Özdemir Akbal Özdemir Akbal @ozdemirakbal

Beka Meselesi

11 Ağustos 2018
Beka Meselesi

Bu ifadeyi iç politikada o kadar çok duydunuz ki muhtemelen bunun bir dış politika ve uluslararası politika unsuru olduğunun bile farkında değilsiniz. Devletlerin varlıklarını sürdürmesi uluslararası politikanın ve sistemik yapının oluşumunun en temel dayanağıdır. Bu dayanak aynı zamanda devletin çıkarı doğrultusunda hareket etme zorunluluğunu da beraberinde getirir. 

Yukarıdaki cümleler ekonomik ve askeri büyüklüğü ne olursa olsun, dünyanın hangi bölgesinde bulunursa bulunsun tüm devletler için geçerlidir. Bu noktada mesele ekonomik, büyüklük, askeri büyüklük ve coğrafi konum bağlamında değişiklik arz etmekle birlikte devletin çıkarının ön planda olmasıdır. Şimdi bu hususa dayalı olarak gelelim ABD'nin beka meselesine…

ABD güvenliğini bir başka deyişle de çıkarını sınırlarının ötesinde korumaya başlayan bir devlet. Güvenlik ile çıkarın birbirinden ayrılmaz bir ikili olduğunu da burada belirtmekte fayda var. Yani askeri gücü varsa ticari faaliyeti gerçekleştiren, ticari faaliyeti gerçekleştirdikçe de askeri gücünü yenileyen bir ülke. ABD 2012'den itibaren ilk defa yine savunma harcamaları, ki buna rahatlıkla aslında saldırı harcamaları denilebilir, 700 milyar dolar seviyesine çıkarıldı. ABD'nin ithalat ve ihracat hacminin de 1,2 - 1,3 trilyon dolar bandında seyrettiğini de hatırlatalım. Yani bu göstergeler pek çok ülkenin Gayrı Safi Yurtiçi Hasılasından (GSYH) bile fazla. 

Ancak tüm çıkar taleplerine rağmen ABD kendisinden başka devletlerin de olduğu ve bu devletlerin de kendine ait çıkarlarının olduğu bir uluslararası sistemde varlık gösteriyor. Bu noktada çıkarların çatıştığı ve birbiri ile uyum sağladığı durumun ortaya çıkışı gözlemleniyor. Mesela ABD - Rusya Federasyonu Ukrayna meselesinde boğaz boğaza gelirken, Suriye meselesinde işbirliği arayışında olabiliyor. Yani bir yandan ittifak yapıları dâhilinde devletler birbirlerine taahhütlerde bulunuyorken bir yandan da çıkarları gereği ittifak dâhilinde olmayan devletlerle çeşitli seviye ve şekillerde işbirliği yapılabiliyor. 

Pek çok farklı örnekle çoğaltılabilecek yukarıdaki ilişki şekli de yine bizi devletin bekası ve dolayısıyla çıkarına getiriyor. Yani bir ittifak içinde bulunan ülkeler bile farklı farklı ülkelerle irtibat kurarak çıkarlarını kovalayabiliyor. Burada altın anahtar ise ülkenin askeri ve ekonomik gücü ile ilgili konudaki etkinliği. Yani bir ülke falanca ittifaka dahil diyerek diğerleriyle işbirliği yapması mümkün değildir şeklinde bir önerme ortaya koymakla, muhitimize geldik peşimi bırakın komşular ne der şeklindeki tanımlama neredeyse eşdeğer durumdadır ve geçerliliği çok tartışmalıdır. 

Bunun yanı sıra, uluslararası sistemde ekonomik olarak yükselen gücün buna örnek olarak son dönemde en çok Çin örnek gösteriliyor bir aralar Hindistan vardı, ondan önce de Asya Kaplanları yazılır çizilirdi- görevi devralacağı gibi yorumlar. Öncelikle şunu ifade etmek gerekiyor ki sistemik uluslararası yapı bir apartman genel kurulu değildir. Yani şimdi senin görev süren doldu ama ben de görevi devralmak istemiyorum gibi bir yaklaşım bu hususta çok gerçekçi olmayacaktır. Burada asıl ele alınması gereken şey ve ilk soru içinde bulunduğumuz sistemik yapının ne zaman oluştuğu sorusudur? 

Şu anda içinde yaşanılan sistemik yapı krizler yaşamakla birlikte II. Dünya Savaşı sonrası başta ABD olmak üzere savaşın galip devletleri tarafından oluşturulmuştur. Bu durumun geçerliliğini Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyelerinde görebilirsiniz. Durumda da yapının içinde gerçekleşen ve aşılan krizler dışında bir değişiklik olmamıştır. Yani yapıdaki liderlik meselesi bir apartman yönetim kurulu sonucu görev devir teslimi gibi açıklanmaktan ziyade ekonomik ve askeri bir güç üstelik de yeni bir yapı yeni bir lider şeklinde formüle edilebilir. 

Bu durum sistemik üst yapıyı açıklamaktadır. Bu yapının genel etkisi sabit kalmak kaydıyla bir de sistemik bölgesel yapılar mevcuttur. Bu durumun maalesef daha çok Anglo-Sakson bölgesel ayrıma dayalı olarak ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Mesela ABD'nin askeri kuvvet konumlandırması ölçeğinde Avrupa, Orta Doğu, İndo-Pasifik gibi bölümler üzerinden bu hususun uluslararası politika entelijansiyasında ele alındığı görülmektedir. Aslında bu bölgesel yapılanma da II. Dünya Savaşı süresince ortaya çıkan askeri konumlanmanın devamı olduğu açıktır. 

Dolayısıyla bu bölgesel yapılarda ABD özellikle Irak ve Afganistan işgalleri sonucu yaşadığı ağır ekonomik yükün ve askeri kaybın giderilebilmesi için ittifak ilişkisinde olduğu ülkelerle ya da devlet dışı aktörlerle kendi çıkarı doğrultusunda politikalarını yürütme çabası sarf etmektedir. Bu nokta Kenneth Neal Waltz'un “Uluslararası Politika Teorisi” adlı çalışmasında kendisine getirdiği en önemli eleştiri olarak ortaya çıkmış ve kısaca çalışmada sistemik yapı tanımlandı ancak koalisyonların bu yapıya etkisinin ne olduğu üzerinde durulmadı şeklinde yer almıştır. Elbette bu aşama alanı, ekonomist olması hasebiyle sadece ekonomik saikler, asker kökenli olması hasebiyle sadece askeri operasyonlar yahut tarihçi olması hasebiyle sadece tarihi olaylar ve totolojik analojiler üzerinden açıklayanlar tarafından atlanmaktadır. Bu gruba bir de Vaşington'da bazı düğmelere basıldığında, kürenin öbür ucunda olağanüstü değişiklikler olduğunu anlatmaya çalışarak ilgi peşinde koşan bir kitleyi de eklersek durumun vahameti daha da netleşecektir. Bir de ekleme yapalım Waltz'un teorik yaklaşımı halen yanlışlanabilirliği ve test edilebilirliği en yüksek seviyede duran önermelere sahip olmaya devam etmektedir. 

Sonuç olarak uluslararası politika yapım sürecinin temeli devletin beka meselesinin tahlil edilmeye başlanması ve bu unsurların anlaşılması çabası olurken; bunun bir sistemik yapı dahilinde olduğu motivasyonunun da kendine yardım ilkesi olduğu gözden ırak tutulmamalıdır. 

Yorumlar