Bu ara 3. Dünya Savaşı Yolunda, 3. Dünya Savaşına Doğru şeklinde kendisine bilimsel süs verilmiş sansasyonel makaleler havalarda uçuşuyor. Bunun en önemli sorumlusu da aslında akademi ile halk arasında köprü olması gereken “düşünce kuruluşlarının” maddi ya da manevi çıkar elde etme çabası. Zira genel olarak bu tip mecralarda K. Kore'nin faaliyetlerinin tek yönlü ve sansasyona dayalı tanımlamalarıyla atılıyor bu başlıklar. Amaç da fazla ilgi çekip, siteye çok ziyaretçi almak ve en azından popülarite; olabiliyorsa da maddi imkân yaratmak. Hatırı sayılır bir düşünce kuruluşu tecrübesine sahip biri olarak bu türlü kurumların ne denli kısıtlı imkânlarla çalıştıklarını gayet iyi bilirim. Ancak bu durum çarpıtma ve yönlendirmeli yorumlarla analiz görüntüsü altında halka olur olmaz düşüncelerin, kurumun başındaki şahıs ya da şahısların popülaritesi artırılacak ya da iki tıklanma neticesinde üç kuruş para kazanılacak diye verilemez. Sansasyon bilimin işi değildir ve Siyaset Bilimine en büyük ihanet sansasyon peşinde koşturarak gerçekleşir. Gelelim ABD-K. Kore gerginliği ve bölgedeki etkilerine…
Meşhur bir kavram var “dehşet dengesi” diye. Bu kavram uyarınca, taraflar öyle çok ve güçlü silahlara sahip olurlar ki, artık bu silahlar kullanıldığı zaman birinin diğerine üstünlüğünden ziyade bütün insanlığın ağır zarar gördüğü bir durum ortaya çıkar. Bu durum da işte bu silahlara sahip olan tarafların, silahlarını kullanmasının önünde bir engel teşkil eder. Kavramın ortaya konması tek başına doğru ya da geçerli olduğunu göstermemektedir. Kavramların geçerlilikleri teste tabi tutulmalıdır. Öyleyse kısaca bunu yapalım. Soğuk Savaş dönemi denen dönemde, ABD-SSCB işbirliği ve ABD-Çin işbirliği görmezden gelinerek bir söylem savaşının analizinin gerçekleştirildiğini görürüz. Kısaca belirtilmelidir ki 2. Dünya Savaşı'nın galipleri ABD ve SSCB savaştan sonra Kore Yarımadasında bir çatışma yaşamış, bu durum Birleşmiş Milletlerin çatısı altında sakinleştirilmiştir. Şu an için bir çatışma mevcut değildir. Bundan sonraki en büyük sorun Küba Krizi olmuş ancak ABD ve SSCB yetkilileri doğrudan temas ve karşılıklı geri adımlarla krizi çözmüştür.
Gelelim Çin'e, ABD-Çin ilişkileri 20. Yüzyılın başında hayli hızlanmış, hatta Boxer İsyanı döneminde ABD o dönemki müttefikleri Almanya, İngiltere ve Fransa gibi büyük devletlerle ülkeye asker göndermiştir. Dönemin ABD Devlet Sekreteri John Hay de açık kapı politikası uygulamasını başlatarak Asya Pasifik bölgesindeki Amerikan etkinliğini artırma yoluna gitmiştir. Çin'de Maoist ihtilal gerçekleştikten sonra belli bir süre durma noktasına gelen ABD-Çin ilişkileri, Kore Savaşı döneminde SSCB ile Çin arasında gerçekleşen ihtilaf dolayısıyla yeni bir ivme kazanmıştır. Meşhur siyaset bilimci ve diplomat Dr. Henry Kissinger'ın Amerikan Devlet Sekreterliğini yürüttüğü dönemde Ping Pong Diplomasi adı ile karşılıklı görüşmeler ABD-Çin ilişkilerini yeniden giderek artan bir seyre sokmuştur.
Japonya ve Çin çekişmesi devam etmekle birlikte, Dünya Ticaretinin en önemli deniz ticaret trafiğine sahip olan Asya-Pasifik bölgesindeki ekonomik faaliyetlerin bir savaş ile çökmesi bütün Dünyanın alt üst olmasına sebep olacaktır. Bu durumda ABD'nin “en büyük düşmanı” Çin ve ABD'nin “en büyük düşmanı” Rusya da etkilenecektir. Bu yüzden özellikle Çin ABD'nin “en büyük düşmanı olarak”, ABD'nin “en büyük düşmanı” olan K. Kore üzerindeki etkisini kullanarak durumun bir dengeye getirilmesi yönünde faaliyet göstermektedir. Burada tırnak içerisinde kullanılan ifadeler elbette analiz düzeyindeki veri tespitinden uzak zihinlere küçük birer hatırlatma niteliğindedir. ABD-Çin ve ABD-Rusya ekonomik ilişkileri layıkıyla incelendiğinde ve buna ek olarak K. Kore'nin eğer yapılabiliyorsa ekonomik faaliyetlerinde ağırlığın Çin ile olduğu görüldüğünde bu ifadelerim daha anlamlı hale gelecektir. Dolayısıyla zaten hayli kısıtlı imkânlara sahip olan K. Kore'nin Çin'in kısıtlayıcı etkisini üzerinde kullanması Pyongyang için ölümcül sonuçlar doğurabilir. Askeri etkinlik açısından bilinen önemli bir faaliyeti olmayan ancak ekonomik açıdan devasa bir güce dönüşen Çin de gelecek dönemde büyük güç olma yolunu kontrol edebildiği bir aktörün anlamsız bir davranışı neticesinde heba etmek istemeyecektir.
Bu faktörlerin dışında Amerikan iç politikasında Trump'ın hayli zor zamanlar geçirdiği bir gerçektir. Seçim döneminde yola çıktığı takım arkadaşlarından neredeyse kimse yanında kalmadı. Buna ek olarak Trump için gelecek dönemin parlak olacağına dair de şimdilik bir belirti yoktur. Dolayısıyla Trump ülkenin seferber edilmesi ve silah endüstrisi kanalıyla ülkeye ekonomik girdinin sağlanması için krizleri söylem bağlamında yüksek tutmaktadır. Böylece Trump müttefiklerine silah satışını hızlandırarak ekonomik girdi sağlarken, düşman algısının ve hassasiyetinin artırılmasıyla da iç politikada kendisine bir dayanak noktası inşa etme çabasındadır. Sonuç olarak, atomik silahların filmlerde görülen kırmızı düğmelere basılarak ateşlenmesi gerçek hayatta ekonomik, sosyolojik boyutları ele alınmadan analiz yapılmasına benzememektedir. Elbette bir çılgının her daim o düğmeye basma ihtimali mevcuttur. Ancak yukarıda kısaca ortaya konmaya çalışılan yapıda bu çılgının başarılı olma ihtimali hayli düşüktür.