Ulusüstü kurumların genel özelliği milli devletlerin belli oranlarda karar alma yetkilerini bu kurumların kurullarına devretmesi karşılığında güvenlik ve ekonomi alanlarında birbirlerini destekleyerek genişlemesidir. Ernest B. Hass, “pozitif yayılma etkisi” olarak Türkçeleştirilebilecek bir kavramın sahibidir. Bu yaklaşımda olumlu ekonomik gelişmelerin diğer ülkeleri de etkileyerek yayılacağı ve bu durumun daha sonra ülkelerin sosyopolitik ve ekonomik durumlarına da etki ederek birliklerin gelişerek genişleyeceğini ifade eder. Burada da görüldüğü gibi en önemli etken ekonomik faaliyetler ve buna dayalı anlaşmalardır.
Avrupa Birliği'nin Gayrı Safi Yurtiçi Hasılası nominal değer üzerinden 17 trilyon dolar. Bizim ihracatımız bu birliğe 60 milyar dolar civarında. Bunun dışında AB ile ABD Transatlantik Ticaret Anlaşması ile aralarına Kanada'yı da alarak bir başka ulusüstü ticaret bloğu oluşturmaya çabasında. Hatırlayalım Zafer Çağlayan'ın bakanlığı döneminde sık sık ABD ziyaretleri gerçekleştirildi Transatlantik Ticaret Anlaşması ile ilgili bir taraf olmak için. Ayrıca Avrupa ile ilişkiler yukarıda Baltalimanı Ticaret Anlaşması ve hatta öncesinde kapitülasyonlara bakılırsa çok köklü. Bu kısa bilgiden sonra gelelim Şangay İşbirliği Örgütüne (ŞİÖ) üye ülkelere.
ŞİÖ içinde en gelişmiş ekonomiye sahip iki ülke var biri Çin biri de Rusya Federasyonu. Çin GSYH değeri 11.4 trilyon dolar. Rusya ise 1.3 trilyon dolar. Gelelim diğer üyelere; Kazakistan 245 milyar dolar, Kırgızistan yaklaşık 7 milyar dolar, Tacikistan 8 milyar dolar, Özbekistan 67 milyar dolar yaklaşık bunlar üyeliği tabiri caizse tam olan ülkeler. Çin ve Rusya dışındaki ülkelerin isimleri Türkçülük hassasiyeti olan dostlarda bir sempati yaratabilir onlara da şiddetle üstat Ziya Gökalp'in Türkçülüğün Esasları adlı eserini öneririm. Gelelim bu teşkilatın ekonomik büyüklüğüne 12.3 trilyon dolar büyük çoğunluğu ileri teknoloji ve üretim ekonomisine dayalı olmayan bir rakamsal büyüklük. Bunun yanı sıra ABD-Çin ekonomik ilişkileri açısından da bakıldığında ve ABD ileri teknoloji ve üretim yatırımlarının %25'i Çin'de bunun karşılığı olarak da Çin'in ABD'de önemli yatırımları olduğunu dikkatlerden kaçırmayalım. Dolayısıyla bir alternatif olarak ortaya konan ŞİO ekonomik gelişmenin refahı artırarak sosyopolitikaya yansıyacağı bunun da gelişmeyi beraberinde getireceği olumlu taşma etkisinden hayli uzakta görünüyor. Ek olarak Rusya ve Çin'in ABD ile olan ilişkileri de eyy diye başlayan derin analizlerde pek dikkate alınmıyor.
ASEAN diye bir başka ulususütü kurumsallaşma girişimi var. O da bizim yetenekli diplomasi muhabirlerinin sık sık "ABD Orta Doğu'dan çekiliyor, Asya Pasifik bölgesine önem verecek" başlıklı dâhiyane haber yorumlara imza atmasına sebep olan bölgede bulunuyor. ASEAN dünyanın öteki tarafından bizim bir zamanlar dahil olmak için çok uğraştığımız Transatlantik Anlaşmasına katkıda bulunuyor. Asya Pasifik bölgesi dünya ticaret yollarının önemli bir kısmını kapsıyor. Endonezya, Filipinler, Tayland, Malezya, Singapur ve Vietnam da bu birliğin önemli ülkeleri. Söz konusu altı ülke GSMH açısından 2,5 trilyon dolar büyüklüğünde bir ekonomiye ve dünyanın büyük güçlerinin fason üretim sahalarına sahip. Üstelik bir askeri yapılanma girişimleri de var ki entegrasyonun ikinci aşamasına geçmiş olduklarını gösterir bu. Şöyle bir hatırlatma da yapalım. ABD Pasifik Komutanlığı ile Filipinler Silahlı Kuvvetleri arasında eğitim ve donatım faaliyetlerini de içeren bir anlaşma yapıldı. Yani bir ulusüstü yapılanmanın iki bileşeni olan ekonomik faaliyetler ve buna dayalı askeri entegrasyon yolunda fena ilerlemiyor ASEAN.
Bunlar için de pek çok haklı itirazı ayrıca tartışmak kaydıyla en sağlam içerikli ve temelli yapı yine AB olarak görünüyor. Yıllar önce bir yüksek lisans talebesiyken koyduğum tespiti yeniden tekrar etmek kaydıyla “Bitmeyen Senfoni”. Bu senfonide Türkiye'nin görevi ticari ve askeri olarak en yüksek çıkarı AB ile ilişkilerini sürdürmektir. Elbette ki ŞİÖ gibi başka güç odaklarıyla da irtibat kurulmalıdır. Ancak bunlar alternatif olmaktan ziyade Türkiye'nin hareket sahasını genişleten girişimler olmalıdır. Zira askeri entegrasyon konusunda da zorlandığımız Rusya ve Çin ile geniş ölçekli bir ekonomik ve askeri işbirliği ihtimali 1947'de temelleri atılan ve 1953'te kesinleşen politikalar nedeniyle hayli uzaktadır. Bu yüzden hep olduğu gibi iç politikaya yönelik tonu yüksek konuşmalar yerine stratejik hamleler ve soğukkanlılık öne çıkarılmalıdır.