Irak'ın kuzeyinde 2013'ün son aylarından itibaren önemli değişimler meydana gelmeye başladı. Türkiye'de pek adı sanı duyulmamış Irak İslam Devleti, Mezopotamya'da İslam devleti kurma iddiası ile 2006 yılında meydana çıktığında bir iki araştırmacı dışında kimse konuyla ilgilenmiyordu. O dönem Irak'ın kuzeyinde hakim olan ve Türkiye'de ballandırıla ballandırıla anlatılan de facto yapının unsurları da pek umursamıyordu bu oluşumu. Zira Türkiye'nin hüsnü kabulü, ABD'nin olağanüstü desteği, Irak Merkezi Hükümetindeki Şii ağırlıklı yapının ABD ve dolayısıyla Türkiye'nin 'stratejik' çıkarlarına aykırı oluşu bu yapıyı sahaların yıldızı yapmıştı. Elbette ki “de facto” yapının ortaya çıkardığı devletimsi (quasi-state) şeyin başındaki aşiret lideri de bu durumdan son derece memnundu.
2013 yılına gelindiğinde bilmem kaçıncı kez öldüğü haberleri ile tanıdığımız Ebubekir Bağdadi artık meselenin sadece Mezopotamya'yı yani genel olarak Türkiye'nin güneydoğusundan başlayıp Bağdat'a kadar uzanan bölgeyi değil güncel coğrafi tanımlamada Suriye, Ürdün ve Lübnan devletlerinin bulunduğu coğrafya olan Bilad eş Şam'ı da kapsayacağını duyurdu. Böylece Irak'ın kuzeyinde yedi yıl boyunca yuvalanan ve el Kaide mirasına dayanarak palazlanan örgüt daha da genişleyerek Suriye'nin kuzeyinde de eylemler yapmaya başladı hatta otorite eksikliğinden faydalanarak orada bir devletimsi (quasi-state) haline geldi.
İşte tam bu nokta dönüşümün başladığı, bu gün yaşanan gelişmelerin temelinin atıldığı zaman oldu. 2013 yılının son aylarında dönemin Irak Başbakanı Nuri Maliki bir Vaşington ziyareti gerçekleştirdi. Maliki ziyaretinden yedi ay önce 8 Nisan 2013'te ABD'nin önemli gazetelerinden The Washington Post'ta yayımlanan “ABD'nin Irak'ta Bir Dış Politika Ortağı Var- The U.S. Has a Foreign Policy Partner in Iraq” başlıklı makalesinde IŞİD unsurlarını kastederek el Kaide uzantısı örgütlerin Irak ve Suriye'de mevzi kazanmasının getireceği olumsuz sonuçların, ABD'yi de etkileyeceği ve bunun için Irak Federal Hükümetinin desteklenmesinin tek çözüm olduğunu açık bir şekilde ifade etti. ABD'de özellikle Cumhuriyetçi Parti senatörleri Irak Federal Hükümetine Şii ağırlığı dolayısıyla askeri desteğin verilmesi konusunda karşı çıkmalarına rağmen, ABD söz konusu desteği yavaş yavaş başlattı.
Bu dönemde Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye üçlü bloğu ABD siyaset yapıcıları ve güvenlik bürokratlarını Esad'ın devrilmesi için ikna etmeye çalışıyordu. Ancak bu üçlü Amerikalılara asla şu sorunun cevabını net bir şekilde veremedi: Ya Esad'dan sonra? İşte cevapsız kalan bu soru, IŞİD'in yükselişi karşısında İran ve Rusya Federasyonunun net duruşu İran'ın muazzam etkisi altındaki Irak Federal Hükümetinin IŞİD karşıtı tavrı, kendi topraklarının tek hâkimi olduğu iddiasında bulunan Barzani ailesinin ev ödevini yapmadığı düşüncesini de Amerikalıların zihninde canlandırmaya başladı. Bu istifham çok da haksız değildi. Zira kendi hâkimiyeti olan bölgede el Kaide bağlantılı bir örgüt önce Mezopotamya bölgesinin ele geçirilmesini amaçlayarak genişliyor ardından bütün Akdeniz kıyısına göz dikiyordu. Bu, ABD çıkarları için kabul edilemez bir durumken, ABD'nin yoğun destek verdiği önemli bölgesel müttefikleri olarak da Türkiye ve Suudi Arabistan'ın destek çıktığı Barzani ise seyrediyordu.
İran Devrim Muhafızları ve milislerinin IŞİD karşısındaki başarılı operasyonları, Rusya'nın desteği hem Suriye meselesinin gidişatını değiştirdi hem de Barzani'nin sonunu hazırladı. Bu dönüşümün Esad'ı ilgilendiren kısmını 27 Mayıs 2013'te, Irak'ın Kuzeyindeki gelişmelerle ilgili olan kısmını da 7 Temmuz 2014'te o dönem çalıştığım düşünce kuruluşunda kaleme aldım. Bu dönüşüm süreci ABD-Irak Fedaral Hükümeti ilişkisini geliştirirken; Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar üçlüsünün ısrarcı bir şekilde Esad'ın devrilmesi için askeri operasyon yapılması önerisini de tamamen atıl kıldı. Bu üçlü ile teması olan Barzani de bu değişimden nasibini aldı elbette. Hep ifade etmeye çalışırım ABD'nin dostları ya da düşmanları yoktur, ABD'nin çıkarları vardır diye... Barzani'nin bu tarafı hiç tartışmaya açılmadı. IŞİD terör örgütünün Irak'ın kuzeyinde palazlanması sadece Irak Federal Hükümeti sorumluluğuna atfedilebilir miydi? Yoksa Barzani'nin de bu olayda payı var mıydı? Şahsi kanaatim sorumluluğunun olduğu yönündedir. Kendi güç hâkimiyetine düşen, yeterli askeri, ekonomik ve imkân ve kabiliyete sahip olmadan devlet olma çabasına girişen bir yapıdan da başka bir sonuç beklenemezdi. Dolayısıyla Barzani tarih sahnesindeki yerini aldı.
Şu anda Suudi Arabistan bizzat ülkenin en güçlü adamı Veliaht Prens Salman tarafından Ilımlı İslam'a dönüleceğini duyurdu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir aşiret liderinin desteklenmesi gibi hayli hatalı bir politikadan dönerek artık olması gereken bir şekilde Irak'ın Kuzeyine yönelik stratejisini revize etmiş durumda. Dış politikayı Yeşilçam Filmlerinin Zengin Kız Fakir Oğlan aşkı duygusallığında yorumlayan “analistler” bu dönüşümün nasıl ortaya çıktığını düşünüyor ne oldu da Barzani gitti diyorsa; elbette dahili sorunlar dikkate alınmak kaydıyla uluslararası politika sisteminde gelişen anlattığım bu olay silsilesi de kendilerine yardımcı olacaktır.