Daha başlığı görür görmez uluslararası politika çalışmalarına akademik ilgisi olanların büyük çoğunluğunun aklına hemen son dönemin kurtarıcı çıkış noktası, teori zannedilen yaklaşım, “yumuşak güç” gelmiştir. Öyle ya bir ülkeye başka bir ülkenin yol, su, elektrik götürmesi yumuşak güç uygulamasıdır. Üstelik yol, su, elektrik götüren ülkeyi, yol su elektrik götürülen ülke aşk ile sever ve bir daha sözünden hiç çıkmaz... Gelelim moral değerler politikası mevzuuna. Bunu 1990 sonrası SSCB yıkıldıktan sonra ABD dış ve uluslararası politikası nasıl yürütülür sorusuna cevap arayan bir Amerikalı akademisyenin tanımlaması ile ele alabiliriz ve bunu yapmak aslında bir bakıma da Amerikan politikasının tekrarı olur. Üstelik bu durumun Amerikan çıkarları hususunda ne denli etkili olacağına da herhalde ayrıca dikkat çekmeye gerek yoktur.
ABD, II. Dünya Savaşının sona ermesinden bir yıl sonra 1946’da George Kennan adında bir diplomatın Moskova’da görevliyken; SSCB’nin çevrelenmesi politikasını tetikleyecek olan tarihe “uzun telgraf” olarak geçen raporu göndermesi ile olaylar değişir. Zira o tarihe kadar, Nazi Almanyasına karşı aynı saflarda yer alan ABD ve SSCB, bundan sonra iki rakip haline dönüşmüştür. Ancak bu mücadele şekli daha önce tarihin şahit olmadığı şekle büründü. Zira tarafların silahları o kadar kuvvetliydi ki birbirleri ile doğrudan savaşarak sorunları çözebilmenin bütün dünyanın yıkılmasına gidecek yolu açacağı endişesi ile başka yollar tespit etmek zorunda kaldılar. Her iki devlet de yendikleri Nazi Almanyası’nın propaganda tekniklerini aldı. Ancak bu hususta ABD, SSCB’ne nazaran daha başarılı bir performans sergileyerek Goebbels’i bile kıskandıracak propaganda teknikleri geliştirdı.
İşte bu nokta öncelikli olarak, Edwart Hallett Carr’ın güç üzerinden kanaat üretmek kavramının, bir devletin ekonomik ve askeri gücüne dayalı olarak ortaya çıktığı zamana şahit olunmasını sağladı. Böylece ABD, üretmiş olduğu ekonomik ve askeri güç üzerinden, Amerikan Rüyası, demokrasinin desteklenmesi, özgürlüğün sürdürülmesi gibi çok havalı ama önünde sonunda kendi çıkarlarına hizmet eden söylemlerle hedef ülke ve bölgelerde politika yürütmeye başladı. Bu aşama pek çok şuurdan ve tanımlamadan uzak komplo teorisi meraklısının da ilgisini çekerken; Amerikanvari düşüncelerini, tam da Amerikan karşıtıymış gibi sunmalarına izin vererek, ABD’ne hizmet edebilme fırsatını da tanıdı.
Bu durumu şöyle açıklayalım, Kenneth Waltz’un yazılarını eleştirmeye meraklı olduğu halde onu okuma zahmetine katlanamayanların bilmediği bir şekilde, Waltz 1954 yılında tamamladığı doktora tezinde ülkelerin lider/kanaat önderi kadrolarının angaje edilmesi meselesini ayrıntılı bir şekilde ele almış, bu türlü faaliyetlerle de Amerikan gücünün dünya geneline empoze edilebileceğini belirtmiştir. Türkiye’deki medyada ve sosyal medyada “Amerika Büyük Orta Doğu Projesini tıkır tıkır yürütüyor”, “Amerika zihinleri kontrol ediyor”, “Amerika düğmelere basıyor”, “zaten onlarda öyle bir güç var ki Türkiye’yi bölecekler” nevinden aslında hiçbir temele dayanmazken; ABD’ye de olağanüstü bir güç vehmeden bir insan topluluğu var. Bu topluluğun önemli bir kesimi de bu söylemi benimserken kendisini Amerikan karşıtı olarak tanımlıyor. İşte insana karşıtı olduğu şeye destek vermeyi ve bunu yaptığının bile farkında olmamayı sağlayacak politik tanımlama kanaatin güç üzerinden üretimidir ki; bunun bir kısmı da Nye tarafından yumuşak güç olarak tanımlanmıştır.
