Suriye meselesinde vekaleten savaş yöntemini kullanarak ABD'nin de talebi doğrultusunda 24 Ağustos 2016'da bir operasyon başlattık. Her ne kadar hezeyanlı bir grup gençlik bunu Merci Dabık Savaşı'nın başlangıcıyla birleştirip bir zafer havasını operasyon daha sonuçlanmadan sanki bir fetih hareketiymiş gibi yansıtmaya çalışsa da kısa sürede işin böyle olmadığı görüldü. Operasyon ilerledikçe asıl hedefin YPG değil, IŞİD olduğu da ortaya çıktı. Şu anda gayet net bir şekilde operasyonun temel hedefinin IŞİD olduğu bunun yanı sıra Türkiye'nin fırsat buldukça YPG hedeflerini vurduğu görülüyor.
Türkiye elbette sahada olmalı… Ancak sadece Suriye'de değil. Musul'da da sahada olmalı. “Olacağız” diyor yetkililer bir ağızbirliği ederek. Suriye'de 24 Ağustos'ta başlayan operasyonun kaçıncı gününden itibaren sahadaydık. Cevabı vereyim: İlk gününden itibaren. Şimdi? Musul operasyonu birinci haftasını geride bıraktı. Başbakan Yıldırım'ın önce grup toplantısında, “Hava operasyonuna katıldık” açıklamasını yapıp ardından, “Katılabiliriz” şeklinde düzeltmesinin üzerinden de yaklaşık bir hafta geçti. Operasyonun neresindeyiz? Başika'daki üssümüzden obüs atışı yaptık. Bunun dışında da savaş uçaklarımızdan dört tanesinin hava operasyonuna katıldığı ya da katılacağı konuşuluyor. Bunun adı eğer sahada olmak ise şu anda Suriye'de yaptığımızın adı nedir? Suriye'deki operasyon sahada olmaksa ki tam anlamıyla öyledir, “Musul'da sahadayız” demeye getiren açıklamalar tatmin edici değildir. Takdir siz okurların. Bu işin Türkiye'nin yaptığı ya da yapamadığı operatif faaliyetler kısmı. Bir de Irak'taki Türkler meselesi var.
Irak'taki Türkler yıllardır kadre uğruyor. Bu bilinen bir gerçek. Ancak şunu da açık bir şekilde ifade etmekte yarar var ki, ABD'nin Irak'ı işgalinin ardından kriz daha da yükseldi. Saddam döneminde Türk bölgelerinin Araplaştırılması politikası yürütüldü. ABD işgali ile birlikte Türk bölgelerinin Barzani'nin partisi KDP eliyle Kürtleştirilmesi politikası yürütülüyor. Irak'ın işgalinin ilk yıllarında Barzani'nin partisi KDP ile Talabani'nin partisi KYB arasında çıkar ortaklığı dolayısıyla adı konmamış bir koalisyonun sonucu olarak Irak Türkleri büyük sıkıntılar çektiler. Şimdi ise durum daha vahim. Bölgedeki Türklere göre bir yandan bölücü terör örgütü ile sorun yaşayan Barzani ile bölgede Talabani sonrası yeniden etkin hale gelmek isteyen KYP ve muhalif yapı Goran hareketinin, PYD elebaşı Salih Müslim ile görüştüğü belirtiliyor. Yani Irak'ın kuzeyindeki Türkler için çember her geçen gün daralıyor. Tehlike o kadar yakın ki, Musul milletvekili ve Irak Türkmen Cephesi Başkanı Erşad Salihi'nin yeğeni de çatışmalarda şehit düştü. Irak'taki Türkler büyük tehlike altında, saldırılara maruz kalıyorlar, şehit oluyorlar. Şimdi bu haberler doğruysa direkt olarak PKK tehdidi ile de karşı karşıyalar.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu yaptığı açıklamada (26.10.2016), Türkiye'nin Türkmenler tehdit altındaysa ve zarar görürse müdahil olmaya muktedir olduğunu ifade etti. E hadi hayırlısı. Muktedir icra eder icra da gözle görülür ve somuttur. Göreceğiz. Gelelim müdahil olma şekillerine. İlla ki bağıra çağıra topla tüfekle girmek gerekmez. Varsın kürsülerinizden kendinize paye çıkarmayın sayın siyasiler. Birlik olun gerekli temelleri hazırlayın, orada bu memleket ve Irak Türklüğü adına gözünü kırpmadan ateşe koşacak pek çok babayiğit çıkar… Belki bu sizlere oy olarak dönmez ama inanın büyük bir hizmet etmiş olursunuz o insanların huzuru sizlerin huzuru olur. Kahramanlar adları duyulsun istemez… İki satır da böyle bir şahıstan bahsedeyim sizlere. Zira son dönemde herkes üzerinde konuşmaya başladı.
