Deniz Berktay – Kiev
Belarus’ta gerçekleştirilen 9 Ağustos 2020 seçimlerinde resmi sonuçların mevcut Cumhurbaşkanı Aleksandır Lukaşenko’nun kazandığına işaret etmesine karşılık, muhalif grupların başlattıkları gösteriler, devam ediyor. Batılı ülkeler, muhalif gruplara giderek daha açıktan destek vermeye başladı ve mesele, açık şekilde bir Rusya-Batı çatışmasına dönüşüyor. Öte yandan gelişmeler, Batılı ülkelerin açık destek verdikleri ve çeşitli Doğu Avrupa ülkelerinde benzerlerini gördüğümüz olayları andırıyor (Ukrayna’daki 2004 ve 2014 ihtilalleri, Gürcistan’daki 2003 Gül Devrimi gibi). Belarus’un farkını bu yazıda kısaca değerlendirmeye çalışacağız.
Belarus’taki siyasi gelişmelerin arka planını şu makalede özetledik: http://soyledik.com/tr/makale/8098/belarus-doguyla-batinin-yeni-catisma-alani--deniz-berktay.html
9 Ağustos’taki cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce muhalif liderleri ya çeşitli suçlamalarla tutuklanmış ya da ülkeden ayrılmak zorunda kalmıştı. Ancak bu öngörülmeyen bir gelişmeye yol açmış ve tutuklanan liderlerden Sergey Tihanovski’nin eşi Svetlana Tihanovskaya, siyasi deneyimi olmadığı ve geçmişte bir Batılı sivil toplum kuruluşunda çalışmış, halihazırda ise ev hanımı olduğu halde, eşinin yerine seçimlerde aday olduğunu açıklamıştı. Seçimlere katılamayan diğer iki muhalif liderin seçim ofisleri de Tihanovskaya’yı destekleyince, Tihanovskaya, muhalefetin en güçlü adayı haline geldi. Seçimden sonra tek önceliğinin siyasi baskılara son vermek ve davaların yeniden incelenmesini sağlamak olduğunu söyledi ve bunun ardından evine çekilerek iktidarı “deneyimli, işinin ehli birine” devredeceğini açıkladı. Bunun dışındaki iç ve dış politika konulara, ekonomik konulara girmedi. Böylelikle, hem iktidarın “deneyimsizlik” ithamından kendisini korumuş oldu (halktan biri olduğunu zaten kendisi söylüyordu ve seçimden sonra da, görevi başkasına devredeceğini söylüyordu) hem de bu konulara girmeyince Lukaşenko’ya muhalif olan fakat farklı siyasi çizgileri savunan seçmenler ona yöneldi. Batı medyası da, seçimlerden önce Tsihanovsksaya’yı ön plana çıkarmaya başladı. Tshanovskaya, seçimlerden önce, geleceğin lideri olarak ön plana çıkartıldı.
“Lukaşenko, Yüzde 3 Alacak”
Belarus’ta 1994'te düzenlenen ilk cumhurbaşkanlığı seçimleriyle iktidara gelen ve sonradan giderek otoriter bir yönetim kuran Lukaşenko, Belarus’ta sosyal adalet ve refahı sağladığı için, eski yıllarda, toplumun genelinin desteğine sahipti. Fakat bu durum, Belarus ekonomisinin krizler yaşadığı son yıllarda değişmeye başladı ve Lukaşenko, toplum desteğini önemli ölçüde kaybetti. Özellikle genç kesimler, Batılı ülkelere seyahat eden ve buralarla iletişim halinde bulunanlar, değişim istemeye başladılar (fakat, çeşitli sokak röportajlarından da gördüğümüz üzere, değişim isteyenlerin önemli kısmı, eskinin yerine neyi koymak istediklerini, değişimden neyi kastettiklerini, bilmiyorlar. Pek çok ülkede görmeye alışık olduğumuz “statüko gitsin, değişim gelsin” söylemi, burada da nüfusun önemli kısmını etkisi altına aldı. Lukaşenko devrilirse, kısa sürede her bakımdan modern bir Batı Avrupa ülkesi olunacağına inananlar var).
