23 Haziran 2016 tarihinde Birleşik Krallık’ta gerçekleştirilen referandumda seçmenin % 51.9’u tercihlerini Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılması yönünde kullanınca, Avrupa entegrasyon hareketinde ilk olacak şekilde, bir üyenin Birlikten ayrılması süreci, Brexit adı altında başladı. Bu sürecin, Kurucu Antlaşmaların çekilmeyi düzenleyen hükmüne riayet edildiği takdirde (öyle de olmalı) Mart 2019’da tamamlanması gerekiyor.
Çekilmenin resmen tamamlanmış olması gereken tarih yaklaştıkça, konu üzerinde çalışan uzmanların “kötümser” ve “iyimser” olarak ayrıldığı görülmekte ki; aslında bu da normal. Neticede Britanya halkı da referandumda oy kullanırken Brexit’i kendilerince “iyi” ya da “kötü” olarak nitelendirmişti.
“Kötümser” uzmanlar, Brexit sonrası Avrupa Birliği ile Birleşik Krallık ilişkilerinin nasıl olacağı sorunu üzerinde kafa yorarken, çekilme tarihi yaklaştıkça bu soruna dair bir açıklık getirilmemesi nedeniyle, kendilerini en kötü senaryoya, yani “No Deal” çekilme senaryosuna hazırlıyor görünüyorlar. “No Deal” çekilme, taraflar arasında çekilmeyi düzenleyen bir antlaşma yapılmaksızın Birleşik Krallık’ın Birlik’ten çekilmesi demek; yani malların serbest dolaşımından tutun da Avrupa Birliği kurumlarında çalışan Birleşik Krallık vatandaşlarının durumuna kadar, hiçbir konunun düzenlenmediği bir çekilme demek; kısaca kaos demek. Brexit sürecini takip edebildiğim kadarıyla, Londra’nın çekilme kararı alan taraf sıfatıyla Birliğe karşı müzakere pozisyonunu güçlendirmek adına “No Deal” durumunu kullandığı, yani “kaos kartı” ile Avrupa Birliğini “kendince yıldırmaya” çalıştığı izlenimi edindim ama Londra gerçekten “No Deal” çekilmeyi istiyorsa ya da iç siyasetinde hiçbir diğer alternatif üzerinde anlaşılamadığı için “No Deal” çekilmeden başka çaresi yoksa durum daha fena demektir. Zira “No Deal” in müzakere masasında bir kart olması, kaosun gerçekleşmemesini ihtimal haline getiriyor.
Bir de “iyimser” uzmanlar var ki, bunlar Brexit sonrası Birliğin taktığı “prangalarından” kurtulmuş Birleşik Krallık’ın ne kadar da özgür olacağını vurguluyorlar. Bu uzmanlar, Birliğe üyeliğin gerektirdiği egemenlik devrini, özgürlüğün kısıtlanması olarak okuyor iseler, Brexit sonrası ülkelerinin özgür olacağını düşünmeleri konusunda haklılar; ama Birliğin ülkelerine “getirileri” olduğunu da unutmuş görünüyorlar; en azından üyelikte Londra’nın tüm Birliği ve Birliğin üçüncü ülkelerle ilişkilerini düzenleyecek kararlarda söz hakkı vardı!
Bu günlerde “iyimser” uzmanların özellikle Brexit ile Londra’nın dış ticari ilişkilerini yönetme hususunda egemenliğini geri alacak olmasına vurgu yapıyor olmaları dikkat çekici. Vurgu yaptıkları tespit doğru ama bu durum bir çekilme antlaşması akdedildiği takdirde antlaşmanın hükümleri çerçevesinde şekillenecek.
