Avrupa Birliği’nin son yıllarda karşılaştığı temel problemlerden birisinin üye devletlere yönelik sığınmacı akını olduğu kesin. Avrupa Birliği’nin yüzleşmek zorunda kaldığı sığınmacı akını karşısında hem Schengen alanı gibi mevcut kazanımlar zarar gördü hem de üye devletler soruna ortak bir yanıt üretemeyince Avrupa Birliği’nin uluslararası sorunlara çözüm üretme konusundaki yetersizliğine bir örnek daha eklendi.
Ancak bu durum Avrupa Birliği kurumlarının sığınmacı sorunu karşısında tüm inisiyatifi üye devletlere bıraktığı anlamına gelmiyor. Avrupa Komisyonu geçen yıl Eylül ayında sığınmacı sorununun çözümü amacıyla öneri paketi hazırladı. Bu pakette sığınmacıların acil yerleştirilmesi amacıyla nüfus, GSYH, işsizlik oranı gibi niteliksel kriterler ışığında 120.000 sığınmacının Yunanistan, İtalya ve Macaristan’a yerleştirilmesi ve bu devletlere 789 milyon Avro kaynak aktarılması; sığınmacı akını nedeniyle sorun yaşayan üye devletlere, geçici dayanışma hükmü çerçevesinde yardım edebilmek amacıyla, objektif kriterler temelinde sığınmacıların üye devletler arasında dağıtılması; ortak bir “güvenli menşe ülke” listesi hazırlanması ve bu ülkeler üzerinden gelen sığınmacılarının işlemlerinin daha kolay prosedürler ışığında gerçekleştirilmesi ve sığınmacı statüsü verilmeyenlerin hızla geri gönderilmesi önerilmekte idi. Ayrıca Komisyon sığınmacıların gönüllü olarak geri dönmesinin nasıl sağlanacağı ve sığınmacıların geri dönüşlerinde Frontex’in rolünün nasıl artırılacağına ilişkin iki el kitabı hazırladığının ve sığınmacıların konut gibi acil ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağı üzerine üye devletler için rehber ilkeler belirlemiş olduğunun altını da bu pakette çizdi. Komisyon’un öneri paketinde dikkat çeken bir başka husus ise, sığınmacı krizinin çözümünün dış boyutunun da vurgulanması oldu; zira sorunun çözümü için Suriye, Irak ve Libya’da siyasi çözüme ulaşılması gerektiğini ifade etti. Komisyon ayrıca çok sayıda sığınmacı kabul eden Türkiye, Lübnan ve Ürdün’e maddi destek verildiğinin altını çizdi.
Aslında Komisyonun öneri paketinde başlıca üç husus çok önemli; zira Birliğin sığınmacı konusunda genel bakış açısını da yansıtıyor bu hususlar. Birincisi, sığınmacı sorunu çevrelenmeli. Yani mümkün olduğunca sığınmacıların Ortadoğu ülkelerine göçü ve orada kalmaları bu ülkelere verilecek maddi destek aracılığıyla sağlanmalı. İkincisi Avrupa Birliği coğrafyasına girmiş olan sığınmacıların talepleri kısa sürede incelenerek, “beğenilmeyenler” geri gönderilmeli; bu da geri kabul anlaşmaları aracılığıyla uygulanmalı. Üçüncüsü Birliğe kabul edilecek sığınmacılar üye devletler arasında niteliksel kriterler ışığında paylaşılmalı ki; böylece sığınmacıların maddi yükü de üye devletler arasında hakça paylaşılmış olsun.