Önceki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefet liderleri, Lukaşenko’nun geniş kamuoyu desteğine sahip olduğunu inkar etmezler, sadece, Lukaşenko’nun kendisine verilen oy oranını normalden yüksek gösterdiğini iddia ederlerdi. Bu seçimlerdeyse muhalefet, seçimden önce, Lukaşenko’nun seçimlerde yüzde 3 oy alacağını iddia etmeye başladı. Bunun dayanağı, bir internet sitesindeki ankete katılanların sadece yüzde 3’ünün Lukaşenko’ya oy vereceğini belirtmesiydi. Oysa ki, Belarus’ta herkes internet kullanmadığı gibi herkesin o siteyi ziyaret etmesi de söz konusu olamazdı. Fakat muhalif gruplar, bunu gerçek seçim sonucu olarak kabul ettiler ve seçimlere bu zihniyetle girdiler. Seçimlerin hemen ardından da gösteriler başladı.
Bundan önceki seçimlerde, özellikle 2010 seçimlerinde yine büyük protesto gösterileri yapılmış ve polis, 600’den fazla göstericiyi gözaltına almıştı. Bu seferki gösterilerin ise, hem nitelik hem de boyut olarak öncekinden farklı olacağı, kısa sürede belli oldu. Lukaşenko da bu seçimlerin gergin geçeceğini bildiği için seçimlerden kısa bir süre önce gerekirse orduyu sokağa indireceğini söylemişti. Nitekim, seçim sonrasındaki gösterilere müdahalede polisin yanı sıra, özel güvenlik kuvveti olan OMON birlikleri ve silahlı kuvvetler de devreye girdi. Bu zamana kadar 7 bine yakın kişi gözaltına alındı. Öbür taraftan önceki seçim sonrası gösterileri bir gece sürerken bu sefer, on gündür olaylar devam ediyor. Muhalif gruplar, kendilerini seçimlerin mutlak galibi olarak gördükleri için, daha sert mücadele ediyorlar.
Batı’nın tavrı
Muhalefetin başlıca adayı olan Tihanovskaya, seçimin ardından yaptığı açıklamada seçim sonuçlarını tanımadığını açıklamış ve mücadele edeceğini söylemişti. Fakat iki gün sonra Tihanovskaya, ülkeyi terk etmeye ikna edildi ve video kaydı yoluyla yaptığı açıklamada, “Tanrı, hiçkimseyi, benim karşılaştığım türden bir ikilemle karşı karşıya bırakmasın” diyerek Litvanya’ya gitti. Bundan sonra, çocuklarıyla ilgileneceğini söylüyordu ve muhalefeti, evlerine dönmeye, polise karşı gelmemeye çağırıyordu. Ne var ki, Tihanovskaya’yı kabul eden Litvanya Dışişleri Bakanı Linas Linkevicius, Tihanovskaya’nın yeni bir açıklamayı önümüzdeki günlerde yapacağını söyledi (Belarus muhalefet adayının adına konuşmuş oldu). Sonuçta Tihanovskaya, birkaç gün sonra yaptığı açıklamada, önceki açıklamasından çok farklı olarak Lukaşenko’ya karşı direniş komitesi kurma çağrısında bulundu.
