Yıllardan beri Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir denge politikası yürütmesinin beka meselemizde temel dayanak olduğunu söyler dururum. Bazen kerameti kendinden menkul karşı görüşlerle karşılaştım. Benim tarif ettiğim ilişki şekline Rusya Federasyonu izin vermez yahut ABD izin vermezmiş!
Hanımlar ve beyler sizlerin zihnindeki Türkiye Cumhuriyeti Devleti ilkokula giden bir talebe midir ki herhangi bir izne ihtiyacı olsun? Bu nasıl bir güç kavramı analizidir? Hangi seviyede bir okumadır? Uluslararası politika alanında ahkâm kesip de güç analizi yapamayanlar için şiddetle ilk giriş olarak Martin Wight'ın Power Politics adlı eserini tavsiye ederim.
Peki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ABD ve Rusya Federasyonu arasında bir denge politikası yürütebiliyor mu? Kesinlikle evet. Yukarıda genel olarak tanımlanan zevatın sanrılarının aksine gücünüzü görünür kıldığınızda sizinle devletler aynı masada buluşuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin'in gerçekleştirdiği görüşme sonrası Putin'in açıklamaları da bu durumu işaret eder nitelikte.
Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin'in güvenli bölge meselesine istinaden Türkiye'nin çıkarlarına ve güvenliğine saygı duyulduğu hususundaki açıklaması en azından Türkiye'nin girişimleri açısından olumlu bir bakışın olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla Türkiye'nin Afrin Harekâtı ile başladığı güç uygulaması tarafların ki taraflar burada ABD ve Rusya Federasyonu'dur, masaya çekilmesinde başarılı olmuştur.
Bir ekâbir taifeyi kendi zanlarıyla baş başa bırakarak gelelim güç uygulaması meselesinin ne olduğuna. Bu uygulamayı dış politikada iyi teşkil edilmiş bir ordu ve hariciye ile gerçekleştirebilirsiniz. Ne hariciyeniz ne de silahlı kuvvetleriniz tek başına bir anlam ihtiva etmez. Tam tersi özellikle bu dönemde ikisi birbirinin tamamlayıcısı konumumdadır. Hatta buna elin gâvuru diplomatik savaş (diplomatic warfare) demiş. Yani hedefinizi güç kullanarak sahada, diplomasi kullanarak masada hizaya çekmek.
Bunun gerçekleştirilebilmesi için bir devlet gerekir. Yani uluslararası sistemik yapıda eyleyen birimlerin en önemlisi… Ardından bu devletin kendine yardım (self-help) ilkesi bağlamında hareket edebilmesi gerekir. Bütün bunların aslında bizim dilimizde ve geleneğimizde yer ettiğini de bir kez daha ifade edeyim… Kendi göbeğini kesmek deyimi tam olarak self-help ifadesidir. Afrin harekâtı öncesi bu harekâtın gerçekleştirilemeyeceği yönünde de hayli olumsuz yorumlar bulunuyordu.
İşin acı tarafı yorum yapmayı işkembe-i kübradan gerine gerine atmak olarak tanımlandığı entelijansiyamızda bu işin üzerine de pek gidilmedi. Yani ne “yahu zaten operasyona takat kalmadı nasıl yapılacak” diyenler ne de “operasyon ne dengesi getirecek ABD, Rusya masaya niye otursun” diyenlerden pek ses seda çıkmıyor. Şimdi ise yapılmaya çalışılan şey bir güvenli bölgenin tesis edilmesinin Türkiye aleyhine olacağı asıl çözümün ise Esad ile ilişki kurmak olduğu yönünde açıklamalar.
Bu açıklamaları yapanlarla, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir operasyon gerçekleştiremez, gerçekleştirse de tarafları masaya çekemez diyen zihinler üç aşağı beş yukarı aynı olduğu için çok da ciddiye almaya gerek yok. Bu rotayı gösterenlere küçük bir hatırlatma yapalım. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Atilla Ateş'in Hatay'daki denetleme sırasında Suriye'ye yönelik yaptığı uyarıdan sonra bölücü başının ülkeyi terk ederek önce Moskova ardından İtalya oradan da Nairobi'deki Yunanistan misyonuna giden seyahat süreci başladı. Bunun ardından Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye arasında Adana Protokolü imzalandı.
Putin bu protokole de atıfta bulunarak 1998 Adana Protokolünün geçerliliğini koruduğunu ve bunu Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırlarının güvenliğinin bir garantisi olduğunu belirtti. Bu noktada sorulması gereken bir soru şudur; kendi ülkesi dışında bir ülke ile yapılan protokol hakkında nasıl bir açıklama yapabilir? Eğer bu açıklamayı yapabiliyorsa protokolü yapan ülkenin şu anki devlet başkanı ve yönetiminin garantörü sıfatıyla mı yapmaktadır? Eğer böyle bir durum söz konusu ise bizim kamuoyunda bolca boy gösteren ve Esad'la ilişki kurulmalı diyenler ne düşünmektedir?
Soruları şuraya koyduktan sonra gelelim bölücü başının yukarıdaki andığımız rotasına. Şam'dan kaçan eli kanlı katil soluğu Moskova'da almıştır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin girişimleri ile dönemin Rusya Federasyonu Büyükelçisi Aleksandır Lebedev dönemin başbakanı Mesut Yılmaz'a bölücü terör örgütü elebaşının Rusya Federasyonundan çıkarıldığını belirtmiştir. Burada bir soru daha soralım, Şam'da bulunan bu eli kanlı katil Suriye'nin Türkiye'den korkusu nedeniyle sığınağını terk etmek zorunda kalınca neden ilk seçenek olarak Moskova'yı tercih etmiştir? Burada acizane bir yorum daha yapayım o dönem eli kanlı bölücü başının izlediği rotayı izlemeniz pek çok katkıda bulunacaktır size…
Bütün bunlar göz ardı edilmeden diplomasi ve istihbaratın temel tanımını unutmamak gerekmektedir. Bir masa etrafında oturan kişilerin masanın üzerinden yüzlerine gülerken, masanın altından bacaklarını tekmeleyerek kırmak sanatıdır diplomasi ve istihbarat. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devletinin dostları ya da düşmanları yoktur. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin gücü ve çıkarları vardır. Devlet ebed müddettir.
Yukarıda kısaca değinmeye çalıştığım süreç de göstermektedir ki devlet hayatında bir iğne ucu kadar yer kaplayan 20 yıl öncesinde bugün aman masaya oturalım çözüm üretelim başka seçeneğimiz de yoktur denilen aktörler aslında Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhinde gayet net ve açık bir şekilde faaliyet göstermiştir. Bugün de ellerinde fırsat olduğu takdirde benzeri bir davranışı sergilemekten geri durmayacaklardır. Dolayısıyla devletlerin dostu değil çıkarları vardır görüşünü akıldan çıkarmadan şu an sürdürülen denge politikasının sürdürülmesi ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kontrolü altında bir tampon bölgenin tesisi elzemdir. Allah o işleri kotaracak babayiğitlere ve devlete zeval vermesin.