Ancak Komisyonun sığınmacıların üye devletler arasında paylaşılmasını önermesi,-üstelik objektif kriterler de belirlenmiş olmasına rağmen- Birlik içinde infial yarattı. Sığınmacıların Almanya ve Fransa’ya gitmek istediklerini, kendi ülkelerine yerleşmek gibi niyetleri olmadığını açıklayan Vişegrad ülkeleri yüksek sesle itirazlarını dile getirdiler ve Komisyonun bu önerisini egemenlik haklarına bir saldırı olarak gördüler. Çekya Cumhurbaşkanı kota sistemini kastederek “nasıl bir hata olduğunu zaman gösterecek" derken, Slovak Başbakan bu öneriyi asla kabul etmeyeceklerini açıkladı. En sert ifadeler Macaristan’dan geldi. Başbakan Victor Orban “ben başbakan olduğum ve bu hükümet görevde olduğu müddetçe Macaristan sığınmacılarının hedefi olmayacak”, “ülkemizde farklı kültüre sahip azınlıklar görmek istemiyoruz”, “sığınmacılar evinize gidin”, “sığınmacı kamplarını kapatın, kamplardaki geri gönderin”, “sığınmacılar sizi geri göndereceğiz; bu kıta sizin eviniz olmayacaktır, sizin kendi eviniz var”, “Avrupa’nın tüm sınırlarını kapatın”, “tüm teröristler sığınmacıdır” gibi hem Avrupa Birliği’ne yönelen hem de sığınmacılara seslenen sert ifadeler kullandı.
Almanya’nın Komisyon’un önerdiği kota sistemine sıcak baktığı, hatta Merkel’in kota sistemini sığınmacı sorunuyla mücadelede ilk somut adım olarak nitelendirdiği göz önüne alınırsa, Vişegrad ülkelerinden gelen tepki sadece Avrupa Birliği kurumlarına değil, aynı zamanda Avrupa Birliği içinde ağırlığı fazlasıyla hissedilen Almanya’ya karşı da tepki niteliğine bürünmüştür. Hatta Orban sığınmacıların aslen Almanya’ya gitmek istediğini, bu nedenle Macaristan’a sığınmacı kabul etmenin bir anlamı olmayacağını da ima etmek için “bu Avrupa’nın problemi değil aslında, Almanya’nın problemi” açıklamasını yapmıştır. Bu açıklama bile tek başına Birlik içinde dayanışma ruhu olmadığının işareti; yani Komisyonun öneri paketinde “üye devletler arasında dayanışmanın” altını çizmesi bu noktada anlamını yitiriyor.
Neticede 2 Ekim 2016 tarihinde Macaristan’da bir referandum gerçekleştirilecek ve bu referandumda Macar halkına Ulusal Parlamento’nun onayı olmaksızın yabancıların Macaristan’da iskânına Avrupa Birliği’nin karar vermesini ister misiniz?” sorusu yöneltilecektir. Anket sonuçları referandumdan kuvvetle muhtemel % 80’e yakın “hayır” kararı çıkacağını göstermektedir.
Sığınmacıların zaten hedef ülkesi olmayan Macaristan’da böyle bir referandumun gerçekleştirilmesinin ve referandum öncesinde kullanılan şiddet içerikli dilin Avrupa’da istikrar ve güvenliği tehdit edeceğine işaret edenler, Macaristan referandumunu Avrupa’da yabancı düşmanlığının resmi başlangıcı olarak nitelendirmektedir.
Bu tabloda görünen şudur ki Macaristan başta olmak üzere Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri Komisyonun kota sistemini kabul etmeyecekler; yani kota sistemi kuvvetle muhtemel proje bazında, hayata geçirilemeyen bir girişim olarak kalacaktır. Slovakya Başbakanı Komisyonun önerisini “siyaseten bitmiş” bir öneri olarak tanımlamıştır bile. Buna rağmen Komisyonun önerisi Avrupa Birliğinin yasama organları olan Bakanlar Konseyi ve Avrupa Parlamentosunda kabul edilecek olursa, işte o zaman Avrupa entegrasyonu sığınmacı meselesinden kaynaklanan farklı bile kriz sürecine evrilir. Yani sığınmacı sorununu çözüyorum diye, “eski Avrupa”, “Yeni Avrupa”, “çok vitesli, a la carte, değişken geometrili Avrupa” kavramlarının baskın olduğu bir süreç ile Birlik içinde kutuplaşmalar ve parçalanmalar somutlaşır. Bu durum da entegrasyon hareketinin geleceği konusunda hiç de olumlu sinyaller vermez.
Sonuçta “Arap Baharı kaynaklı sığınmacı krizi” ile “Avrupa entegrasyon süreci” arasında bir korelasyon kuruluvermiş olur.