Seçimlerden kısa bir süre sonra, Litvanya, Letonya, Estonya ve Polonya açıklama yaparak, Belarus’ta oyların yeniden sayılması çağrısında bulundular. Ardından da, daha radikal bir tutum takınarak seçimlerin yenilenmesini istediler. Bu dört ülke, Doğu Avrupa’da en ABD yanlısı ve Rusya karşıtı yönetimlerin olduğu ülkelerdir. Bunun dışında, Polonya ve Litvanya, bir zamanlar Belarus ve Ukrayna topraklarını yönetmişti (14. yüzyıldan itibaren birkaç yüz yıl boyunca). Batı Ukrayna ve Batı Belarus (bugünkü Belarus’un Brest ve Grodno illeri) toprakları da, 1939 yılına kadar, Polonya’nın elindeydi. O nedenle, bu iki ülke, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana, Belarus ve Ukrayna’daki Batı yanlısı gruplara ve bu ülkelerdeki ihtilallere, etkin destek vermiştir. Polonya milliyetçilerinin ve Polonya yönetici zümresinin önemli bir kısmı, “bağımsız Ukrayna olmadan, bağımsız Polonya olamaz”, der, ki bu sözü, “Ukrayna, Rusya’dan kopartılıp bir tampon bölge haline getirilmeden Polonya, kendisini Rusya’ya karşı güvende hissedemez” şeklinde tercüme etmek gerekir (Polonya milliyetçilerinin ve yönetici kadrosunun bir kısmıysa Ukrayna ile çatışma halindedir fakat bu, ayrı bir konu). Polonya’nın Belarus’a yönelik yaklaşımı da, benzer yöndedir. Polonya, Rusya’yla arasına, Baltık Denizi’nden Karadeniz’e kadar, Rusya karşıtı yönetimlerden oluşan bir güvenlik koridoru çekmek istemektedir, ki bu zincirin en zayıf halkası, Rusya’yla iyi ilişkileri olan Belarus’tur. Belarus’ta da Rusya karşıtı bir yönetim iktidara gelirse Polonya’nın tarihten beri “vid moja do moja” (denizden denize) olarak adlandırılan bu Baltık-Karadeniz zinciri tamamlanmış ve Rusya,kendisine düşman yönetimlerin olduğu devletler tarafından Batı’dan tamamen tecrit edilmiş olacaktır. Bu çerçevede, Litvanya ve Polonya’nın Belarus’a yönelik tavırlarını ve Belarus muhalefet liderini aktif tavır almaya sevketmelerini, hem kendi bölgesel politikalarının (Rusya’dan tecrit olma ve tarihte egemen oldukları Belarus’u denetleme) bir parçası hem de Batılı ülkelerin adına uygulanan bir politika olarak görebiliriz. Nitekim, protestoların biraz yoğunlaşmasının ardından, Avrupa Birliği’nin Belarus yönetimine yönelik ses tonunun giderek sertleştiğini görmekteyiz. Son olarak 19 Ağustos günü Almanya Başbakanı Angela Merkel, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin Belarus’taki seçimlerin sonuçlarını tanımadıklarını açıkladı.
Belarus’un Rusya açısından önemi
Belarus’a Rusya açısından baktığımızdaysa şöyle bir tabloyla karşılaşıyoruz: Rusya’nın batı sınırına baktığımızda, kuzeybatıdaki Finlandiya’yı saymazsak, komşularının hemen hepsiyle sorunlu olduğunu görüyoruz. Estonya, Letonya ve Litvanya, 1940’a kadar bağımsız ülkeler iken bu tarihte Sovyetler Birliği tarafından ilhak edilip sovyet cumhuriyetleri haline getirilmişlerdi. Sovyetler Birliği dağılır dağılmaz da, bu üç ülke, eski Sovyet coğrafyasındaki hiçbir entegrasyon projesine dahil olmadan, deyim yerindeyse, arkalarına bile bakmadan, Batı’ya entegre olma yoluna gittiler, AB ve NATO üyesi olarak ülke güvenliğini de NATO’ya emanet ettiler. Polonya’nın zaten tarihten bu yana Rusya’yla ilişkileri sorunluydu ve Polonya yönetimi de, güvenliğine baş tehdit olarak Rusya’yı gördüğünden, NATO üyesi oldu. Ukrayna, 2014 yılındaki Batı yanlısı ihtilalden ve Rusya’nın Kırım Yarımadası’nı ele geçirip Doğu Ukrayna’daki Donbas’a müdahale etmesinden beridir Rusya’yla fiilen savaş halinde bulunuyor. Ukrayna’nın güneybatısında, eski Sovyet cumhuriyetlerinden Moldova’da yönetimin bir kısmı Rusya yanlısı olsa da, Moldova’nın Rusya’yla sınırı bulunmuyor. Bu şartlar altında, Rusya’nın batıda ilişkilerinin iyi olduğu bir tek Belarus’un kaldığını görüyoruz.
