Doç. Dr.  Dilek Yiğit Doç. Dr. Dilek Yiğit

Sözde Soykırım Kararı Sonrası Türkiye-Almanya-Avrupa Birliği Üçgeni

21 Haziran 2016
Sözde Soykırım Kararı Sonrası Türkiye-Almanya-Avrupa Birliği Üçgeni

George Friedman “Avrupa Krizi” başlıklı kitabında, “Avrupa’da Almanya ile ilgili kötü anıları olmayan bir ülke yok. Almanların bile kendileriyle ilgili kötü anıları var.” demektedir. I. Dünya Savaşı’na girişimizi Almanya’nın iradesine bağlamak gibi Osmanlı’nın kendi iradesini yok sayma gafletine düşmediğimiz müddetçe, bizim Almanlar ile en azından tarihimizi yönlendirecek kötü bir anımız yoktu.

Almanya Türkiye ile de kötü bir anı yaratmak istiyor olmalı ki; 2 Haziran 2016 tarihinde Alman Parlamentosu 1915 yılında yaşanan olayları “soykırım” olarak adlandırdı.  Tarihi gerçekliklerden uzak, sadece siyasi dürtülerle alınmış bu karar, “Ermenilerin kaderi,  20. Yüzyıla damgasını vuran kitle imha, etnik temizlik, sürgün ve soykırım olaylarının bir örneğidir”[1] şeklinde bir ifade içermektedir.  Tabi, bu ifadeler Türkiye açısından kabul edilemez. Ancak etnik temizlik, sürgün, soykırım gibi olayların 20. yüzyıla damga vurduğu bir gerçektir ve bu gerçekliğin nedenlerini Almanya kendinde aramalıdır. II. Dünya Savaşı’nda yaşananları hatırlatılmasına gerek var mıdır?

Diğer taraftan Almanların sözde soykırımda Almanya’nın rolü olup olmadığını tartışmaya başlamış olmaları da çok ilginçtir.[2] Bu yaklaşımın amacı açıktır; sözde soykırımı olgusal bir veri olarak kabul edip, tartışmaları yorumsal veriler düzeyine çekmektir. Böylelikle sözde soykırım kabul edilmiş bir gerçek olarak nitelenmiş olacak ve kimin payı ne kadar gibi anlamsız tartışmaların başlayacağı bir süreç açılacaktır. Ermeniler sözde soykırım için Almanya’yı kınamaya başlamıştır bile.[3] Türkiye Almanların sözde soykırımında rolünün tartışılmaya açıldığı bu tuzağa düşmemelidir; “Almanların rolü var mıdır?” tartışmasına girmek,  sözde soykırımı kabul etmek anlamına gelme riskini ciddi şekilde içermektedir.

Alman Parlamentosu’nda alınan bu kararın, bağlayıcı olmaması da, kararın göz ardı edilmesine sebep olamayacağı gibi, bağlayıcı olmayan bu kararın etkileri farklı düzeylere yansıyacaktır.

İlk düzey Türkiye-Almanya ilişkileridir. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan Almanya’nın aldığı bu kararın iki ülke arasındaki ilişkileri ciddi şekilde etkileyeceğinin altını çizerken, Almanya’nın Türkiye gibi bir dostu kaybetme riskiyle karşı karşıya olduğunu ifade etmiştir.  Başbakan Sayın Binali Yıldırım da, Türk Milleti tarafından kabul edilemez, yok hükmünde olan bir kararın Türkiye-Almanya ilişkilerini gerçek anlamda zedelediğini belirtmiştir. Diğer taraftan Adalet ve Kalkınma Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi ortak bir açıklama yaparak, asılsız Ermeni iddialarına dayanan, tarihsel ve hukuki meşruiyeti olmayan bu kararı kınamışlardır. Burada görülmektedir ki, Almanya’nın bu talihsiz girişimi, Türkiye-Almanya arasında kötü bir anı yaratmaktan öteye geçerek, Türkiye-Almanya için kötü bir gelecek yaratma girişimine dönüşmüştür.

Bu kararın yansıyacağı ikinci düzey Avrupa, üçüncü düzey ise Avrupa Birliği’dir.   Burada Avrupa Birliği ve Avrupa ayrımı yapmamın nedeni, kararın domino etkisi göstermesi, yani diğer Avrupa devletlerinin Almanya örneğini takip etmesi halinde Türkiye’nin Avrupa devletleri ile ikili ilişkilerinin bozulacak olmasıdır.  Alman Parlamentosu tarafından alınan bu kararın domino etkisi göstereceğine yönelik emareler maalesef mevcuttur. Mesela Avrupa Parlamentosu’nun Çek üyelerinden biri,  Çek Parlamentosu’nun da böyle bir adım atması gerektiğini ifade etmiştir.[4] İkinci bir örnek, Avusturya basınında yer alan haberlere göre,   Avusturya Parlamentosu’nun da benzer bir karar alması yönünde baskı görmekte olmasıdır. [5]

