Türkiye'nin gündemine yaklaşık bir ay önce giren Irak'ın kuzeyindeki referandum meselesine Nisan ayından beri dikkat çekmeye çalışıyorum. Peki asıl mesele referandum mu? Referandum ya ertelenecek ya da kadük kalacak. Bunun ikisi dışında bir alternatif söz konusu bile değil. Üstelik referandumun yapıldığı şartlar dikkate alınırsa demokratik olmanın “d”si bile yok bu sözde referandumda. O yüzden zaten sözde ifadesini başına getirerek sık sık kullanıyorum. Bu noktada şu notu da düşelim; sözde referandumun işlevsiz kalmasının gerekçesi bölgede IŞİD ile mücadele sonucu ortaya çıkan politik ortamdır. Yani uluslararası konjonktürün bir sonucu olarak sözde referandum işlevsiz kalacak. IŞİD ile mücadele hususunda Irak Federal Hükümeti oldukça etkin bir rol üstlendi. ABD'nin yanı sıra, Rusya Federasyonu ve İran'ın da IŞİD karşısındaki tutumu aynı olunca, federal hükümet de güç merkezi haline dönüştü. Bu yazının kaleme alındığı dakikalarda bölge kaynakları Havice'yi kurtarmak için operasyonun başladığını bildirdiler. Eğer son dakikada bir değişiklik olmazsa İbadi, söz konusu operasyonda peşmerge güçlerinin olmayacağını açıklamıştı.
IŞİD meselesi ve yukarıdaki küçük örnekte görüldüğü gibi Irak Federal Hükümetinin güç kazancı, Irak'ın kuzeyindeki de facto yapının politik alanda güç kaybetmesine neden oldu. Bu noktada Barzani liderliğinin uzun süreliliği, ağırlıklı olarak bir ailenin ve o ailenin çok yakınındaki insanların çevresinde güç dağılımının gerçekleştirilmesi, muhalif yapıları da sert tavırlar takınmaya itti. İki yıl boyunca toplanmayan sözde parlamento, Barzani'nin referandum söylemine meşruiyet kazandırmak için 15 Eylül 2017'de toplandı. 111 üyeli parlamento da 24 üye Gorran, 6 üye KOMEL (Kürdistan İslami Topluluk Partisi) 2 üye de Türkmenlerden. Yani muhalif yapı 32 üyeye sahip. Bu durumda sözde referandumu meşrulaştırma oturumunda 79 tane evet oyunun çıkması gerekirken 111 üyenin sadece 65'i referanduma evet oyu verdi. Bu siyasi tablo da facto yapı ile Irak Hükümeti arasındaki ihtilafın dışında Irak'ın kuzeyindeki siyasi oluşumda da bir ciddi muhalefet alt yapısının göstergesi halindedir. Bu noktaya kadar Barzani'nin erozyona uğrayan siyasi gücünü genel hatlarıyla tarif ettiğimize göre sorunun referandum olup olmadığına değinelim.
Referandum meselesi yeni yeni gündeme girerken, Kerkük Valisi Necmettin Kerim'in şehirde sözde Kürdistan bayrağı asması ve bazı Kürt grupların estirdiği terör Nisan 2017'de gündemdeydi. Bu süreçte Türkiye'deki bazı medya organları Barzani ile Kerim arasında ayrılıklar olduğu, bayrağın asılmasının Barzani'nin görüş ve onayı olmadan gerçekleştiğini ve iki politik figürün bir biri ile ilgisinin bulunmadığını iddia etmişti. Hatta bazıları iddiaları daha ileriye götürerek aslında Kerim'in, Erbil ile Ankara'nın ilişkilerinin bozulması için ortaya çıkarılmış bir etki ajanı olduğuna kadar götürmüştü. Ancak gelinen durumda Irak Federal Hükümeti'nin Kerim'i görevden alma kararına ilk karşı çıkan Barzani olmuştur ki bu durumda Nisan 2017'de ortaya atılan ifadelerin geçersiz olduğunu göstermektedir. Şu andaki süreçte de, Barzani'nin talep ettiği sözde referandumun gerçekleşmesi gerektiği görüşünü dile getiren çeşitli siyasi parti milletvekilleri, yazar ve araştırmacılar mevcuttur. Buradaki mesele aslında bir referandum talebi ve sonuçları değil, milli güvenlik siyaseti meselesidir.
Barzani ile referandum surecine gelinceye kadar geliştirilen ilişkiler, bu süreçten sonra da çok farklı bir şekilde seyretmeyecektir. Yarın (22 Eylül 2017) itibarıyla yapılacak olan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonuç bildirgesinden büyük ihtimalle önemli kınamalar ve gerektiği takdirde müdahale edilebileceğine yönelik ifadeler çıkacaktır. Ancak, sözde referandum sürecine gelinceye kadar geçen sürede muğlâklığını koruyan “eğer gerekirse” diyerek başlayan ifadelerin uygulamaya geçilmesi konusunda bir farklılığın gerçekleşeceğini şahsen değerlendirmiyorum. Tüm kalbimle yanılmayı da dilerim… Özellikle IŞİD tehlikesinin daha az tehdit oluşturur duruma gelmesinden sonra, Barzani tekrar yukarıda kısaca örnekleri verilmeye çalışılan söylemlerle değerlendirmeye alınacaktır.
Uluslararası konjonktür şu an için Barzani'nin bağımsızlık girişimine uygun değildir. Kerkük de daha önce “ABD, Irak'ın Kuzeyi ve Kerkük” başlıklı yazımda belirttiğim gibi de facto yapının ekonomik imkânlara sahip olarak devletleşmesi önündeki en önemli mesele olarak durmaktadır. Buranın Irak'ın kuzeyindeki yapıya bağlanması gelecek dönemde daha güçlü bir ekonomi ile ortaya çıkışını beraberinde getirecektir. Şu an IŞİD bağlamında ortaya çıkan politik durum, IŞİD sonrası dönemde farklılaşacaktır. Bu aşamada Türkiye'nin Irak'ın kuzeyindeki muhalif yapılarla kuracağı irtibat ve Barzani karşısında daha sonraki döneme göre elini kuvvetlendirmek için önemli bir siyasi yatırım fırsatıdır. Ancak bu duruma yönelik bir adım atılmaktan ziyade, bölgedeki Kürtlerin haklarının garantörlüğünden bahsedilmektedir.
Unutmamak gerekir ki burada Barzani ya da Talabani ya da başka bir soy ismin öneminden ziyade, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin çıkarlarına ve Türkmenlerin varlığına tehdit olacak kurumsallaşma asıl sorundur. Irak'ın kuzeyindeki yapısal durumda bir değişiklik olmadığı takdirde Barzani yerine aynı emellere sahip bir başka figürün gelerek, Irak'ın kuzeyindeki kurumsal yapıdan faydalanıp aynı amaca matuf hareket etmesinin önünde bir engel yoktur. Mesele buradaki kurumsal yapının deforme edilerek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti çıkarları aleyhine hareketine mani olunmasıdır. O zaman hangi isim gelirse gelsin beka meselesinin önemli noktalarından biri olan Irak'ın Kuzeyi rahatlatıcı bir hal alacaktır. Aksi halde Irak'ın kuzeyindeki muhalefet ve iktidar birimleri dün (20 Eylül 2017) olduğu gibi bir araya gelerek birleşme arayışları içine girerken, Türkiye'den de haklarının garantörlüğünü bekleyecektir. Çünkü isimler değişse dahi siyasi yapı sabit kalacağından aynı sonuçları üretmeye devam edecektir.