Buna ek olarak, Belarus halkı, Ruslar gibi, Slav kökenli (Ruslar, Ukraynalılar ve Beyaz Ruslar, “Doğu Slavları” grubuna mensup). Rusya’da 1860’lı yıllardan beridir resmi düzeyde “Slav birliği” söylemi var. Fakat şu anda Slav ülkeleriyle ilişkilerine baktığımızda, çoğunluğu Ortodoks mezhebine mensup olmayan Slav halklarıyla ve ülkeleriyle (Polonyalılar, Çekler, Slovaklar, Slovenler, Hırvatlar) ilişkilerinin kötü olduğunu, Ortodoks Slav halklarının ise bazılarının NATO üyesi (Bulgaristan, Karadağ ve son olarak Kuzey Makedonya) olduklarını veya Ukrayna gibi, Rusya’yla fiilen savaş halinde olduklarını görüyoruz. Bu çerçevede, Rusya’daki “Slav birliği” söylemini destekleyecek, iki ülke kalıyor geriye: Nereye yöneleceği belirsiz olan Sırbistan ve Aleksandır Lukaşenko’nun idaresindeki Belarus.
Belarus yönetiminin Rusya yönetimiyle ilişkilerine baktığımızda, hiç de pürüzsüz olmadığını fakat mevcut şartlarda iki ülkenin birbiriyle iyi ilişkiden başka seçeneklerinin bulunmadığını görüyoruz.
Belarus, 1997'de Rusya’yla Birlik Devleti anlaşması imzaladı. Ancak, 1999’da Rusya’da Vladimir Putin gibi nisbeten genç ve enerjik siyaset sahnesine girip yükselmesi, Lukaşenko’nun bu projeden biraz uzaklaşmasına neden oldu. Sonuçta, önceden planlanan ortak para birimi projesi gerçekleşmedi ve Lukaşenko, Rus işadamlarını Belarus’tan bir ölçüde uzak tutmayı başardı. Diğer taraftan Belarus; Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Ermenistan’ın dahil olduğu Avrasya Birliği üyelerinden. Savunma alanında da, yine bu ülkeler ve Tacikistan’la birlikte, Kollektif Güvenlik ve Savunma Antlaşması Örgütü’ne mensup. Ama diğer taraftan, Lukaşenko, ülkesinde Rus üslerinin kurulmasına, izin vermedi.
Dış politikaya baktığımızda da, Belarus yönetimi, genellikle Rusya’yı dış politikada desteklemiş olsa da 2008'deki Rus-Gürcü Savaşı’nda ve 2014 ve sonrasındaki Ukrayna Krizi’nde, tarafsız bir tutum takındı ve böylelikle, Batılı ülkelerin takdirini kazandı. Bu da, Batılı ülkelerin Belarus yönetimine (muhalefete yönelik baskılardan ötürü uygulamakta oldukları) yaptırımları kaldırmasına veya askıya almasına yol açmıştı.
Ekonomi ve enerji alanında Belarus, büyük ölçüde, Rusya’ya bağımlı. Belarus ekonomisinde petrol endrüstrisi, büyük yer tutuyor ve Belarus, Rusya’dan ucuza ithal ettiği petrolü işleyerek başka ülkelere satıyor. Son zamanlarda Rusya’yla bu konuda yaşanan anlaşmazlıklar sonucunda Belarus yönetimi, ABD ile anlaşmaya varmış ve ABD, Belarus’a petrol ihraç etmeye başlamıştı. Fakat ABD petrolünün maliyet ve miktar bakımından Rus petrolünün yerini ne kadar alabileceği, tartışma götürür bir konudur.
Dolayısıyla, iki ülkenin birbiriyle bu zamana kadarki ilişkilerine baktığımızda, genellikle yakın olduklarını fakat Lukaşenko’nun, mevcut şartlar dahilinde Rusya’yla Batı arasında manevralar yaptığını görüyoruz. Son olaylarsa Lukaşenko yönetiminin iki taraf arasında manevra yapma ve Rusya’dan kendisini uzak tutma imkanlarını büyük ölçüde ortadan kaldırdı. Putin ve Lukaşenko, geçen haftasonu, iki kez telefon görüşmesi gerçekleştirdi ve Putin, olayların “Birlik Devleti’ne zarar vermeyecek şekilde çözülmesini” umduğunu söyledi. Lukaşenko da, Belarus’ta muhalefetin giriştiği protestoları Batı’nın komplosu olarak değerlendirdiği için, Batı’dan Belarus’a bir müdahale olması halinde, Rus Ordusu’nun, Belarus’un ilk çağrısıyla Belarus topraklarına gireceğini söyledi. Lukaşenko, böylelikle, Rus faktörünü iki şekilde kullanmaya çalışıyor: Bir taraftan, ülke içindeki muhaliflere ve onları açıktan destekleyen Batı’ya, kendisinin yalnız olmadığını gösteriyor ama diğer taraftan da, Belarus kamuoyuna, “eğer karışıklıklar büyürse, Rusya müdahale eder” diyerek 2014'te Ukrayna’da meydana gelen olayları ve Rusya’nın müdahalesini örnek gösteriyor. Böylelikle, Rusya’yı “öcü”, kendisini “ehven” ve “bağımsız lider” olarak göstermiş oluyor.
