Referandum sürecinin ardından, Türk-Amerikan ilişkilerinin yavaş yavaş, eski seyrine doğru dönmeye başlayacağı emareleri görülüyor. ABD Başkanı Trump’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı arayarak kutlaması ve bu görüşme sırasında Suriye, terör ile mücadele ve bölgesel güvenlik konularının ele alınmış olması bu durumun en net göstergesi. Görüşmenin ardından, 2017 Mayısında Brüksel’de yapılması planlanan NATO liderler zirvesi öncesi, ABD Başkanı Trump ile Cumhurbaşkanı Erdoğan buluşmasının Washington’da gerçekleştirilmesinin planlandığı, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu tarafından açıklandı. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın da Şubat 2017’de en geç Mayıs ayındaki NATO zirvesinde görüşme gerçekleştirilmesi için çalışmalar yapıldığını belirtmişti.
Ancak bu ılımlı havaya rağmen, Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilâtı (AGİT) tarafından hazırlanan referandum ön raporuna istinaden, ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mike Toner endişelerin dikkate alındığını belirterek demokrasilerdeki karşıt görüşlere saygı, hukukun üstünlüğü ve özgür basın kavramlarına dikkat çeken bir açıklama yapmıştır. Amerikalı politika yapıcıların Türkiye’de gerçekleştirilen referandum sonuçlarına mesafeli bir şekilde yaklaştığı yaptıkları açıklamalarla net bir şekilde ortaya konmaktadır. Ancak, ABD ile Türkiye’nin işbirliği ve çalışma alanları, oluşan sistemik yapı içerisinde öylesine iç içe geçmiş durumdadır ki; bu mesafeli yaklaşımın belli bir seviyenin ötesine geçmesi mümkün görünmemektedir. Zira referandum sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın CNN kanalına verdiği mülakatta da ABD ile birlikte çalışmanın önemine, bölgesel sorunların çözümü açısından değinilirken; stratejik ittifak ilişkisi ile de ABD ve Türkiye’nin karşılıklı çıkar ilişkisi içinde olduğu vurgusu yapılmıştır.
Dolayısıyla, Türkiye’nin de ABD için çok sert söylemler kullanma zamanının sona erdiği, ABD öncülüğünde kurulan NATO ve uluslararası ekonomi politik sistemin bir üyesi olarak uluslararası politikadaki vaziyetin alınması için çaba sarf edileceği en yetkili ağızlardan ifade edilmiştir. Yani, Türk-Amerikan ilişkileri açısından iç politika yapım sürecinde üretilen tüm sert söylemler bir yana bırakılarak, geleneksel ittifak ilişkilerinin sürdürülmesi yönündeki ifadeler açıktır. Ancak bu durum uluslararası siyaset açısından iki alanda test edilerek gidişat belli olacaktır; bunlardan ilki Suriye diğeri de Irak’tır.
Suriye konusunda, ABD ve Rusya’nın ortak düşmanının IŞİD oluşu ve Esad’ın devrilmesinin ikinci planda kalışı, Esad’ın kayıtsız şartsız devrilmesi yönünde ısrarcı söylemler geliştiren Türkiye’nin politik gidişatını revize etme zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Elbette bu revizyon süreci gerginliği artan bir ilişki boyutunu da beraberinde getirmiş. Gerginlik azalarak da olsa Türk-Amerikan ilişkilerinde halen hissedilmektedir. Türkiye’nin 24 Ağustos 2016’da başlattığı operasyonun 29 Mart 2017’de resmen bitirilmesi ve resmi bitiş tarihinden yaklaşık iki ay önce tam bir sessizliğe bürünülmesi de Türk-Amerikan ilişkileri açısından bir gerginlik alanının varlığını göstermektedir. Muhtemelen; Türkiye, ABD’den Suriye’de Esad’ın devrilmesi için daha etkin bir rolün üstlenilmesi için talepte bulunacaktır. Bu noktada ABD’nin 7 Nisan 2017’de gerçekleştirdiği Suriye saldırısının, Esad’ın devrilmesi için Amerikalı politika yapıcıların bir isteği yönünde yorumlanması oldukça hatalıdır. Zira ABD tarafından tek seferlik ve üstelik de Rusya’yı bilgilendirerek yapılan bu saldırı, Vaşignton’un gücünün değil, Suriye’de Esad’a karşı bir askeri operasyon yapma eksikliğinin göstergesidir.
