Suud Kralı Salman, Moskova'ya indiğinde, her ne kadar yürümemesi için kurulmuş olan düzenek uçağın kapısında inatçılık yapsa da, bazı yazarlar artık Arap Yarımadasında dengelerin değişeceği görüşünü ileri sürdü. Adam Smith'den başlayarak liberalizmin politik ve ekonomik yaklaşımlarını okumak lazım… Suudi Arabistan ile Rusya Federasyonu'nun S-400 satışı konusunda anlaşma ihtimali haberleri gelince, dengenin ABD lehinden, Rusya Federasyonu lehine döndüğü yorumları da yapılmaya başladı. Ta ki ABD, THAAD füzelerinin satışını başlatıp hemen ardından da Amerikan Devlet Sekreteri Tillerson'ı bir dizi ziyaret için bölgeye gönderinceye kadar.
Sonra bir baktık ki, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman, artık ılımlı İslam'a döneceklerini gelecek dönemde radikallerle vakit kaybetmek istemediklerini açıkladı. Bu kısım Türkiye'deki basında da belli bir oranda takip edebileceğiniz olaylar zinciri. Ancak, Türkiye'deki basında takip etme imkânınız olmayan bir kısmı ise dün (25.10.2017) itibarıyla Amerikan Hazine Sekreteri Mnuchin'in Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail ve Katar'ı kapsayacak bir ziyarete başlaması.
Hazine sekreterinin ziyaret amacı terörün finansmanının önlenmesi ve bu sayılan ülkeler arasında bu konuya dair koordinasyonun derinleştirilmesi. Derinleşme ifadesi bilerek seçildi zira zaten bütün bu ülkelerin İsrail ile ilişkileri belli bir düzeyde mevcut. Türkiye'deki basında çarşaf çarşaf Suudi Arabistan İslam Ordusu Kuruyor sayfaları hazırlandığında da bu irtibat mevcuttu. Zaten Türkiye'deki basında adına zorla İslam Ordusu denilen teröre karşı mücadele yapılanması, ABD'nin CENTCOM görev bölgesindeki ülkeleri kapsayan terör örgütlerine karşı söz konusu ülkelerin koordine edilmesini amaçlayan bir girişimdi. Hazine Sekreteri Mnuchin'in ziyareti de terörle mücadelenin iktisadi ayağını oluşturmaktadır.
Zira ABD'nin bu hususta en çok sıkıntı çektiği konulardan biri de el Kaide ile başlayan ve IŞİD ile devam eden süreçte “havale” sisteminin kullanılarak terör örgütlerinin finansmanının sağlanmasıdır. Buraya bir not düşelim; burada adı geçen “havale” bizim bankalar aracılığı ile birbirimize para gönderdiğimiz resmi bir sistem değildir. Dolayısıyla başta Suudi Arabistan olmak üzere özellikle Arap Yarımadasında bulunan ülkelerin hepsi ABD ile derin ekonomik ve askeri bağlara sahip, ortak güvenlik kaygıları ile hareket eden ülkelerdir.
Bu çerçeveden bakıldığında ABD'nin en önemli müttefiklerinden biri olan Suudi Arabistan ile ilişkilerinde en büyük sorun alanı ise radikal yapılara verilen destek iddialarıdır. Yani Suudi Arabistan, bir yandan devlet düzeyinde, ABD'nin terörle mücadele stratejisi bağlamında hareket ederken; öte yandan sosyal grupların özdeşliği dolayısıyla ülke içinde radikal grupları destekleyen kitleleri barındırmaktadır. 11 Eylül olayında 19 uçak korsanından 15'inin Suudi Arabistan vatandaşı olması bu konu ile ilgili endişelerin önemli dayanak noktalarından sadece biridir.
Bunun dışında SSCB'nin 1979'da Afganistan işgaline karşı Mücahitlere yapılan yardımlar ve verilen eğitimler de Suudi Arabistan ve ABD tarafından karşılanmıştır. Dolayısıyla bu yapının Suudi Arabistan içerisinde gelişip genişlemesinde söz konusu dönemde yürütülen politikaların da büyük etkisi mevcuttur. Ancak IŞİD'in yükselişi ile ortaya çıkan durumda bu türden bir desteğin kesilmesi ve hatta söz konusu örgüte karşı etkin bir mücadele yürütülmeye çalışılmaktadır.
ABD bu stratejiye dayanarak Suudi Arabistan üzerindeki siyasi ve ekonomik etkisi ile moda tabirle gereğini yerine getirmiştir. Veliaht Prensin açıklaması da ABD'nin yukarıda sayılan çekince ve ihtiyaçlarının giderilmesine yöneliktir. Bundan sonraki dönemde Suudi Arabistan'da kendi demografik ve ekonomik yapısına dayalı olarak önemli değişikliklerin görülmesi kuvvetle muhtemeldir. Kadınlara araba kullanma izninin verilmesi buradan bakınca önemli bir gelişme değilmiş gibi dursa da o topraklar için devrim niteliğinde bir durumdur.
Dolayısıyla ABD ile ilişkileri bağlamında daha da derinlere inen bir yönlendirme ile nispeten daha ılımlı ve etki alanını genişletme çabası içinde bir Suudi Arabistan ortaya çıkmak üzeredir. Türkiye'nin duygusal ve romantik hassasiyetler ile iç politikada kitleleri seferber etme girişiminden ziyade, çok daha soğukkanlı ve net bir görüş ile bu gelişmeleri takip ederek strateji belirlemesi elzemdir. Aksi halde yukarıda da anlatmaya çalıştığım gibi bir dönem İslam Ordusu kuruldu hezeyanı yaşanırken, çok kısa bir süre sonra Suudi Arabistan ile ihtilafa düşmek ardından yine belli bir dengeye gelmeye çalışmak gibi savrulan bir dış politik süreçte tabir yerindeyse bu büyük dalgalı denizde sorunlar yaşanması işten değildir.