Luakşenko’nun Rusya’yla zaman zaman yaşadığı çatışmalara baktığımızda (bunların en önemli olanı, Wagner savaşçıları idi), Rusya’nın onu neden desteklemeye devam ettiği sorusu sorulabilir. Zira, bazı Rus uzmanlar da, Lukaşenko’nun bu krizi atlattıktan sonra yine bazı konularda Batı’yla yakınlaşmaya çalışacağını söylüyor. Bu sorunun, başlıca iki yanıtı var: 1- Lukaşenko, Belarus siyasetinde Rus yanlısı çizgiyi savunan ve siyasette kendisine rakip olabilecek olan herkesi bir şekilde siyaset sahnesinden silmeyi başardı. Böylelikle kendisini, Rusya açısından tek seçenek haline getirdi. 2- Rusya’da da 2024’te cumhurbaşkanlığı seçimleri olacak ve Putin’in kamuoyu desteği zayıflıyor. Belarus’taki protesto gösterilerinin başarıya ulaşması ve Lukaşenko’nun devrilmesi, Putin yönetimi için son derece olumsuz bir örnek olur ve Rusya’daki Putin karşıtlarını cesaretlendirir. O nedenle Putin, Lukaşenko’yla bazı sürtüşmelerini bir tarafa bırakarak, ona bu süreçte destek olmak zorunda.
Protestolar, Lukaşenko’yu neden zora soktu?
9 Ağustos pazar günü seçim sonuçlarının ardından başlayan ve takip eden günlerde akşam saatlerinde düzenlenen gösteriler, büyük çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu sokak gösterileriydi ve aralarında, reşit olmayan çok kişi de vardı. Belarus güvenlik güçleri, bu sefer biraz zorlansa da, durumu kontrol altına almayı ve bunların üstesinden gelmeyi başardı. Ne var ki, Lukaşenko’yu zora sokan, bazı fabrikaların işçilerinin siyasi greve gitmesi oldu. Belarus’ta büyük işletmeler, devlete ait ve bu fabrikaların bazılarında, işçiler, Lukaşenko’nun seçimleri yeniden düzenlemesi talebiyle, süresiz iş bırakma eylemine gitti. Gün geçtikçe greve katılanların sayısı artıyor. Lukaşenko, 1994'te işçilerin ve köylülerin desteğini alarak iktidara gelmişti ve hala işçiler, onun dayandığı başlıca kesimlerden birini oluşturuyor. Lukaşenko, sürekli gazetecilerle birlikte devlet fabrikalarını ziyaret etmeyi ve üretimin ne kadar iyi olduğunu duyurmayı, işçilerle birlikte görünmeyi severdi. Şimdi bu kesimin de bir bölümü, muhaliflerin tarafına geçti. Lukaşenko’nun geride bıraktığımız hafta boyunca sürekli fabrika ziyaretleri yapması sebepsiz değildir. Bu eylemin ne kadar yayılacağı önümüzdeki günlerde belli olacak.
Lukaşenko, nerede yanlış yaptı?