Sizler, medyada reyting ve okunma oranları, sosyal medyada beğeni peşine düşerek Amerikan karşıtlığı kisvesiyle ABD propagandanıza devam ederken, geliştirdiğiniz söylemin II. Dünya Savaşı sonrasında güçlendirilen bir ABD propaganda aygıtı olduğunu anlayamayacak kadar zayıf bir literatür taramasına sahipsiniz. İşte yumuşak gücün bir başka devlete yol döşemekten ziyade zihinlere kendi propaganda taşlarını döşemesi hikâyesi böyle başlamıştır. Bu yapısı ile de ABD, bir cephe savaşının yükünden kurtularak, Amerikan karşıtı gibi görünen zihinler aracılığı ile dile getirilmesini sağladığı Amerikan propagandası ile kazanım elde etmektedir.
ABD, bu yaklaşımını geliştirip üzerine her geçen gün bir tuğla daha koyarken, bizlerin asıl bilmesi ve üzerine yürümesi gereken husus ABD’nin propaganda faaliyetleri ile geliştirdiği ve kendisi hakkında aşı güç vehmedilmesine sebep olan yorum ve yazıların aslında ABD çıkarlarına hizmet eden bir araç olduğudur. Bu noktada en çok dikkat edilmesi gereken söylemler; ABD’nin Türkiye’yi bölebileceği ve BOP gibi politikalarla istediği her şeyi istediği her zaman yapabileceğine yönelik ifadelerdir. Bu ifadelerin genel olarak da Atatürk’ü sevdiğini ve saydığını iddia eden ve öyle görünen zihinler tarafından dile getirilmesi de ayrı bir sorundur.
Zira buram buram umutsuzluk ve çaresizlik ve bunun üzerine başka bir devletin mutlak hakimiyetine dayalı bir ifade içeren bu söylemlerin sahipleri, Mustafa Kemal Atatürk’ün “umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır; ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim” vecizesinden haberdar olamayacak; Kurtuluş Savaşı ruhu ve kahramanlarını bu söylemleriyle hiçe sayacak kadar kasıtlı yahut bu bilgiden uzaktır.
Bu aşamada ABD’nin güç üzerinden kanaat üretme propagandasında kendi kültürünü aşılama yaklaşımına da dikkat çekmekte fayda vardır. Amerikan kültürünün yalnızca “ekmek arası Amerikan köftesi” yemek ile sınırlı olduğunu zanneden bir zihin türüne karşın; söz konusu kültürün, daima kıyamete dayalı, -burada kıyamet bizim dinimizin açıkladığı bir şekilden ziyade kötücül güçlerin dünyaya hakimiyeti bağlamındadır- umutsuzluk aşılayan bir yaklaşımının olduğunu da gözden kaçırmamak gerekir.
Dolayısıyla ABD’nin moral değerlere dayalı dış politikasında sloganik ifadelerle kendisine karşıymış gibi duran ancak söylemlerinin sonuçları bağlamında ABD propagandası yapan kanaat önderlerinin önemli bir yeri mevcuttur. Bu yönteme aynı zamanda Rusya ve Çin Halk Cumhuriyetinin de başvurduğunu gözden ırak tutmamak gerekmektedir. Moral değerlere dayalı politika yapım sürecinin de sadece bir kesiminin ele alınarak, yol yapım çalışması şeklinde açıklanmaya çalışılması bir hayli sorunludur. Güç dengesinin sağlanabilmesi için oluşturulan politikalar da devletin çıkarları doğrultusunda atılan adımlardandır.