Albay Özdemir Bey. Üzerine iki tane kitap yazıldı ve bir iki de makale. Ben de adı az duyulmuş bu kahramanın yaptıklarını bir psikolojik operasyon faaliyeti çerçevesinde ele alan yüksek lisans tezi hazırladım zamanında. Otuz kişiyi bulmayan subay kadrosu ve yaklaşık seksen kişilik kazan mevcuduyla gittiler bölgeye. İlk vardıklarında, “Türk ordusu ne zaman gelecek?” diye soruldu onlara… Bütün imkânsızlıklara rağmen Süleymaniye Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini kurdular. Süleymaniye hani şu 2003 yılında o elim çuval meselesinin yaşandığı yerde yani. İngilizler onlarla başa çıkabilmek için tarihin ilk düzenli hava harekatını yapmak zorunda kaldı. İngiliz'in bütün gelişmiş silahlarının karşısında onların inanç ve cesaretleri vardı. Komuta merkezi şimdiki Diyarbakır'da bulunan Elcezire komutanlığından Doğu grubuna alındığında işler sarpa sarmaya başladı. Telgraf yazışmalarının yürütülebilmesi için ihtiyaç duyulan direkler bile temin edilmedi. Muhaberesiz muharebe olmaz. Yardım alamadılar… Bir tarafta dönemin Doğu grubu komutanı Kazım Karabekir Paşa, Albay Özdemir ve arkadaşları orada can pazarındayken, aynı zamanda Atatürk'e bölgeye kimliklerini gizlemek kaydıyla Türk askerlerinin gönderilmesi gerektiğini ve orada İngilizlere engel çıkarmalarını salık veriyordu… Yorum sizindir. Bölgeden çekilmek zorunda kaldılar İran üzerinden. Savcubulak reisi olan arkadaşına yazdığı mektupta “Maceramız öyle elim ve hazindir ki tarif ciltler alır” demişti. Ne ciltleri iki üç kitap, iki üç makale ve bir tez oldu. Unuttuk gitti.
Bu altyapı var Türk devletinde. Dolayısıyla illa topa tüfeğe gerek yok… Yine o dönem Mustafa Kemal Atatürk, Cerablus'tan başlayıp Irak'ın kuzeyine kadar giden bir sınır hattı tarif ediyordu. Kaynak TBMM'nin Gizli Celse Yayınları İş Bankası çıkardı bu eseri hayli kalın okuması zor öyle özetle mözetle olmaz yani. İşte o sınırlar her daim stratejik hafızanın bir köşesinde olmalı. Eskiden yapılan daha geniş imkânlara sahip Türk devleti tarafından çok daha rahat yapılır, yapılabilmeli. Tabi burada “geleneksel müttefik ve dostumuz” ABD giriyor devreye.
Irak'ın kuzeyi önemli bir petrol havzası ve bu havzanın kara yoluyla denize açılması için iki alternatif var biri bizim meşhur Yumurtalık Ceyhan hattı diğeri de bugün kıyametin koptuğu Suriye'nin kuzey hattı. Bölgede kontrol edilebilir Amerika'ya müzahir yapılanma ya da politik güç odaklarının bulunması elbette bizim “dost” kuvvetlerin işine geliyor. Bunun için de yıllar önce Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurduğumuz yerde bizim babayiğitlerin başına çuval geçirmekten geri durmuyorlar. Ruslar da bölge için hayli hevesli. Zira kabul ederken devlet töreni düzenlediğimiz, flamasını bayrak diye devlet yetkililerimizin arkasına koyduğumuz Mesut Barzani'nin babası Molla Mustafa Barzani hem Ruslarla hem de Amerikalılarla iyi ilişkiler içindeydi. Bu da bizi göstermeli ki, ne ABD ne Rusya dost ya da düşman değil. Stratejik çıkarların birleştiği noktada birleşilmesi, ayrılması gerektiği noktada da yekdiğerine karşı akıllıca kullanılması gereken büyük güç odaklarıdır. Hem Suriye'nin hem de Irak'ın kuzeyindeki faaliyetlere bu küresel ve bölgesel ölçeklerden bakıldığında, dış politik faaliyetleri iç politikanın mezesi yapmadığımızda ve devletin stratejik gücünü harekete geçirdiğimizde üstesinden gelemeyeceğimiz sorun yoktur. Yeter ki hamaset içinde boğulmayalım. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin mayası sağlam tutulmuştur her güçlüğün üstesinden gelir.