Son haftalarda yaşananlara baktığımızda, Lukaşenko’nun temel hatasının, toplumun değer yargılarının değiştiğini farkedememek olduğunu görüyoruz. Lukaşenko, 1994’te, Sovyetler Bişrliği’nin dağılması sonrasında ekonomik açıdan perişan olmuş ve istikrar arayan seçmenlerin desteğiyle iktidara gelmişti. Geçen zamanda ortaya çıkan yeni nesil ise ekonomik istikrar ortamında yetiştiği için “istikrar” söylemini cazip bulmuyor ve “değişim” beklentisi içine giriyor (değişimin ne olduğu belli olmasa bile). Yine Lukaşenko, Belarus’un kırsal kesiminin erkek egemen değer yargılarını yansıtıyor (son konuşmalarında bile işçilere “sizinle erkek gibi konuşuyorum” demişti. Konuşmasından, “erkek adam” ifadesi, eksik olmuyor). Bu söylemler, eski Sovyet ülkelerinin kırsal kesiminde beğeni toplayan söylemlerdi. Buna karşılık, ülkenin büyük şehirlerinde yetişen, Batılı ülkelere seyahat eden veya o ülkelerle bir şekilde iletişim halinde olan yeni nesil, bu söylemlere ve bu lider imajına sıcak bakmıyor.
Lukaşenko’nun değer yargılarının değiştiğini nasıl gözden kaçırdığını gösteren en çarpıcı örnek, onun seçimlerden önce kadın cumhurbaşkanı adayı konusunda söylediği sözler oldu. Cumhurbaşkanlığı adaylarının açıklanmakta olduğu günklerde Lukaşenko, “bizim ülkemizde kadın cumhurbaşkanı olamaz” demişti fakat gördüğümüz üzere muhalif çevreler, bir ev hanımı olan Svetlana Tihanovskaya’nın çevresinde birleşti.
Lukaşenko’nun bir diğer hatasının ise, kendisine bağlı kitle örgütleri kurmayı ihmal etmek olduğunu görüyoruz. Nitekim, seçmenin önemli bir kısmının da Lukaşenko’yu desteklemesine karşılık, bu kesimin mitingler için seferber edilemediğine, sokak gösterilerinin, mitinglerin hemen hemen tamamının muhalefet tarafından düzenlendiğine tanık olduk. Bu da, bütün halkın Lukaşenko’ya karşı olduğu izleniminin oluşmasına neden oldu.
Belarus, Ukrayna’ya döner mi?
Belarus’un güney komşusu olan ve halkının çoğunluğu Beyaz Ruslar gibi Doğu Slavları’na mensup olan Ukrayna, ihtilallere ev sahipliği yapmış bir ülke. Ukrayna’nın 29 yıllık bağımsızlık tarihinde, iki tane Batı yanlısı ihtilal meydana geldi: 2004'teki turuncu devrim ve 2014'teki ihtilal. Bu nedenle, Belarus’taki gelişmeler, akla Ukrayna’yı getiriyor. Ne var ki, iki ülke arasında bazı önemli farklar var. Bunlara kısaca bakarsak:
1- Ukrayna’ya baktığımızda, yüzölçümünün Belarus’un neredeyse üç katı, nüfusunun ise dört katı fazla olduğunu görüyoruz. Diğer taraftan, Ukrayna’nın batı bölgelerinin Batı yanlısı, Ukrayna milliyetçisi ve Rus karşıtı olmasına karşılık, Güney ve Doğu Ukrayna illerinin, Rusya sempatizanı olduğunu görüyoruz. Son yıllarda Rusya’yla olan kriz nedeniyle bu denge Batı yanlıları lehine olarak bozulmuş olsa da, ülke, genel olarak bu iki kutup arasında bir dengede bulunuyor ve ülkenin bir bölümünün desteğini alan lider, ülkenin diğer bölümünün tepkisini çekiyor. Belarus’a baktığımız zamansa böyle bir kutuplaşmanın olmadığını görüyoruz. Evet, şehir merkezleri ve özellikle Grodno gibi batıdaki şehirler, Polonya’nın etkisine daha açık ve oralarda gösteriler daha şiddetli devam ediyor. Ama, Ukrayna’daki gibi bir bölgesel kutuplaşma, söz konusu değil. Bu sayede, bir liderin ülkeyi yönetmesi, çok daha kolay.
2- Belarus halkı, genel olarak Ukraynalılar’a göre daha sabırlı ve istikrara daha düşkün.
