ABD’de Obama’nın başkanlığı döneminde P5+1 ve İran arasında akdedilen ve kısaca nükleer anlaşma olarak adlandırılan anlaşma Batı-İran ilişkilerinin yumuşaması açısından bir dönüm noktası olmuştur. Ancak Obama’dan sonra başkanlık koltuğuna oturan Trump tarihi anlam atfedilen bu anlaşmayı “korkunç, tek taraflı anlaşma” olarak tanımlamış, asla yapılmaması gereken bir anlaşma olduğunu söylemiş, anlaşmanın barış getirmediğini ve getirmeyeceğini de iddia etmiştir. Nükleer anlaşmanın 2015 yılında akdedilmiş olduğu gerçeği ışığında Trump’ın anlaşmanın barış getirmediğine ve getirmeyeceğine yönelik düşüncesinin zamanla olgunlaşmış bir düşünce olmadığı açıktır. Ancak Trump anlaşmanın sadece İran’ın nükleer faaliyetlerini sınırlandırdığından, balistik füzelerin gelişimine engel olmadığından ve bu anlaşmanın İran’a teröre destek amacıyla kullanacağı fon sağladığından şikâyet ederek, anlaşmanın barış getirmeyeceğine dair görüşünün de gerekçelerini açıklamıştır.
Bu koşullarda Trump’ın geçtiğimiz Mayıs ayında ABD’yi nükleer anlaşmadan çekmesi küresel kamuoyunda şaşkınlık yaratmamıştır ama nükleer anlaşmanın diğer imzacılarının sert tepkisini çekmiştir.
Eski başkan Obama, ABD’nin anlaşmadan çekilmesinin dünyayı daha güvensiz bir yer haline getireceğini belirtmiştir. İran yönetimi ABD’yi taahhütlerini yerine getirmeyen, güvenilmez olarak tanımlamıştır ve diğer imzacılar taahhütlerini yerine getirdikleri sürece İran’ın anlaşmaya bağlı kalmayı sürdüreceğini açıklamıştır. Rusya Devlet Başkanı Putin Washington’un anlaşmadan çekilme kararının bölgeyi istikrarsızlaştıracağını belirterek, Rusya’nın nükleer anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmeye devam edeceğini belirtmiştir. Fransa Cumhurbaşkanı Macron Fransa, Almanya ve Birleşik Krallık’ın ABD’nin nükleer anlaşmadan çekilme kararını üzüntüyle karşıladıklarını ve Trump’ın bu kararı ile nükleer silahların yayılmasını önleme rejiminin tehlikeye girdiğini söylemiştir. Fransa, Almanya ve Birleşik Krallık’a, üyesi oldukları Avrupa Birliği’nden de destek gelmiştir; Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı/Yüksek Temsilci Mogherini nükleer anlaşmanın iki taraflı değil, çok taraflı bir anlaşma olduğunu hatırlatarak, anlaşmanın bir devletin tek taraflı kararı ile sonlandırılamayacağını vurgulamıştır.
Dolayısıyla Trump’ın nükleer anlaşmadan çekilme kararı, anlaşmanın diğer imzacılarının anlaşmaya bağlılıklarını sürdürmelerine engel olmamış ve ABD anlaşmadan çekilen tek taraf olarak kalmıştır. Bu tabloyu, İran konusunda ABD’nin yalnız bırakılması olarak okumak da mümkündür, sonuçlarını öngörebildiği halde böyle bir karar alan ABD’nin soyutlanma politikası olarak okumak da mümkündür. Bu noktada Fransız diplomat François Delattre’nin Trump dış politikasını tanımlamak için kullandığı, “unilateralism” ve “isolationism” kelimelerini birleştirerek oluşturduğu “unisolationism” kavramına atıf yapmak isterim ki, adı geçen diplomat Trump yönetiminin dış politikasını tek taraflılığın ve soyutlanma politikasının tehlikeli bir karışımı olarak tanımlamaktadır. Bu tehlikeli karışım, Avrupalıların gözünde de ABD’yi sözlerini tutmayan ve müttefiklerinin görüşlerine değer vermeyen devlet konumuna getirmiştir.
Trump’ın nükleer anlaşmadan çekilmesi ile İran yeniden yaptırımlara hedef olmuştur. Yaptırımların birinci aşaması Ağustos ayında başlatılmıştır ve bu aşamada yaptırımların konusunu İran’ın ABD Doları edinmesi, altın, kıymetli maden, işlenmiş metal ticareti ve otomotiv sektörü oluşturmakta iken, Kasım ayında başlatılan ikinci aşama İran’ın petrol sektörünü, bankaları, finansal işlemlerini, gemi taşımacılığını hedef almaktadır. ABD yönetiminin yaptırımlar ile hedeflediği, İran rejiminin gelir kaynaklarını kesmek, böylelikle İran üzerinde oluşacak ekonomik baskı aracılığıyla İran rejimini –tabir yerindeyse- dize getirmektir. Peki ABD’nin mevcut uluslararası konjonktürde İran’ı dize getirmek istemesinin asıl nedeni nedir? Asıl neden ABD’nin bir tehdit olarak gördüğü İran’ı, İran açısından daha sert hükümler içeren yeni bir nükleer anlaşma yapmaya zorlamaktır; İran’ı başta Suriye, Lübnan ve Yemen olmak üzere bölge ülkelerinin içişlerine karışmasına engel olmaktır.
ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarının gerekçesi ve amaçları ne olursa olsun, Avrupalı devletlerin yaptırımlara karşı tavrı, ABD’nin gerekçelerinin ve amaçlarının Avrupa tarafından kabul görmediğine ya da kabul görseler bile Avrupalılar açısından yaptırımların amaca giden araçlar olmadığına işaret etmektedir. Ağustos ayında İran’a yönelik yaptırımların ilk aşaması başladığında, Avrupa Birliği, 1996 tarihli Engelleme Mevzuatında (Blocking Statute) revizyona gitti. Avrupa Birliği vatandaşları ve firmalarının ABD’nin İran yaptırımlarına uymamasına imkan tanıyan Engelleme Mevzuatında yapılan revizyon, ABD’nin İran yaptırımlarının Avrupa şirketleri üzerindeki olumsuz etkilerini hafifletmeyi amaçlıyor. Engelleme Mevzuatı revizyonu aslında teknik bir girişim olmaktan ziyade Birliğin ABD’ye karşı siyasi bir tepkisidir ve bu tepki Avrupa Birliği’nin nükleer anlaşmaya bağlılığını göstermeye yöneliktir.
Avrupa Birliği ABD’nin İran yaptırımları karşısında sadece Engelleme Mevzuatı revizyonu ile yetinmekle kalmayacak anlaşılan; Birlik, İran ile ticari ilişkileri sürdürebilmek için Özel Amaçlı Araç (Special Purpose Vehicle -SPV) adıyla özel bir takas sitemi kurmaya çalışıyor. Avrupa Birliği ile İran arasında para transferini gerektirmeyecek bu sistemde Avrupa’ya satış yapan İran firmaları biriktirdikleri kredileri Avrupa firmalarından alım yaparken kullanabilecek. Özel Amaçlı Araç, Engelleme Mevzuatı revizyonu gibi, ABD’ye karşı siyasi bir mesaj içeriyor, üstelik pratikte yaptırımları “bypass” edecek olması açısından ABD’yi daha fazla kızdıracak nitelikte bir girişim. Doğal olarak İran, Avrupa Birliği’nin bu girişiminden memnun ancak sürecin hızlı ilerlemediğinden de şikâyetçi.
Ancak asıl sorun Özel Amaçlı Araç oluşturma sürecindeki yavaşlıkta değil de bu girişimin tıkanma riskinde yatıyor. Zira görünen o ki Birliğe üye devletler ABD’nin vereceği tepkiden çekindiklerinden Özel Amaçlı Araç için ev sahipliği yapmak istemiyor. Birleşik Krallık’ın Brexit süreci devam ettiğinden ev sahipliği yapamayacağı açık; basında yer alan haberler doğru ise, Birlik tercihini Avusturya yönünde kullanmış ama Avusturya ev sahibi olmayı istemiyor. Ev sahipliği için Lüksemburg’a baskı yapıldığı, Lüksemburg reddederse sıranın Belçika’ya geleceği söyleniyor. Özel Amaçlı Araç için ev sahibi bulunamazsa Avrupa Birliği’nin İran yaptırımlarını “bypass” etme planı çökecek ama uzmanlar bu planın çökmesiyle İran’da Batı-karşıtlarının güç kazanacağını ve İran’ın saldırgan politikalar izleyeceğini belirtiyorlar. Hatta İran’ın nükleer anlaşmadan çekilme riskinin doğacağına işaret ediliyor.
Özel Amaçlı Araç girişiminin hayata geçirilememesinin İran üzerine etkilerinin yanı sıra bizzat Birlik adına olumsuz etkileri olacak. Zira bu durum Avrupa Birliği’nde “ABD’ye karşıt-ortak bir girişimde” bulunamama örneği olarak Birlik dış politikasının gelişimi sürecinde başarısızlık olacaktır.
Diğer taraftan Birliğe üye devletlerin İran yaptırımlarını “bypass” etmek adına özel bir takas sistemini kuramamaları, ABD’nin Avrupa Birliği’ne üye devletler üzerindeki ağırlığının da bir göstergesidir aslında.
Bu noktada ABD’nin, İran’a yönelik politikasında Avrupa Birliği’nin kendisine karşı tek ses olarak konuşmasını önlemeye yönelik önemli bir adım atmış olduğunu belirtmek de gerekir. ABD’nin İran yaptırımları konusunda muafiyet tanıdığı sekiz devlet arasına Birliğe üye İtalya ve Yunanistan da dâhil edilmiştir. Bu iki ülkenin listeye alınmasının piyasalarda şaşkınlık yarattığı söylense de, aslında şaşılacak bir husus yoktur; zira ABD böyle yaparak Avrupa Birliği içinde ayırıcı çizgiler yaratmaya çalışmaktadır.
Sonuçta, Avrupa Birliği’nin İran yaptırımlarını bertaraf etmeye yönelik girişimleri ile ABD’ye karşı bir direnç uygulama çabasında olduğunu gözlemlemekteyiz. Birlik bu çabasında başarılı olursa, küresel politikada tek ses olarak konuşabilme adına önemli bir başarı örneği vermiş olacak. Bu nedenle Avrupa Birliği’nin İran yaptırımlarını “bypass” etme çabalarını sadece “ABD-karşıtlığı” ya da “İran-yanlılığı” şeklinde okumak hatalıdır; bu çabalarında Birlik “kendinden yanadır”.
Bu yazı Diplomatik Gözlem Aralık 2018 sayısında yayınlanmıştır.