Bugün Birleşik Krallık için ve Avrupa entegrasyon tarihinde önemli bir gün. Bu akşam Birleşik Krallık Parlamentosu çekilme anlaşmasını oylayacak, oylama Londra’nın Brüksel’den nasıl kopacağını –anlaşmalı veya anlaşmasız- belirleyecek. Belki de bu kopuşun geciktirilmesine ve hatta –neden olmasın?- Avrupa Birliği’nden çekilme kararının yeniden değerlendirilmesine neden olacak.
Oylamanın önümüze nasıl bir tablo çıkaracağı hususunu bir tarafa koyalım ve çekilme sürecinin başından beri yaşanan tuhaflıkları değerlendirelim.
Birinci tuhaflık, çekilme müzakerelerini yürüten Birleşik Krallık heyetinin sergilediği hazırlıksız görüntü idi. Hem Birleşik Krallık’ın Birlik’ten en az sorunlu şekilde çekilmesini sağlamak hem de Londra’nın çekilme sonrası Avrupa Birliği ile ilişkilerini belirlemek gibi önemi yadsınamaz görevleri olan heyetin dağınıklığı Avrupa Birliği tarafını -deyim yerindeyse- şoke etti. Heyetin sergilediği görüntü karşısında Brüksel tarafı duyduğu kaygıyı ifade ederken, Avrupa Parlamentosu’nda yükselen eleştiriler Birleşik Krallık heyetinin yönünü şaşırmış olduğu yönündeydi. Avrupa parlamenteri Philippe Lambert “böylesine hazırlıksız, profesyonellikten ve yeterlikten yoksun heyet görmedim” deyiverdi. Bir heyetin bu denli hazırlıksız olması, bizlere “acaba öyle görünmeleri bir taktik midir? sorusunu bile sordurdu.
İkinci tuhaflık, geçtiğimiz yıl sonunda Londra ve Brüksel tarafından üzerinde anlaşılan çekilme anlaşmasının, Birleşik Krallık’ta hem Brexit yanlılarını hem de Brexit karşıtlarını memnun etmemesi oldu. Çekilme süreci boyunca birbirlerine muhalefet eden partiler, çekilme anlaşmasını beğenmeme noktasında birleşti. Hükümet dışında, çeklime anlaşmasını savunan bir parlamenter yok.
Üçüncü tuhaflık, Brexit yanlıları Birlik’ten ayrılma kararlarını “egemenliğimizi geri istiyoruz” söylemleri ile meşrulaştırırken, hükümetin “evet” dediği anlaşmanın Birleşik Krallık’a egemenliği geri verir gibi görünmemesi. Birleşik Krallık, 31 Aralık 2020 tarihine kadar – bu süreç 2022 yılına kadar uzatılabilir- Birlik hukukuna tabi olmayı sürdürecek. Geçiş süreci boyunca Birleşik Krallık Avrupa Birliği Adalet Divanının yargı yetkisi kapsamında kalacak. Bunun belirli bir süre de olsa bir devletin üyesi olmadığı örgütün kurallarına ve yargı yetkisine tabi olması gibi tuhaf bir durum yarattığı açık ve bizlere de “sen buna çekilme mi diyorsun!” dedirtiyor.
Dördüncü ve en yeni tuhaflık, Birleşik Krallık’ta ifade edilmeye başlayan “ şimdi çekilme anlaşmasını onaylayalım, sonra Viyana Anlaşmalar Hukuku Sözleşmesi uyarınca anlaşmadan çekiliriz” söylemleri. Hatta Avam Kamarası geçtiğimiz Aralık ayında Could the Withdrawal Agreement be terminated under international law? başlıklı bir yayın çıkardı. Viyana Anlaşmalar Hukuku Sözleşmesi uyarınca bir tarafın çekilmesi, anlaşma hükümlerine göre ve herhangi bir zamanda bütün akit tarafların rızası ile olur. Üstelik Sözleşmeye göre, sona ermesiyle ilgili hiçbir hüküm taşımayan ve fesih veya çekilmeyi öngörmeyen bir anlaşma, anlaşmada belirlenen haller dışında, feshe veya çekilmeye tabi değildir. Hukukçular çekilme anlaşmasında anlaşmadan çekilmeyi/feshi düzenleyen bir hüküm olmaması nedeniyle Birleşik Krallık’ın anlaşmadan çekilemeyeceğini söylüyorlar ama yukarıda adı geçen yayında taraflardan birinin ihlali ve koşullarda temel değişiklikler halinde Birleşik Krallık’ın tek taraflı olarak anlaşmadan çekilebileceği yorumu yapılıyor. “İhlal” ne olabilir? koşullarda ne gibi bir değişiklik olabilir? sorularına yanıt veren yok!
Bu dördüncü ve en yeni tuhaflığı daha da tuhaf kılan aklımıza gelen ve Londra’ya sormak isteyeceğimiz bazı sorular? Madem çekilme ve fesih ihtimalleri aklınızdan geçiyordu, müzakere sürecinde bunları neden gündeme getirmediniz? Anlaşmaya çekilme ve fesih imkânına dair hükümler koydurabileceğinizi bilmiyor muydunuz?