3- İlk iki nedene bağlı olarak Ukrayna’da bir siyasetçinin uzun süre ülkeyi yönetebilmesi neredeyse imkansız. Ukrayna’nın 29 yıllık bağımsızlık tarihinde 6 cumhurbaşkanı iktidara geldi. Bunlardan sadece Leonid Kuçma iki dönem üst üste seçilebildi (1994-2004). Diğer cumhurbaşkanları, sadece bir dönem görev yapabildiler. Hatta Rusya’ya yakın çizgideki Viktor Yanukoviç, ilk görev süresini bile tamamlayamadan 2014'teki ihtilalle ülkeden ayrılmak zorunda kaldı. Belarus’taysa Lukaşenko, 26 yıldan beri ülkeyi yönetiyor.
4- Lukaşenko, 26 yıldır iktidarda olduğu için herşeye rağmen devleti yönetme tecrübesine sahip. Bu nedenle, Ukrayna’da 2004 ve 2014 ihtilallerinde devlet yöneticilerinin düştükleri tereddütlere Lukaşenko’nun düşmediğini ve bu zamana kadar krizi bir şekilde idare edebildiğini görüyoruz.
5- Yukarıdaki nedenlere bağlı olarak Ukrayna, Batılı ülkelerin yaptırımlarına karşı çok daha kırılgan durumdaydı ve bu nedenle, ABD ve AB, 2004 ve 2014 siyasi krizleri sırasında Ukrayna yönetimine baskı uygulayınca bu, yöneticileri muhalefet liderleriyle uzlaşma masasına oturmak zorunda bırakıyordu. Belarus’un ise Rusya’yla ekonomik ilişkilerinin daha yoğun olması ve ülkede “Rusya yanlısı-Batı yanlısı” şeklinde bir bölgesel kutuplaşmanın olmaması, Lukaşenko’nun Batılı ülkelerle yaşadığı krizleri daha kolay atlatmasını sağladı. ABD ve AB, 2006 seçimlerinden sonra da Belarus yöneticilerini istenmeyen kişi ilan edip Belarus’a yoğun yaptırımlar uygulamaya koymuştu ve 2010 seçimlerinden sonra bu yaptırımları yinelemişti fakat Belarus yönetimi, bu yaptırımları atlatmayı başardı.
6- Ukrayna’da hem 2004 hem de 2014 ihtilallerinde, Batı yanlısı gruplar, başkent Kiev’in merkezindeki Bağımsızlık Meydanı’nı ele geçirip buralarda çadırlar, kamplar kurmuştu ve Bağımsızlık Meydanı, her iki ihtilalin de merkezi olmuştu. Lukaşenko ise Ukrayna deneyimini de gördüğü için, Belarus’ta 9 Ağustos akşamı başklayan gösterilerde, göstericilerin herhangi bir sabit noktada yerleşmesine izin vermiyor. Böyle olunca, gösteriler başlayıp bittikten sonra, göstericiler evlerine dağılıyor. Bu da, bir süre sonra, gösterilerin kanıksanıp katılımın düşmesine neden olabilir.
7- Tarih açısından baktığımızdaysa Belarus’la Ukrayna arasında şöyle bir fark görüyoruz: Ukrayna’da da, 2014'te Rusya’yla fiilen savaş haline girilmesinden önce Rusya karşıtı milliyetçi akımlar zayıf olsa da, ülkenin en batısındaki illerde, yani yerel düzeyde, Rusya karşıtı milliyetçi akımlar, güçlüydü. Öte yandan, Ukrayna’nın Sovyetler Birliğinin dağılmasından önceki dönemde bağımsızlık deneyimi, sınırlı da olsa vardı (1917-1920 yılları arasında Kiev ve çevresinde egemen olan Ukrayna Halk Cumhuriyeti, belli bir toplumsal desteği sahip olmuş, fakat daha sonra, köylülerin Sovyet kuvvetlerinin tarafını desteklemesinin de etkisiyle, bu devlet, Sovyet orduları tarafından ele geçirilmişti). Belarus’taysa Rusya karşıtı akımlar Ukrayna’yla kıyaslandığında çok daha zayıf. Belarus’un 1991’den önce Rusya’dan koptuğu ve bağımsız bir devlet olduğu dönem, neredeyse hiç yok: 1918 yılında, Birinci Dünya Savaşı devam ederken, bölgeyi ele geçiren Alman kuvvetlerinin desteğiyle Belarus Halk Cumhuriyeti diye bir yönetim kurulsa da, bu devleti Almanya bile tanımamış ve devletin toplumsal desteği çok zayıf olduğundan birkaç ay sonra, Alman kuvvetleri bölgeden çekilirken bu devlet de yıkılıvermişti. (Protestolarda göstericilerin kullandığı beyaz-kırmızı-beyaz renkli bayrak da, işte hem bu 1918’de kurulup birkaç ay varlık gösteren Belarus Halk Cumhuriyeti’nin bayrağıydı hem de Belarus’un 1991’de bağımsız olmasından 1994’te Lukaşenko’nun cumhurbaşkanı olmasına kadar geçen sürede, Belarus’un bayrağı idi. Lukaşenko, cumhurbaşkanı olduktan sonra Sovyet dönemi sembollerine dönmüş ve bu çerçevede, Belarus’un bayrağını da değiştirmişti.) Günümüzde de, muhalifet liderlerinin Batı yanlısı olmasına karşılık, dış politika konusunu hemen hiç gündeme getirmediklerini görüyoruz. Çünkü, toplumun önemli bir kısmının Rusya’ya yakınlık duyduğunu ve Rusya’yla bağları koparmak istemediğini biliyorlar.
