Fransa ve Almanya’nın ortak bir askeri karargâh oluşturulmasını ve böylelikle denizaşırı bölgelere askeri ve sivil misyonlar gönderilmesinde ortak hareketi mümkün kılacak şekilde daha sıkı bir Avrupa savunma işbirliği kurmaya yönelik çalışmalar içinde olduğunu öğrenince şaşırmadım. Zira Avrupa Birliği’nde ortak dış ve güvenlik politikası ile ortak savunma politikasının oluşumu küçük adımlarla yavaş yavaş ilerleyen ve henüz tamamlanmamış bir süreçtir. Dolayısıyla Almanya ve Fransa’nın bu adımını ortak savunma politikası yolunda, başarısı diğer üye devletlerin tavrına da bağlı olacak, bir adım olarak okudum. Şaşırmadım; zira uluslararası konjonktür, Ortadoğu kaynaklı sorunlar böyle bir adımı gerekli kılıyordu. Normatif/sivil/yumuşak güç olduğu iddiasındaki Birlik yaşanmakta olan sorunlar karşısında etkisiz kaldı, ortak hareket edemedi, Suriye örneğinde sahneye ABD-Rusya çıktı, AB –bir bütün olarak- seyirci kaldı. Bu durum etkili bir uluslararası aktör olmak için normatif gücün askeri güçle, ikna yollarının zorlayıcı tedbirler ile desteklenmesi gerektiğini iddia edenlerin pozisyonunu güçlendirdi. Şaşırmadım, çünkü Brexit meselesi gündeme geldi. Brexit, her ne kadar hep ekonomik yönleriyle ele alınsa da, Avrupa entegrasyonu açısından siyasi yönleri olacak bir meseledir ve bu meselenin ortak dış, güvenlik ve savunma politikasına da mutlaka yansımaları olacaktır. Mesela ilk yansıması, ortak savunma politikasının ilk somut adımı/temeli olan St. Malo Deklarasyonu üzerine söylemsel düzeyde olmuştur. St. Malo Deklarasyonunun taraflarından birinin Birleşik Krallık olması ve onun da Birlik’ten çekilmesi ile bu deklarasyonun AB açısından anlam ve önemini yitireceğine ilişkin görüşler dikkat çekmektedir. Hadi bu görüşleri, söylemsel olduğunu, fiiliyata yansımayacağını düşünerek bir kenara koyalım; ancak Birleşik Krallık Trans-Atlantik güvenlik bağlamında ABD ve AB arasında bir köprüdür. Brexit ile bu köprünün yıkılmasa bile hasar görecek olması, Avrupa Birliği’nin kendi savunmasında daha fazla rol üstlenmesi gerekliliğini ortaya çıkaracaktır.
Diğer taraftan daha sıkı bir Avrupa savunma işbirliğine yönelik çalışmalarda Almanya’ya Fransa’nın eşlik etmesi ironik de gelmiyor değil. Çünkü Avrupa entegrasyon hareketinin en başlarında 1950 yılında Fransa tarafından Batı Almanya’nın NATO’ya girmesini önlemek ya da Batı Almanya’nın NATO üyeliğine bir alternatif sunmak ve Almanya’nın yeniden silahlanmasını kontrol edebilmek amacıyla önerilen Avrupa Savunma Topluluğu projesi, öneriyi ortaya atan Fransa tarafından reddedilmişti. Avrupa Savunma Topluluğu kurulmasını öneren, sonra bu topluluğun kurulmasını engelleyen, her iki tutumunun altında da Almanya korkusu yatan Fransa şimdi Almanya ile Avrupa ortak savunması için çalışıyor. Fransa’nın bu yeni projeye ne ölçüde bağlı kalacağı, kararlılığı sorgulanabilir; ama mevcut konjonktürde Fransa’nın Avrupa politikasını şekillendiren temel faktörün Brexit sonrası Birliğin tamamen Almanya kontrolüne geçme ihtimalinden kaynaklanan tedirginlik olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla Fransa’yı bu günlerde Avrupa meselelerinde çok daha fazla inisiyatif alırken görebiliriz.
Ancak Batı basınında görülen ve Avrupa savunma işbirliğine yönelik girişimi adlandıran “Savunma Birliği” kavramı, en azından günümüz koşulları itibarıyla, doğru bir kavram değildir. Zira Avrupa Birliği çalışmalarında kullanılan “işbirliği”, “ortak”, “birlik” kavramları asla birbirlerini ikame etmez. Yani savunma alanında işbirliği yapmak ile savunma birliği kurmak, Avrupa Birliği karar alma süreçleri açısından tamamen farklı durumları ifade eder. Dolayısıyla eğer Almanya ve Fransa’nın üzerinde çalıştığı Avrupa Savunma Birliği ise, işte bu entegrasyon açısından tarihi bir adım olur.