Kararın Avrupa Birliği düzeyine yansımaları ise Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri bağlamında kendini gösterecektir. Aslında Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin, ikili düzeyde yaşanan sorunlardan etkilenmemesi, Avrupa Birliği’nin üye devletler ile üçüncü devletler arasındaki sorunlarda taraf olmaktan kaçınması gerekir. Ancak böyle olmamakta, ikili ilişkiler Avrupa Birliği düzeyine yansımakta, Birlik ikili sorunların bir tarafı haline gelebilmektedir. Zira Avrupa Birliği üye devletlerin iradeleri kapsamında kurulmuş olan ve üye devletlerin politikaları ve bakış açıları doğrultusunda hareket eden bir örgüttür. Kurumsal yapısının siyasi üçgenini oluşturan Konsey dışında Komisyon ve Avrupa Parlamentosu’nun üye devletlerin iradelerinden bağımsız, ortak çıkarı temsil eden kurumlar olması gerekliliği bu gerçeği değiştirmemektedir. Hal böyle olunca Türkiye-Almanya ilişkilerinin kötüleşmesi, Almanya’nın Avrupa Parlamentosu ve Bakanlar Konseyi’nde en fazla oy ağırlığına sahip olduğu dikkate alınırsa ve diğer Avrupa devletleri de Almanya’yı takip ederek sözde soykırımı tanırsa,  kuvvetle muhtemel Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin kötüleşmesi ile sonuçlanacaktır. Ancak farklı bir açıdan da bakarsak, bir ilişkinin kötüleşmesi için iyi gidiyor olması gerekmektedir. Üyelik müzakerelerinde 8 faslın askıya alındığı 2006 yılından beri Türkiye-Avrupa Birliği arasında iyi giden bir şey yoktur. Sadece Arap Baharı sonrası yaşanan göç hareketleri nedeniyle zorda kalan Avrupa’nın, sorunu Türkiye’ye yıkma amacıyla, Türkiye ile ilişkileri geliştiriyormuş gibi yapma gayreti vardır. Daha önce muhtelif yazılarımda da belirttiğim gibi, sekiz fasıl askıda olduğu müddetçe bir iki faslın açılıyor olması ilişkilerin gelişiyor olduğunu göstermez, sadece bürokratik egzersizler olur.  

Günümüzde Avrupa Birliği ve Avrupa devletlerini en çok kaygılandıran meselenin Avrupa kapılarına dayanan mülteciler olduğu aşikardır. Zira “Arap Baharı” başladığında Avrupa devletlerinin mülteci akınını Türkiye ile çevreleme politikası, Türkiye’nin milyonları misafir ediyor olmasına rağmen, etkili olamamış, hatta Schengen alanında iç sınır kontrolleri tekrar başlatılmıştır. Bu Birlik içinde kişilerin serbest dolaşımı konusunda günümüze kadar elde edilen kazanımların yok olması demektir. Üstelik mülteci sorunu, ciddi ekonomik-sosyal yansımalarının yanı sıra, terör riski içeren tehdit unsurudur.    Mülteci akınını Türkiye ile çevreleme politikasında hala ısrarcı olan Avrupa Birliği’nin, bu politikasında elde edeceği başarı Türkiye’nin işbirliğine bağlıdır. İşte bu noktada, Almanya’nın sözde soykırımı tanıması, Avrupa’da mülteci konusunda Türkiye’nin işbirliğini yitirme kaygısı yaratmıştır. Böyle bir kaygı duymaları da kendi açılarından normaldir; zira uluslararası politikada her devletin yaptığı/yapması gerektiği gibi Türkiye de pazarlık gücünü kullanır/kullanmalıdır.  Üstelik Avrupa Birliği ikili ilişkiler düzeyindeki sorunları, üçüncü devletlere yönelik politikasına bir faktör olarak dahil ederse, üçüncü devletlerin de ikili sorunları Birlik ile ilişkilerine yansıtmasına hazır olmalıdır.

 


 

[1] German Lawmakers Label Armenian Massacres a Genocide, http://www.wsj.com/articles/german-lawmakers-expected-to-label-armenian-massacres-a-genocide-1464863661, 2 Haziran 2016

[2] Jürgen Gottschlich: Nobody in Germany Really Knows about the Role of Germans in the Massacres of 1915-1916, http://armedia.am/eng/news/16556/j%C3%BCrgen-gottschlich-nobody-in-germany-really-knows-about-the-role-of-germans-in-the-massacres-of-1915-1916.html, 2015

[3] Locals weigh in on Germany's decision to recognize the Armenian Genocide, http://www.latimes.com/socal/glendale-news-press/community/tn-gnp-me-0603-germany-genocide-20160602-story.html, 17 Haziran 2016

[4] Germany’s recognition of Genocide to have domino effect – Czech MEP, http://www.tert.am/en/news/2016/06/10/germany-genocide/2045792, 10 Haziran 2016

[5] Calls for Australia to follow Germany's lead on 'Armenian Genocide', http://www.sbs.com.au/news/article/2016/06/03/calls-australia-follow-germanys-lead-armenian-genocide, 4 Haziran 2016

 

 

Yorumlar