Taraflar arasında Suriye’nin kuzeydoğusunda bir güvenli bölge kurulması için müzakereler devam ediyor. Ancak sosyal medyanın sansasyon severliğini de dikkate alarak popülarite peşinde koşan bir zevat sürekli neyin nasıl kötü olduğunu ve aslında yapılan o işin neden o şekilde yapılmaması gerektiğini belirtiyor. Peki dayandıkları nokta neresi? Genel geçer bir ifade ile kafalardaki sanrılar ve onları destekleyen dedikodu içerikli yaklaşımlar. Öncelikle şunu ifade edeyim ki propaganda yalan üzerine yapılmaz. Bilakis propaganda düşük gerçeklik seviyesinin toplumun zihninde sansasyonel ifadeler kullanılmak suretiyle büyük abartı katılarak gerçekleştirilir. Ancak sonucunda propaganda genel bir gerçek dışılığı ifade eden, toplumsal hezeyanı artıran ve bu özelliği ile de çok fazla alıcı bulan bir yapıya sahiptir.
Askeri kariyerine Amerikan tayyarelerinde başlamış ve neticelendirmiş bir emekli general daha Türk ve Amerikan taraflarının görüşmeleri devam ediyorken müşterek operasyon merkezi elbette İncirlik’te kurulacak diyordu. Bu o kadar elbette bir durumdu ki aksi bile düşünülemezdi. Zira yazan da bir generaldi ve bunu bilmesinden daha olağan bir durum söz konusu bile olamazdı. Peki ne oldu? Müşterek operasyon merkezi kurulma çalışmaları Şanlıurfa’da başladı. İlgili şahıs çıkıp kusura bakmayın bilemedim merkez burası değil ve İncirlik üzerinden yaptığım ajitasyon için özür dilerim dedi mi? Elbette hayır. Öyle diyorlar, ben bilmem vallahi dedikoduyu da hiç sevmem tavrıdır bu… Bu tavır da günlük hayattan, siyasi hayata kadar her alanımızda her kademedeki insanda görülmektedir.
Bir başka örnek vereyim; anlı şanlı bir gazeteci yahut bir ara öyle bir iş yaptı… Suriye devleti, çıkarlarını Suriye’den daha fazla savunuyor diye bir laf attı ortaya… Hep verdiğim küçük bir örneği vereyim, Esad’ın Putin’e ulaşmaya çalışırken kolundan çekilerek kenara konduğu görüntü! Bunu nedense “habercilik” yapan bir kesim kesinlikle görmek istemez. Çıkarlarını bizim devletimizden daha iyi savunan devletin başkanının yürürken nerede duracağına onun koltukta kalmasını sağlayan devletin yani Rusya Federasyonu’nun askeri karar veriyor.
Bir örnek daha, yıllar önce bir üniversitede katıldığım Suriye konulu konuşmada yanımdaki konuşmacı Esad güçlerinin Halep’i almasını Kurtuluş Savaşında Sakarya Muharebesinin kazanılmasına benzetmişti. Bir İstiklal Savaşı gazisinin torunu olarak bu ifadeyi hakaret olarak kabul edeceğimi açık bir şekilde ifade etmiştim. Zira Rusya Federasyonu’nun askeri desteği ayakta duran bir yapı ile yedi düvele karşı verilen anlı şanlı bir mücadelenin benzetilmesinden hicap duyarım. Bütün bunlar sadece küçük birer örnek. Bunların bir de Amerikan modelleri var…
Türkiye S-400’lerin alımını başlattığı sırada bas bas bağırıyorlardı CAATSA var ABD’nin düşmanları ile mücadele için çıkardığı yasa. Bunun Türkiye ile olan ilgisini henüz çözemedim. Sanırım ABD ile iyi ilişkiler kurulmadığı takdirde CAATSA yaptırımlarının Türkiye’ye uygulanacağını belirten hatta hezeyan halinde dile getirenler de çözemedi. Zaten yaptırımın falan da uygulandığı yok. Bir de Magnistky Yasası vardı. Bir sürü yaptırım uygulanacak Türkiye ekonomik olarak çökecek bu yüzden de mutlaka ABD ile uzlaşılmalı diye birtakım yorumlar yapılıyordu. Hatta işi biraz daha ileriye götürüp ABD’nin politika yapıcılarına Türkiye’ye niye yaptırım uygulanmıyor diye kızan “yorumcular” da mevcuttu. Yani mesele neredeyse ABD’nin niye dümen suyuna girilmediği için kızanların Türkiye’nin “çıkarlarını” düşündüğü bir alana gelmişti.
Bu uluslararası ölçekli politikayı ve dış politika analizini bilmemek yahut bildiği halde meselesi ABD yahut Rusya’nın çıkarlarını üstü örtülü bir şekilde Türkiye’nin politikalarını yönlendirme çabası ile yürütmekten kaynaklanan bir davranış muhtemelen. Bu noktadan bakınca Türkiye’nin bağımsız bir devlet olduğunu gözden kaçırarak yapılan ABD’nin yahut Rusya’nın dümen suyuna girmeye yönelik çağrıların elbette Türkiye Cumhuriyeti Devletinin çıkarlarına uygun olmadığı görülecektir. Özellikle Suriye’nin kuzeyinde son dönemde yaşanan gelişmelere ve Rusya Federasyonun tavrına bakıldığında Türkiye Cumhuriyeti Devletinin pozisyonuna bakıldığında geçen hafta ayrıntılı bir şekilde tekrar ortaya koyduğum denge politikasının gerekliliği bir kez daha görülebilecektir.