1994 yılında Beech Super King Air BE-200 modeli bir tayyarenin Ankara semalarında motor keserek düştüğü haberi gelmişti. Çok Önemli Kişi taşıyan bu uçakta dönemin Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis, maiyeti ve iki pilotumuz şehit düştü. Çok şey yazıldı, söylendi; o dönemde kulağımda kalan bir laftır, Alaska şartlarında uçan bu tayyare nasıl olur da Ankara soğuğunda motor keser. Komplo meselelerini bir kenara bırakarak terörle mücadelede bir babayığidi daha en şerefli rütbeyle uçmağa gönderdik… O vakitler aynı zamanda Çekiç Güç'ün Irak'ın kuzeyinde uçuşa yasak bölge faaliyetlerini sürdürdüğü zamanlardı. Aslında Amerikan dilince Poised Hammer yani ateşlenmeye hazır bir silahın horozunu ifade eden bu tabir, Türkçe'ye ne hikmetse Çekiç Güç diye çevrilmişti. Burada mesele çeviri de değil ancak bazı ifadelerin anlamları kendi içeriğinde saklıdır.
O dönemde basına sık sık yansırdı, ABD kuvvetleri bölücü terör örgütünün yoğun bulunduğu mıntıkalara yiyecek giyecek paketlerini düşürdü!? diye. Bunun ardından Korg. Hasan Kundakçı'nın sevk ve idaresinde kış şartlarında operasyon nasıl ifa edilir adlı bir kurs niteliğini haiz Çelik Harekâtı yürütülmüştür. Bu harekât sırasında, Harbiye talebeleri aldıkları üç kuruş maaşı, operasyon bölgesinde faaliyette bulunan ağabeyleri ve müstakbel silah arkadaşları için bağışlamış, 13 Mart'ta içeceği iki çay ya da kahveden feragat etmiştir. Bu dönem Türkiye'nin terörle mücadele konusunda hayli faal bulunduğu bir zamandır. ABD ile olan ilişkiler bağlamında da harekât sırasında olumsuz açıklamalar gelse de ilişkiler akamete uğramamıştır.
1999'dan itibaren bölücü terör örgütü elebaşının, başta Özel Kuvvetler Komutanlığı personelinin çabaları olmak üzere, ele geçirilmesi ile olaylar neredeyse bitme noktasına gelmiştir. Bu noktada; bölücü örgüt elebaşısının teslim edildiği iddialarına; CIA açık kaynaklarında, Yunan İstihbaratı EYP'nin, bölücü örgüt elebaşının transferiyle ilgili olarak görevlendirdiği Bnb. Savvas Kalenteridis'i fiyaskoyla suçlaması en açık cevabı içermektedir. Sonuç olarak, terör örgütü elebaşı hakkında ABD sadece adil yargılanması yönünde açıklamalar yapmakla yetinmiştir.
Türkiye bir hukuk devletidir ve adil bir şekilde de yargılanmıştır adı geçen şahıs. Ancak, yapılan tüm uyarılara rağmen, adının bir türlü belirlenemediği bir politikasızlık ve güvenlik bürokrasinin hiçe sayıldığı dönem dolayısıyla, bölücü terör örgütü stratejik avantaj kazanmış, bu avantaj da son dönemde yaşadığımız malum olaylara sebebiyet vermiştir. Bu süreçte Türk-Amerikan ilişkilerinin Kürecik Radarı, Suriye meselesi gibi olaylar dolayısıyla “tarihinde hiç olmadığı kadar iyi” dönemi yaşanmıştır. ABD'den de Türkiye'deki “demokratik açılım”dan ne derece memnun olduğunu ifade eden açıklamalar gelmiştir. Görüldüğü gibi gerek Irak'ın kuzeyindeki de facto yapılanma, gerek de bölücü terör örgütü konusunda ABD için bu dönem aleyhte ifadeler hayli düşük tonlu şekilde dile getirilmekte, tanımın ne olduğu konusunda tartışmalar bulunan “model ortaklık” olarak ikili ilişkiler açıklanmaktadır.
Suriye meselesinde, stratejik hedeflerin değişimi de yukarıda anılan ikili ilişkilerin gerilmesine sebep olmuştur. Bu aşamada bölücü terör örgütünden başka bir de IŞİD meselesi gündeme gelmeye başlamıştır. IŞİD'ın Musul'a yürüdüğünün çok ağır ifadelerle TBMM çatısı altında tartışılmasından kısa bir süre sonra, Türkiye'nin Musul Başkonsolosluğu basılarak tüm personel ve hatta çocukları esir edilmiştir. Türkiye'nin IŞİD ile mücadele konusunda o dönem daha ağır hareket etmesi ve İncirlik Üssü'nün koalisyon güçlerine açılma tartışması Türk-Amerikan ilişkilerini terör bağlamında geren bir başka noktayı oluşturmuştur. Bu süre zarfında hem Türkiye'nin Peşmerge güçlerini kuzey hattından Suriye'ye dahil etme planı, hem ABD ve Rusya'nın IŞİD ile mücadele konusundaki rasyonel aktör arayışı, PYD'nin silahlı kolu YPG'nin bu bölgede bir aktör haline gelmesine neden olmuştur. Böylece Türkiye hem IŞİD hem de YPG ile uğraşmak zorunda kalan bir ülke haline dönüşmüştür. Üstelik IŞİD konusunda sağlanan kısmı uluslararası mutabakata rağmen; YPG konusunda böyle bir husus da mevcut değildir. YPG üzerinde böyle bir hassasiyetin bulunmayışı Türkiye'nin stratejik kurulumundaki kırılgan eklem noktasını oluşturmaktadır.
Bununla birlikte Türkiye'nin, Irak'ın Kuzey bölgesindeki defacto yapıya bölücü terör örgütüyle mücadelenin neredeyse devredilmesi anlamına gelecek girişimlerde bulunması ancak ve ancak YPG'nin elini kuvvetlendirecektir. Dolayısıyla yukarıda süreç gelişimini arz etmeye çalıştığım dönemdeki gibi inisiyatif ele alınarak, Irak'ın kuzeyindeki şer yuvalarının dümdüz edilmesi gereği hasıl olmuştur. Dış mihrak meselesi elbette mevcuttur. En başta da önce bölücü terör örgütüne şimdi de kendi ifadeleriyle YPG'ye lojistik destek veren ABD bu hususta kendi pozisyonunu net bir şekilde belli etmektedir. Ancak gelişmeler bize göstermektedir ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kararlı bir şekilde hareket ettiğinde bu dış mihraklar sesinin hayli düşük bir halde çıkarabilmektedir. Dolayısıyla kararlı ve cesur adımlar doğru noktalara yönlendirilerek atılmalıdır. Çözüm Türkiye Cumhuriyetinin kendi güvenlik aygıtlarındadır. Bir devletimsi yapıya Türkiye'nin güvenliği emanet edilemez.