23 Haziran 2016 tarihi hem Birleşik Krallık tarihine hem de Avrupa Birliği entegrasyon tarihine sorunlar zincirinin başlangıcı olarak damgasını vurdu. Bu tarihte gerçekleştirilen referandumda Birleşik Krallık vatandaşlarının % 51.9'u tercihlerini Avrupa Birliği'nden ayrılma yönünde kullandı.
Böylelikle de hem Birleşik Krallık için hem de Avrupa Birliği için ekonomik ve siyasi sorunlara giden yolun kapısı açıldı. Bu sorunlara sonradan hukuki sorunlar da eklendi.
Avrupa Birliği tarihinde ilk kez bir üye devletin Birlik’ten ayrılma talebiyle yüzleşmek zorunda kaldı. Aslında Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’nu kuran antlaşmalar sınırsız süreli akdedilmiş iken, yani en azından Avrupa Birliği hukuku açısından herhangi bir üye devletin Birlik’ten ayrılması mümkün değil iken, 2009 yılında yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması Birlik’ten çekilmeyi hukuken mümkün kılan bir madde içerdi. Lizbon Antlaşması yürürlüğe girdiğinde, bu madde hükmünün fiiliyata dökülebileceğine, bir başka deyişle herhangi bir üye devletin Birliğin karşısına “ayrılmak istiyorum” diyerek çıkacağına ihtimal vermemiş ve bu hükmün Birlik üyeliğinin ebedi olmasını eleştiren kesimleri susturmak amacıyla Antlaşmaya konulduğunu düşünmüştüm.
Ancak 23 Haziran tarihi benim ve benim gibi düşünenlerin öngörüsünde yanıldığına işaret etti ve bize, Avrupa Birliği uzmanlarına üzerinde çalışabilecekleri yepyeni bir meseleyi de armağan etmiş oldu: Brexit.
Batıda akademik çevreler ile medya Brexit kararının özellikle muhtemel ekonomik etkileri üzerinde duruyor; bir başka deyişle Brexit’in hem Birleşik Krallık hem de Birlik ekonomisine getiri ve götürüleri ciddi şekilde tartışılmakta. Brexit’in muhtemel siyasi etkileri, ekonomik etkileri kadar ön plana çıkarılmasa da, Brexit hem Birleşik Krallığın siyaseten varlığı hem de başka üye devletler için örnek teşkil etmesi açısından Avrupa entegrasyon hareketinin geleceği için oldukça önemli.
Muhtelif yazılarımla özellikle meseleye Birleşik Krallık iç siyaseti açısından bakıp, İskoçya’daki ayrılıkçı görüşlerin Brexit kararı ile tekrar alevlendiğini, Galler’den benzer sesler geldiğini belirtmiş ve Birleşik Krallık’ın geleceği üzerinde kara bulutların dolaştığını ifade etmiştim. Bu kara bulutlar, Birleşik Krallık üzerinde olduğu kadar koyu olmasa da, Brüksel’e kadar ulaştı. Brexit sonrası “nasıl bir Avrupa Birliği” ne dair öngörüler yapılırken, 2004 genişlemesi öncesi ve hemen sonrasında Avrupa Birliği çalışmalarında önemli yer tutan “çok vitesli”, “değişken geometrili” ve “ a la Carte” Avrupa kavramları bir süreliğine gizlendikleri yerden çıkıverdiler.
Brexit’in bir de hukuki boyutu var. Bu hukuki boyut iki aşamalı. Birinci aşama doğrudan Birleşik Krallık vatandaşlarını ilgilendiren, referandum kararının Parlamento’nun onayına sunulup sunulmayacağına dair hukuki mesele. Konu Birleşik Krallık Yüksek Mahkemesi’ne taşındı bile. Adadaki hukuk profesörleri Parlamento’nun onayı olmaksızın Birleşik Krallık hükümetinin Avrupa Birliği’nden çekilme prosedürünü resmen başlatamayacağı görüşünde ve hükümetin aksini iddia ediyor olmasına rağmen Yüksek Mahkeme’nin Parlamento onayını şart koşan bir karar alacağı tahmin ediliyor. Yüksek Mahkeme konuyu gelecek hafta görüşecek. Üstelik İskoçya’nın ve Galler’in Birleşik Krallık’ın Birlik’ten ayrılma sürecinde söz hakkı, çekilme müzakerelerine resmen katılma talebiyle mahkemeye başvurması bekleniyor. Bu durumun Brexit kararının İskoçya ve Galler tarafından veto edilmesi ihtimaline işaret ediyor oluşu Britanya basınında üzerinde durulan hassas bir nokta.
Brexit’in hukuki boyutunun ikincisi oldukça ilginç. Bazı çevreler Brexit konusunda nihai kararın Avrupa Birliği Adalet Divanı tarafından verilmesi gerektiği argümanını ortaya atıp, akılları daha da karıştırdılar. Avrupa Birliği Adalet Divanı da Brexit meselesinin önüne gelmesinden rahatsızlık duyacağa benzemiyor; çünkü Divan Başkanı Divan’ın Brexit meselesine dahil olabileceğinin sinyalini verdi.
Peki Avrupa Birliği Adalet Divanı Brexit örneği üzerinden herhangi bir üye devletin Birlik’ten çekilmesi konusunda söz hakkına sahip mi? Lizbon Antlaşması’nın Birlik’ten çekilmeyi düzenleyen maddesinde, Adalet Divanı’nın çekilme konusunda yetkisinin/onayının gerektiğine yönelik bir hüküm yok; üstelik bu madde de Adalet Divanı’nın bahsi bile geçmiyor. Ancak çekilme maddesi de, doğal olarak Avrupa hukukunun kapsamında olduğuna göre, bu madde Adalet Divanı’nın yorumuna açık. Kısaca Adalet Divanı Lizbon Antlaşması’nın çekilmeyi düzenleyen hükmünü yorumlama yetkisine sahip. Ancak maddeyi yorumlarken kendine yeni yetki de ihtisas edemez; bir başka deyişle çekilme hükmünü yorumlarken çekilme konusunda kendisini yetkili kılacak bir adım atamaz.
Bu açıdan Brexit’in Avrupa Adalet Divanı önüne getirilmesi mevcut hukuki sorunları daha da karmaşık hale getirir ve süreci uzatabilir. Ancak Brexit konusunda nihai sözü söyleyecek olan, çekilme hükmünü yorumlama yetkisine sahip olsa da, Avrupa Birliği Adalet Divanı değildir.