Saddam Hüseyin'in gücünün zayıflatılması amacıyla Nisan 1991'de yürürlüğe giren uçuşa yasak bölge uygulaması bir açıdan da bugünkü gelişmelerin alt yapısını hazırlamıştı. İlk operasyon neticesinde Saddam Hüseyin, Irak'ın 19. Vilayeti olarak gördüğü Kuveyt'ten ABD liderliğinde karşısına dikilen uluslararası koalisyonun askeri müdahalesi ile çekilmek zorunda kaldı. Bu noktada şu notu düşelim, gerçekten de Osmanlı idari yapılanmasında Kuveyt Irak'ın vilayetlerinden biri olarak yer almaktadır. Ama mesele tarihte ne olduğu değil, yaşanılan dönemde ne kadar uygulama gücünüzün olduğudur. Güç ise ekonomik ve askeri kapasitedir. Bu hadiseden 12 yıl sonra, 11 Eylül'ün teröre karşı savaş söylemiyle nasıl bir bağlantısı vardır bilinmez Amerikalılar günün moda tabiriyle bir gece ansızın Basra Körfezi kıyılarında, Irak sınırlarında beliriverdiler. Böylece Saddam Hüseyin'in devrilişi ve Irak'ın ABD tarafından işgali başladı. Elbette Irak'ın kuzeyindeki yapı için de gün doğdu.
ABD önce özel kuvvetlerine bağlı irtibat birimleri ile Irak'ın kuzeyinde varlık gösterdi. Bu birimler ile başlayan askeri faaliyetler daha sonra de facto yapıya dönüşecek olan Barzani aşireti ile olan ilişkileri kurumsal hale getirdi. Bu esnada, Irak Saddam sonrası dönemde federal bir idari yapıyla yeniden düzenleniyordu. Dün (04.10.2017) vefat eden Celal Talabani de Irak'ın cumhurbaşkanı olarak seçildi. Talabani bu vazifeyi 2005 - 2014 yılları arasında yürüttü. Ancak, bu süre zarfından Irak'ın kuzeyi haricindeki bölgelerde işler ABD'nin istediği gibi gitmedi. İran'ın artan etkisi, Bağdat'ta Şii politik merkezi oluşmasını önemli ölçüde etkilerken, ABD de Irak'ın kuzeyindeki yapı ile etkin olabilecek hale dönüştü. Aslında gelişen iç yapı ABD - Irak'ın Kuzeyi ilişkisini de bir noktada daha ileri seviyeye gitmeye zorluyordu. ABD-İran nükleer anlaşmazlığı, Suudi Arabistan - İran gerginliği, İran'ın Irak'ta etkinliğini artırması bu gelişmenin sebepleri arasındaydı. Ancak, gidişat 2012 yılı itibarıyla değişti.
Irak'ın kuzeyinde, de facto yapının güvenlik sağlama kapasitesizliğinden de kaynaklanarak, Irak İslam Devleti ortaya çıktı. Suriye'nin kuzeyindeki otorite eksikliğinden de yararlanarak kendisine 2012 yılı itibarıyla daha geniş hareket ve harekât alanı bulan bu yapı Türkiye'de ancak 2014 yılı itibarıyla dikkat çekmeye başladı. Bu yapının gelişmeye başladığı zamanda, dönemin Irak Başbakanı Maliki, ABD'nin önemli gazetelerinden The Washington Post'da yayımladığı makalesiyle gerekli uyarılarda bulundu. Maliki, ABD'den bu yapı ile mücadele edebilmek amacıyla silah, mühimmat, eğitim desteği talep etti. Ancak, dönemin Senato Silahlı Hizmetler Komitesi Başkanı Senatör John McCain'in de girişimleriyle bu talep reddedildi. Talebin reddinin ardında Maliki'nin Şii İran etkisine çok açık olması ve bu nedenle alınan yardım ve silahların etkin kullanılamayacağı yatmaktaydı. Ancak, Irak'ın kuzeyindeki de facto yapının bu örgüt ile mücadelede en ufak bir varlık gösteremeyişi, Irak İslam Devletinin genişleyerek yayılması, ABD'nin stratejisinde değişikliğe gitmesine neden oldu.