Rusya da Esad’a verdiği desteği uzun bir süre sürdürebilecek ne askeri ne de ekonomik güce sahiptir. Bu noktada Türkiye, bölgedeki nüfuzundan rasyonel bir şekilde faydalanarak; akılcı diplomatik uygulamalar ve küçük savaş yöntemleriyle asimetrik bir güç olarak olayın yönlendiricisi konumunda bulunabilir. Bunun için hala fırsat mevcuttur, bu durumun önündeki tek engel, uluslararası politik sistemin kabul sınırlarının dışında kalan girişimler ve dış politikanın iç politika için malzeme olarak kullanılmasıdır.
Türk-Amerikan ilişkileri bağlamında bir diğer ve Suriye olayına nazaran daha karmaşık sorun alanı ise Irak ve Irak’ın kuzeyidir. Öncelikle Türk politika yapıcıların Barzani’nin ne denli güvenilir bir müttefik olduğu hususunda bir mutabakatı gerekmektedir. Konu ile ilgili gelişen süreç, Barzani’nin güvenirliğinin seviyesini tartışmalara açık bir konumda tutarken; Irak Türklerine verilecek önemli desteklerin, ciddi bir oyun değiştirici olarak Türkiye’nin elini güçlendireceğini göstermektedir. Dolayısıyla Barzani ile olan ilişkilerin bağımsız bir devlet başkanı seviyesinden; olması gereken yere yani bir federal devletin federe yapısının temsilcisi seviyesine getirilmesi önem arz etmektedir. Bazı görüşlere göre, Barzani’nin hinterlandı olduğu iddia edilen Güneydoğu Anadolu bölgesinin, yeniden bir sosyal destek ve dönüşüm projesine muhtaç olduğu açıktır. Ancak bu uygulama daha önce nasıl bir hata olduğu tam olarak görülmüş olan, terör örgütü elebaşının verdiği talimatları dolaylı ya da dolaysız yollardan alarak meşru siyaset ortamına sokan ellerin muhatap alınması ile yapılmamalıdır. Bu süreç devletin organlarının uhdesinde ve hakkaniyetle yani eli devletin güvenlik güçlerine karşı tetiğe dokunmuş şahısların hukuk kuralları içerisinde cezalandırılmasını da içeren bir proje ile gerçekleştirilmelidir. Böylece hem kamu vicdanı rahatlatılacak hem de bölgedeki Türk vatandaşlarının sorunlarına bir nebze katkıda bulunulacaktır. Bu projenin gerçekleştirilmesi Irak’ın Kuzeyinde varlığını çok önemli bir haldeymiş gibi gösteren ve bu şekilde davranan Barzani’nin de çevrelenmesi anlamına gelecektir.
Böyle bir vaziyette Türk-Amerikan ilişkileri; Irak’ın kuzeyi noktasında, Türkiye’nin sıklet merkezinde bulunduğu bir halde geliştirilebilecektir. Burada en hassas nokta Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, Irak Türklerine vereceği destek ile Güney Doğu Anadolu Bölgesindeki vatandaşların devlete olan güveninin artırılmasıdır. Bu durumda manipülasyonlara kapalı bir ortamın oluşmasından dolayı Irak’ın kuzeyindeki federe yapının temsilcileri asimetrik güçlerini kaybedecek, ABD de bu gücün kaybolması ve Türkiye’nin ağırlığının artması dolayısıyla konuyu Türkiye eksenli görmek zorunda kalacaktır. Irak Federe Devletinin bir başka deyişle Bağdat hükümetinin İran eksenli politikası karşısında Irak’ın kuzeyi konusunda söz konusu bu politika gerçekleştirilebilirse, Türkiye-ABD ittifakının zorlanacağı bir durum kalmayacaktır. Böyle bir vaziyette, Türkiye Irak’ın kuzeyinde de, akılcı diplomatik uygulamalar ve küçük savaş yöntemleriyle asimetrik bir güç olarak olayın yönlendiricisi konumunda bulunabilir.