Çekilmenin Londra ve Brüksel arasında bir çekilme antlaşması akdedilmeksizin gerçekleştiğini, ya da akdedilen çekilme antlaşmasında Londra’nın Birliğin ortak ticaret politikasından istisnasız ve geçiş süreçleri öngörülmeden çekildiğini varsayalım; işte bu durumda Londra, “iyimser” uzmanların altını çizdiği gibi, Birliğin değil tamamıyla Britanya’nın çıkarları uyarınca, özgürce, neyi nasıl istiyorsa öyle, üçüncü ülkeler ile ticari ilişkiler kuracak. İlk akıllarına gelen de ABD tabii. Londra ve Washington arasında bir serbest ticaret anlaşması yapılması hususu…
“İyimserleri” bu konuda heveslendiren de aslında Washington. ABD’nin Londra büyükelçisi, Trump’ın Birleşik Krallık ile ikili ticaret anlaşması yapmayı çok istediğini, müzakerelerin de 2019 Mart ayı sonlarında başlamasını öngördüğünü belirtti.[i] Neden Mart ayı? Mart ayı Birleşik Krallık’ın Birlikten çekilmesinin resmen gerçekleşeceği ay ve Mart ayının altını çizen Büyükelçi, Washington’ın Londra ile müzakereye oturma konusundaki kararlılığını da vurgulamış oluyor böylece. Hatta anlaşmanın taslak metninin bile hazır olduğu, bu metinde taraflar arasında malların ve hizmetlerin serbest dolaşımı önündeki engellerin kaldırılması, yatırımların teşvik edilmesi, kamu ihalelerine katılımların kolaylaştırılması ve hatta iş kabulü olan işçilerin serbest dolaşımının düzenlenmiş olduğu söyleniyor. Böyle bir taslak hazır ise de, buna şaşırmamak lazım; neticede Mart ayı yaklaşıyor.
“İyimserlerin” beklentisi Londra-Washington arasında yapılacak serbest ticaret anlaşmasının “ideal 21.yy serbest ticaret anlaşması”[ii] olacağı yönünde. Ancak Washington’dan Londra’ya bir uyarı var; “Soft Brexit” Birleşik Krallık-ABD arasında serbest ticaret anlaşması yapılmasına yönelik umutları yok eder![iii] Bu teorik olarak doğru bir tespit; zira Soft Brexit, malların, sermayenin, hizmetlerin ve kişilerin serbestçe dolaştığı iç pazarda Birleşik Krallık’ın konumunu belirleyecek hükümleri içeren bir çekilme antlaşmasının yapılması demek ve Londra-Brüksel arasında bu tür düzenlemeler varken Londra-Washington ile, deyim yerindeyse, istediği gibi takılamaz. Ancak Washington’ın uyarısı bir tespit değil de, bir “sopa” ise, Brexit müzakerelerinde bir de Washington faktörü var demektir.
Brexit üzerindeki görüşleri “iyimser” ve “kötümser” olarak ikiye ayırmıştım. Görünen o ki, kötümserler meseleye aslen Birleşik Krallık-Avrupa Birliği ilişkileri üzerinden bakarken, iyimserler Brexit’i özellikle Londra’nın başta ABD olmak üzere üçüncü devletler ile özgürce ticaret anlaşması yapabilmesi üzerinden okuyor. Ancak unutulmaması gereken bir husus var; Brexit ile Londra’nın üçüncü devletler ile ticari ilişkileri Londra’nın Brüksel ile akdedeceği –bu anlaşma akdedilebilirse- çekilme anlaşmasına bağlı. Washington’un Soft Brexit ile Londra-Washington arasında ticaret anlaşması yapılamayacağını belirtmesi de bu nedenden kaynaklanıyor.
[i] https://www.cato.org/publications/commentary/brexit-opportunity-genuinely-liberal-us-uk-free-trade-deal, 27 Eylül 2018
[ii] https://www.cato.org/publications/white-paper/ideal-us-uk-free-trade-agreement-free-traders-perspective, 18 Eylül 2018
[iii] https://www.theguardian.com/politics/2018/jul/12/may-bids-for-trump-brexit-backing-with-vow-to-rip-up-red-tape, 13 Temmuz 2018