Brexit hem bir süreç hem bir olaydır; Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden çekilmesini ifade eden bir olaydır; bu olay 31 Ocak 2020 tarihinde gerçekleşmiştir. Süreç niteliğindeki Brexit Birleşik Krallık’ta 2016 yılında gerçekleştirilen Avrupa Birliği referandumu ile başlamıştır ve devam etmektedir.
31 Ocak 2020 yılında gerçekleşen Brexit olayı Birleşik Krallık tarihi açısından da Avrupa entegrasyon hareketi açısından da tarihsel bir dönüm noktasıdır; bu dönüm noktası doğal olarak Avrupa Birliği karşıtı siyasiler ve vatandaşlar tarafından kutlama konusu olmuştur; böylesine tarihi bir dönüm noktası olan Brexit olayı, Brexit Partisi Başkanı Nigel Farage’ın Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı konuşma ile, Parlamento'nun doğasını tekrar anlamak adına da fırsata dönüşmüştür. .
Nigel Farage’nın Avrupa Parlamentosu’nda Parlamento üyesi olarak söz alıp konuşmasından, özellikle de Brexit olayı gibi tarihi bir olay hakkında konuşmasından daha olağan bir şey olamaz; konuşması esnasında Avrupa Birliği’ni eleştirmiştir; hatta “nefret ettiğini” söylemiştir; zira kendisi her ne kadar Avrupa Parlamentosu üyesi olmaya bayılıyor ise de Avrupa Birliği karşıtıdır ve karşıtlığını da ifade etmesi doğaldır. Brexit nedeniyle Avrupa Birliği’ne mutlu bir şekilde “goodbye” demek istemiştir ve demiştir.
Doğal olmayan Nigel Farage ve Parlamento’daki arkadaşlarının Parlamento sıralarında Birleşik Krallık bayrağını sallamaları olmuştur; oturumu yöneten Parlamento üyesi bu durum karşısında tepkisi göstermek zorunda kalmış, Nigel Farage’nın mikrofonunu kapamış ve “lütfen, bayrakları kaldırın” demiştir. Oturumu yöneten Parlamenter bir adım daha ileri giderek “bayraklarınıza da giderken yanınızda götürün” ifadesini kullanmıştır.
“Avrupa Parlamentosu’nda bayrak sallanmaz” diye yazılı bir kural yoktur; isteyen Nigel Farage örneğinde gördüğümüz gibi bayrak sallayabilir; ama Avrupa Parlamentosu’nun doğası itibarıyla, “lütfen, bayrakları kaldırın” diyen oturum başkanının yaptığı gibi uygun görülmez. Neden? Parlamenterler doğrudan halk tarafından seçilerek Parlamento’ya gelirler; üye devletlerin hükümetleri tarafından atanmış değillerdir; üye devletlerin hükümet temsilcileri değillerdir; doğrudan vatandaşların temsilcileridir. Parlamenterler ulusal kimliklerine göre gruplanmaz; siyasi görüşlerine göre gruplanır; yani Parlamento’da “İrlandalı vekiller”, “Polonyalı vekiller” gibi gruplaşmalar olmaz; Hıristiyan demokratlar, sosyal demokratlar, yeşiller gibi gruplaşmalar olur. Kısaca Parlamento Avrupa Birliği’nin supranasyonel niteliğinin temsilcisidir; intergovernmental boyutunun değil. Hal böyle olunca Avrupa Birliği vatandaşlarını siyasi görüşler bazında temsil etmesi gereken Parlamenterlerin, Parlamento’nun supranasyonel niteliğini göz ardı edecek şekilde, üye devlet temsilcisi gibi davranması uygun görülmez. Aynı şey Avrupa Komisyonu için de geçerlidir; üstelik Komisyon üyelerinin isimleri üye devlet hükümetleri tarafından belirlenmiş olmasına rağmen –bir onay süreci vardır- Komisyon üyesinin de Nigel Farage gibi davranması uygun görülmez; Zirve’de ya da Konsey’de ola ki biri bayrak sallarsa kimse de sert tepki göstermez; zira bunlar intergovernmental organlardır.
Nigel Farage Avrupa Parlamentosu’nda bayrak sallamanın uygun görülmeyeceğini bilmiyor olamaz; bilakis bildiği için bayrak sallamıştır. Zira vermek istediği bir mesaj var; “artık Avrupa Birliği’nin kuralları bizi bağlamaz” mesajı; “supranasyonel bir yapıdan kurtulduk” mesajı; “egemenliğimizi geri aldık” mesajı. Ama “bayraklarınızı giderken yanınızda götürün” diyen Parlamenterin de verdiği bir mesaj var; “sizden kurtulduk!”.