Akımı-2 projesindeki tutumlarına bakarak, daha net değerlendirebileceğiz.