NATO Askeri Heyet Başkanlığı görevinden 29 Haziran 2018'de ayrılan Org. Petr Pavel kısa veda mesajında “meslek hayatıma başladığımda Çekya'nın bir gün NATO'ya katılacağını ve hatta askeri heyetine başkanlık edeceğimi asla düşünmedim” dedi. Eğer mümkün olsa da 1983 yılına gidip Çekoslavakya'nın en ateşli birliklerinden birinde genç bir teğmen rütbesiyle hava indirme takımına komutanlık yapan Pavel'e NATO'ya katılacaksınız desem her halde hiç tereddüt etmeden beni vururdu. Daha da ileri gidip ülkesinin önce Çek Cumhuriyeti ve Slovakya diye ikiye ayrılacağını ve hatta bunun üzerine de Çek Cumhuriyetinin bir daha isim değiştirerek Çekya adıyla varlığını sürdüreceğini söyleseydim sanırım çok gülerdi. Gülmesini tercih ederim çünkü bir kez vurduktan sonra bir daha vurmasın, üst üste iki kere vurulmak hiç eğlenceli değil.
Aslında bu latifeli paragraf bile tek başına yaklaşık son 40 yıldır dünya politik aktörlerinin ne denli hızlı değişim ve dönüşüm geçirdiğini göstermeye yeter de artar bile. Tabii bu değişim ve dönüşüme göre sistemik uluslararası politikayı anlama yönünde gerek ekonomik faaliyetin tek başına yeterli olduğu, gerek de toplumsal güçlerin artık devletin yerine geçtiğini çok net ve iddialı ifadelerle ortaya koyan çalışmalar yapıldı. Bazı liberal görüşe sahip akademikler, devletin sadece ekonomik kazanç için eyleyen bir birim olduğunu, güvenliğin bunun bir tamamlayıcısı olduğu görüşünü ileri sürerken; sosyalist bazı akademikler ise özellikle Doğu Avrupa ve eski SSCB ülkelerindeki halk ayaklanmalarına dayanarak, devletin bile bir etkin rolünün olmadığını, bunun yerine toplumsal güçlerin uluslararası politikanın en önemli aktörü olduğu görüşünü dile getirdiler. Bu ifadelerin ilk grubu için Randall Scheweller'ın ve bazı noktalardan Stephen Walt'un; ikinci grubu için de Robert Cox'un çalışmaları genel bir fikir verecektir.
Ancak, Org. Pavel'in açıklamasında da görüldüğü gibi devlet birimi ve güvenlik meselesi ortadan kalkmadı, sadece iki kutuplu güç dengesinin niteliğinde bir kriz oldu. Bu kriz aslında sistemik yapının olup olmadığı değil, sistemik yapının içinde önemli bir aktörün güç kaybetmesi sonrası nasıl bir gelişimin ortaya çıkacağı üzerine tartışmaydı. Dönemin ABD Başkanı Clinton'ın Milli Güvenlik Danışmanı Anthony Lake motivasyonun yayılmasının uygulanması; genç, kırılgan ve uzun dönemli sorunlar yaşayan devletler için demokrasinin geliştirilmesi için gerekliliğini vurgulamaktaydı. Bu motivasyon elbette liberal baskın güç yani ABD'nin değerleriydi. Meraklılarına bu yaklaşımın incelenebilmesi için de Waltz'un “Structural Realism after the Cold War” makalesini şiddetle öneririm.
Lake'in döneminden yaklaşık otuz yıl sonra, dönemin ABD Savunma Sekreteri Leon Panetta ve Devlet Sekreteri John Kerry Vaşington'da düzenlenen NATO zirvesinde üye ülkelerin GSYH'nın %2'sinin askeri harcamalara ayrılması gerektiğini söylediler. Şu anda yürütülen NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesinde aynı çağrıyı bizzat ABD Devlet Başkanı Trump tekrar ediyor. Buradaki amaç yukarıda Lake'in ifade ettiği “demokrasinin” geliştirilmesi ve savunma çabalarına ortak katılımın sağlanması. Bu noktada yapıda bir dönüşümün Rusya Federasyonu aleyhine gerçekleştiğini söylemek mümkün. Zira yukarıdaki Teğmen Pavel, meslek hayatının başında bir Varşova Paktı üyesi ülke zabitiyken; meslek hayatına son noktayı orgeneral rütbesiyle ama rakip savunma paktının askeri heyet başkanı olarak koydu.
Peki, Rusya Federasyonun eli kolu bağlı mı? 1991'deki Rusya ile 2018'deki Rusya kesinlikle benzeri güç kapasitesine sahip değil. Özellikle Suriye ve Ukrayna meselelerinde ortaya konulan politika ile dengenin diğer tarafında önemli bir güç haline tekrar gelmeye başladı. Ancak ekonomik açıdan kırılgan yapısı, Asya-Pasifik bölgesinde Çin ile olan ihtilafları belli bir oranda elini kısıtlıyor. Rusya, SSCB döneminde de ABD'nin yaptığını yapamadı. ABD'nin yaptığı II. Dünya Savaşı sonrası dönemde Japonya ve Batı Almanya gibi kendisini zor dönemlerde ekonomik olarak destekleyebilecek müttefikler yaratmaktı. SSCB ise bunun tam tersi kendi ittifakının merkez ülkesi olarak bırakın müttefikleri tarafından desteklenmeyi, tam aksine müttefiklerini desteklemek zorunda kalan bir devlet olmuştu.
Şimdinin Rusya Federasyonu ise bu dönemden önemli dersler çıkarmış görünüyor. 16 Temmuzda gerçekleşecek olan Trump-Putin zirvesinde, Putin eli; Reagan - Gorbaçov rekabetindeki Gorbaçov ile kıyaslanmayacak derecede güçlü. Zira işin içine artık bir de siber güvenlik ve küçük savaş konseptinin getirdiği avantaj da girmiş durumda. Yine de Putin ve kurmaylarının yükselen büyük güç kapasitesi ile zirveye gittiği gerçeğini değiştirmiyor bu durum. Buraya eklenecek en önemli kısım ise, ABD - Rusya Federasyonu arasında ortaya çıkan zımni anlaşmanın Suriye meselesi üzerinden muhtemelen en çok Türkiye ve İran'ı etkileyeceği. Bunu ise Trump-Putin görüşmesi sonrası değerlendirmekte yarar var.