Irak İslam Devleti örgütünün, Irak Şam İslam Devleti adıyla daha geniş bir coğrafyada faaliyet göstermeye başlaması, ABD - İran Nükleer anlaşmasının uygulanması, Maliki'nin yerine Irak Başbakanlığına İbadi'nin seçilmesi, oyunun kurallarını değiştiren etkenler oldu. Bu süreçle birlikte, Suriye'nin kuzeyinde ABD - Rusya ve İran ortaklığı ile IŞİD'e karşı başlayan operasyonlar, IŞİD karşısında hayli etkisiz kalan de facto yapının ABD nezdindeki durumunu da olumsuz olarak etkiledi. Bağdat, önemli bir alternatif olarak yükselirken, de facto yapının en önemli çıkış noktası olarak geriye sadece Türkiye kalmıştı. ABD ile Irak'ın Kuzeyindeki de facto yapının ilişkisi tanımlanırken; Amerikan Devlet Sekreterliği resmi sayfasında Türkiye'nin söz konusu yapının en önemli ticari ortağı olduğu ve ABD'nin de enerji, savunma, bilişim teknolojisi, otomotiv ve taşımacılık sektörlerindeki şirketleri ile bölgede faaliyet gösterdiği belirtilmektedir. Yani, güvenlik işbirliği açısından ABD nezdinde IŞİD ile mücadelede en kullanılabilir aktör olarak Bağdat yer alırken; yukarıda ortaya konmaya çalışılan tarihi sürece dayalı olarak de facto yapı öneminden bir şey kaybetmemiştir.
Genel hatlarıyla ortaya koyduğum bu süreçte, dengeyi değiştiren unsurun IŞİD faktörü olduğu açıkça görülmektedir. Zira de facto yapı IŞİD karşısında hayli düşük seviyede kalırken en önemli alternatif olarak Bağdat öne çıkmıştır. Ancak, IŞİD meselesi artık etkinliğini kaybetmektedir. Bu süreçten sonra ABD - Irak'ın Kuzeyi ilişkisi yine ekonomik bir temele oturarak, belki de eskisinden daha çok askeri yardım ve eğitim ile devam edecektir. Ancak bu ilişkinin bir bağımsız devletin kurulması hususunda olma ihtimali düşüktür. Zira ABD-Irak ticari ilişkisine bakıldığında 2016 yılında toplam hacmin 7 milyar 250 milyon dolar; 2017 yılının ilk yedi ayında ise 7 milyar 105 milyon dolar olduğu görülmektedir. Bu veriler de göstermektedir ki; ABD - Irak ticari ilişkisi 2016 yılıyla kıyaslandığında bu yıl daha büyük bir hacme sahip olarak kapanacaktır. Bu ticaretin büyük bir kısmını da tabii ki Irak'ın ABD'ne sattığı petrol oluşturmaktadır. Buna mukabil, ABD - Irak'ın Kuzeyi ticaret ilişkisi her ne kadar bir ikil anlaşmalar seti ile yürütülüyor olsa da; Irak'ın kuzeyinin kendi başına ürettiği petrol Ekim 2016 rakamlarına göre aylık 19 milyon varil olup aylık yaklaşık 417 milyon dolar getiri sağlamaktadır.
Bu ekonomik rakamlara ek olarak de facto yapının yetkililerinin memur maaşlarının ödenmesi için Bağdat'a müracaat ettiği gözden kaçırılmamalıdır. Ayrıca, elde edilen petrol gelirinin sağlanması yönünde yasal mevzuat açısından da de facto yapı ile Bağdat arasında önemli bir ihtilaf mevcuttur. Bütün bunlar dikkate alındığında çok zayıf ve düşük profilli bir yapının olduğu ortadadır. Buna dayanarak ABD hem Bağdat, hem İran hem de Ankara ile olan ilişkilerinde de facto yapıyı bir tehdit unsuru ve düzenleyici aktör olarak dikkate alacak ancak bu şartlar devam ettiği müddetçe de bir bağımsız devlet yapısı olarak tanımayacaktır.