8- Belarus’un resmi dilinin Belarusça olmasına karşılık, kamusal alanda Rusça egemen. Halkın da büyük çoğunluğu, kendi gündelik hayatında Belarusça değil, Rusça konuşuyor. Gerek Cumhurbaşkanı Aleksandır Lukaşenko gerekse muhalefetin cumhurbaşkanı adayı Svetlana Tihanovskaya, konuşmalarını Rusça yapıyor. Ukrayna’da bir siyasi liderin – hele de cumhurbaşkanının- bütün konuşmalarını Rusça yapması, büyük skandallara neden olurdu. Belarus’taysa Rusya karşıtlarının desteklediği adayın bile Rusça konuşması, olağan karşılanıyor.
Ancak, önümüzdeki dönemin farklı bir sürece yol açma ihtimali var: Nasıl ki Ukrayna milliyetçiliği, 2004 ve 2014 ihtilallerinde güçlendiyse ve kitleselleştiyse, aynı şekilde, bu protestoların devam etmesi, Rusya karşıtı Belarus milliyetçiliğinin kitleselleşmesine yol açabilir. Aynı şekilde, her ne kadar muhalefet taraftarlarının hepsi Rusya karşıtı değilse de, Rusya yönetiminin Lukaşenko’dan yana tavır alması, siyasi krizin bir ihtilale dönüşmesi ve Lukaşenko’nun iktidarı kaybetmesi halinde Rus karşıtlığı, toplumun geniş kesimlerine yayılabilir.
Belarus’ta güvenlik güçlerinin duruma hakim olduğunu gören muhalifler, güvenlik güçlerini kendi yanlarına çekmeye çalışıyor. Muhalefet karargahından son olarak yapılan açıklamada, güvenlik güçlerinin göstericilere müdahale etmekten vazgeçmesi karşılığında, muhalefetin iktidara gelmesinden sonra onlara ücretsiz konut vaadinde bulunmaları da, bu stratejinin en açık kanıtı. Gösterilerden bu yana birkaç polis memurunun kasklarını çöpe atıp mesleği bıraktıkları görüldü. Güvenlik güçlerinde böyle bir çözülme devam eder mi, bunu da önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Lukaşenko’dan uzlaşma sinyali
Lukaşenko, muhalif eylemler karşısında geri adım atmadığını gösterse de toplumsal desteği yeniden sağlamak amacıyla yeni bir formül ortaya attı. Cumhurbaşkanı’nın ortaya koyduğu bu formüle göre, bir kurul oluşturularak yeni bir anayasa belirlenecek ve bu anayasa çerçevesinde Lukaşenko, yetkilerinin bir kısmından vazgeçecek. Bu anayasanın referanduma sunulması ve kabul edilmesi halindeyse, iki yıl kadar sonra, yeniden cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılması öngörülüyor. Yani, Lukaşenko, sokak gösterilerini ve yurtdışından seslenen muhalefet liderlerini muhatap almadığını açıklasa da, toplumsal uzlaşı için böyle bir adım attı. Bunun da kamuoyundan ne kadar destek göreceğini, önümüzdeki günler ortaya koyacak.