Mart 2011’de Suriye’de olaylar başladığında ABD’nin Irak’ta Saddam’ın devrilmesinde olduğu gibi bir askeri harekâtla devrilmesi gerektiği yönünde önde gelen düşünce kuruluşları bir hayli yayın yaptı. Burada benim en çok dikkatimi çeken ise Brookings Enstitüsünden Şadi Hamit idi.
Bu yayınların akabinde ABD politika yapıcıları üzerinde Suriye’ye Esad’ın devrilmesi için deyim yerindeyse bir baskı politikası oluşturulmaya çalışıldı. Bu politikanın temelinde Suudi Arabistan’ın, Suriye’de Esad’ın desteklenmesine dayalı olarak, İran’ın alan kazanmasını engellemek bulunuyordu.
ABD’nin politika yapıcılarının ise Suriye’ye yönelik politik amacı özellikle Afganistan ve Irak işgalleri sonrasında yüklendiği ağır ekonomik yük ve insan kaybının getirdiği iç politik sorumluluktan sıyrılabilme yönündeydi. Buna istinaden de 5 Ocak 2012 tarihli strateji belgesini oluşturdular. Bu aşama Suriye meselesinin kırılma noktası oldu.
ABD bu stratejiye dayalı olarak 2013 yılından beri belli bir ölçekte politik ve askeri olarak geriden yönetme (leading from behind) kavramına dayalı olarak bölgede çeşitli gruplarla operatif ve taktik seviyede ilişki kurmak suretiyle çıkarlarını ortaya koyuyor. Tabii ABD’nin bu politika uygulaması aynı zamanda PYD gibi bir terör örgütü ile irtibatını da beraberinde getiriyor.
Öte yandan Rusya Federasyonu, SSCB döneminden beri deniz üssü bulunan Suriye’de bu kriz ve iç savaş dolayısıyla çok daha geniş bir alana sahip oldu. Ancak Rusya her ne kadar tesir alanını genişletse ve Esad yönetimine özellikle 2015 sonrası dönemde giderek artan bir yoğunlukta askeri koruma sağlasa da tıpkı ABD gibi istediklerine kavuşması tam olarak mümkün değil.
ABD ve Rusya Federasyonu, Suriye’de radikal terör örgütlerinin bertaraf edilmesi hususunda bir mutabakatları olsa da Esad yönetiminin devamı hususunda tam tersi görüşlere sahipler. Üstelik şu andaki gelişmeler de bir anayasa komisyonunun oluşturulması, bölgedeki güvenliğin temini gibi yaklaşımlar dolayısıyla Rusya’nın taleplerinin de tam olarak karşılanamayacağı bir ortama işaret ediyor.
Bu aşama Türkiye Cumhuriyeti Devletinin denge politikasını öne çıkarıyor. Özellikle Afrin operasyonu sonrasında ortaya çıkan güç dengesinde, Türkiye önemli bir pozisyon kazandı. Zira sadece bazı taleplerini söylem bağlamında dile getiren bir ülke olmaktan, masada sahada operasyon yapabilen bir ülke olduğu için eli güçlü konuma yükseldi. Türkiye için Astana ve Soçi aynı zamanda Cenevre için de bir öneme sahip…
ABD Devlet Sekreterliği Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, Astana’nın fişinin çekilmesi gerektiği konusunda bir kelam etmişti. Bu akıllara zarar bir ifade. Böyle bir durumda Türkiye Cumhuriyeti Devletinin milli çıkarları ve bekasının sürdürülmesi konusunda Suriye politikası açısından eli kısıtlanmış olacaktı. Belki de sayın eski büyükelçi bu amaçla fişin çekilmesi gerektiğini ifade etti. Yani ABD’nin daha rahat hareket edebilmesi… Bu noktada “James zaten Ankara’da büyükelçiydi öyleyse bizimle iyi çalışır” görüşüne sahip olanlara da bir uyarıda bulunmak isterim. “James”iniz ABD’nin bir personeli yani doğal olarak öncelikle kendi memleketi çıkarı doğrultusunda hareket eder. Bu çıkar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çıkarları ile ters düşerse de bizim çıkarlarımız umurunda bile olmaz!
Bu yazı kaleme alınırken, İdlip’te başta HTŞ olmak üzere radikal terör örgütlerinin varlığı, Fırat’ın doğusunda ABD’nin çekilmesinin ardından ortaya çıkacak olan yeni güç dengesinin şekillenmesi ve Suriye Anayasası Yazım Komisyonunun oluşturulmasına dair görüşmeler devam ediyor. Türkiye’nin Suriye’deki dönüşüm hükümeti konusunda en yüksek seviyede söz sahibi olabilmesi için sahada varlığını devam ettirirken, denge politikasını uygulaması gerektiği de artık gün gibi ortada. Bu denge politikası fikrine karşı çıkanlar da artık çok şükür susmuş vaziyette.
Bu aralar en büyük lafazanlık Esad ile irtibat kurulmalı açısından yapılıyor. Böyle bir irtibatın yani diplomatik ilişkinin tesis edilebilmesi için öncelikli olarak Esad’tan da tıpkı ABD’den istendiği gibi PYD ve unsurları ile ilişkisini ortadan kaldırması istenmeli. Unutmayınız 1998 Adana Mutabakatı da buna benzer bir talebin gerçekleştirilmesi sonrasında ortaya kondu ki belli bir açıdan Türkiye Cumhuriyeti Devletine müdahale yetkisi de veriyor bu mutabakat. Dolayısıyla içinizdeki Rus sevgisinin Esad yansıması onun PYD ile ilişkisi görülmeden filizlenmesin. Umarım ki görüşmeler neticesinde de söz konusu denge politikasının sonuçları olumlu bir şekilde elde edilerek güvenlik sorunlarımızın daha az olacağı bir ortam oluşturulabilir.