Samuel Huntington, Biz Kimiz? diye sorduğu ve sorusunu da kitabının başlığı yaptığı çalışmasında aslında bir sosyolojik model geliştirerek, Amerika’da bireyin, topluma, toplumun da devlete dönüşümünü incelemiştir. Bu noktada ilk yerleşimci kavramını tartışan Huntington, söz konusu kavrama dayanarak, bir bölgeye ilk yerleşen halkların, o bölgenin kültürel temellerini atarak, örgütlü bir hale dönüşmek suretiyle devletin kimliğini oluşturduğunu ifade eder. İşte bu kültür temeline dayalı milliyetçilik kavramının da bir başka yorumudur. Aslında Huntignton, kabul etse de etmese de kültürel milliyetçiliğin bireyden topluma dönüşümü sürecinde Ziya Gökalp sosyolojisine dair bir metodu kullanmıştır.
Bu noktaya kadar ABD’de kültüre dayalı bir aidiyet neticesinde bir milli kimlik oluştuğunu ifade etmek mümkündür. Hatta ABD’de erime potası (melting pot) diye tanımlanan ve son zamanlarda anıldığında Türkiye’de ABD çalışan bir kesimi koltuğundan düşürecek derecede çarparak rahatsız eden kavram da yukarıdaki tanımlamaya aittir. Bu kesimin koltuktan düşerek devrilmesine sebep olan kavrama dair alerjileri ise ABD’nin bir kültürel ortaklık temelinde erimenin kaynaşmanın yaşandığı bir devlet değil bunun tersine her kesimin kendi kültürünü ayrı birer topluluk teşkil edecek şekilde yaşadığını ifade etmektedir. Aslında anılan iki iddianın da belli şekillerde haklılık payı vardır. Ancak ikinci iddianın sahipleri kronik bir hastalık haline dönüşen beş benzemez iki ülke olan ABD ile Türkiye kıyaslamasında kendi görüşlerine dair bir dayanak noktası aradıkları için konuya taraflı bakarlar. Buradan akıllarınca bir kültürel özerklik ve yapılanmaya dayanak noktası çıkarma çabasındadırlar.
ABD’nin ABD ile tanımlanabileceği gerçeğinden hareketle bu bakış açısı üzerinden bir yerlere varmaya çalışanlar sadece maksatlı davranışlar sergileme çabasındadır demek daha doğrudur. İşin objektif tanımlamasına gelince; ABD pek çok devletten gelen insanın katıldığı sürekli de göç almaya devam eden bir devlet olarak güvenlik politikası geliştirmek zorundadır. Bunun için de bir temel kültürel davranış biçimi geliştirmek ihtiyacı ortaya çıkmıştır. İşte bu aşama ABD’nin bir temel vatandaşlık manifestosu hazırlaması gerektiği anı ortaya çıkarmaktadır. Huntington tarafından yumuşatılarak ilk yerleşimci doktrini diye tanımlanan bu davranış biçiminde ABD’nin milli çıkarları haricinde davranış sergilemenin neredeyse imkan ve ihtimali yoktur.
Burada çok meşhur olan ve şu anda geçerliliğini korumadığı ifade edilen İngilizce; White, Anglosakson, Protestant yani Beyaz, Anglosakson ve Protestan olma bir başka deyişle WASP ifadesi devreye girmektedir. Bu ifade ABD’nin toplumu için biçtiği bir milli ülkünün tanımlanmış halidir. İşte bu yüzden ABD 16.yüzyıldan başlayarak ama asıl olarak 19. yüzyıl ile had safhaya vardırdığı dilinin konuşan insanın sayısını artırma, kendi usulünde eğitim alınmasını mümkün olan geniş satha yayma gibi kültürel yayılma politikasını benimsemiştir. Bu yüzden de ABD, millet oluşturma politikası ırkçı bir yaklaşıma sahne olmuştur. Bunun temelinde yukarıda anılan WASP ayrımcılığı temelinde, ekonomik ve askeri gelişimin başka insanları kullanma anlayışına dayandığını da bilmek gerekir. Zira WASP seçkindir ve onun yerine başka insanlar onun planlaması dahilinde hareket etmekle mükelleftir.
Bu durumun ilk örnekleri bizlere kovboy filmlerinde son derece fiyakalı halde anlatılan kovboylar denilen sığır çobanları ile mavi ceketliler diye adlandırdıkları işgal kuvvetlerinin Kızılderili katliamlarında görülür. Zire Huntington’ın ilk yerleşimci doktrini aslında o topraklara ilk yerleşenleri değil, Huntington’ın ait olduğu kültüre sahip olduğu halde o topraklara ilk yerleşenleri kastetmekte ve incelemektedir. Yani bu durumda Kızılderililer ilk yerleşimci değildir. ABD’nin WASP meselesinin temellerinin sağlamlaştırılması adına ikinci adımı da zenciler üzerinden atılmıştır. Hemen bir not düşeyim dilimizde zenci ifadesi, Amerikan dilindeki gibi bir anlam taşımadığı için kullanılmasında bir beis yoktur. Buradan Zenci Musa’yı da rahmetle anarak bizdeki zenci ifadesinin Amerikan dilinde olanın tam tersi bir içeriği sahip olduğunu da bilmeyenlere öğreteyim.
ABD’nin sanayileşmiş kuzeyi ile tarım alanlarından zenginlik kazanan güneyi arasında 1861-65 yılları arasında gerçekleşen iç savaşta bizlere her ne kadar zencilerin özgürlüğü için savaşan “iyi” kuzeyin, “kötü” güneylilere haddini nasıl bildirildiği anlatılsa da, dönemin ABD Başkanı özgürlük insanı Abraham Lincoln’ün önemli köle sahiplerinden biri olduğunu unutmamak gerekir. Ama asıl mesele bu da değil, güneyin elindeki tarım işçisi köle zencilerin; kuzeyin elinde ucuz ve hatta bedelsiz iş gücü olarak sanayi işçisine dönüştürülmesi amacı yatmaktadır. Özellikle 1865 sonrası dönemde gerçekleşen sanayileşme atılımı dikkate alındığında bu durumun ne demek olduğu da anlaşılacaktır. ABD’de zenci erkeklere 1870’de göstermelik oy hakkı verilse de bu hak zenci kadın ve erkeklere 1964 İnsan Hakları Yasası ve ardından 1965 Oy Kullanma Yasası ile ancak verilmiştir.
Şimdi, ABD 2010 yılında resmi olarak Kızılderililerden özür dilediğinde artık Vaşington, istediği tüm topraklara hakim bir halde ve üstelik de herhangi bir kabile üyesi de politik olarak muhalefet yürütebilecek durumda değildi. Zencilerin oy kullanma hakkının, yüz yıllık bir sürecin sonunda teslim edildiğinde ise ABD kurulu sistemine aykırı hareket etme ihtimali olan yapıyı çoktan dağıtmıştı. İşte tam da bu yüzden WASP diye bir yaklaşım geçerliliğini yitirdi. Yani ABD kendi sistemi hususunda kendine aykırı hareket etme ihtimali olan yapıları zaten dağıtmıştı. Şimdi benzeri bir yaklaşımını Güney Eyaletlerinde oldukça yoğun bulunan Latin kökenliler için yapma çabası içinde.
ABD Sayım Bürosunun tahminlerine göre Latin kökenlilerin nüfusu bir müddet sonra çoğunluğu oluşturma ihtimaline sahip bu tarihi de 2050 civarında bekliyorlar. Trump’ın Meksika sınırı konusundaki hassasiyeti sadece bir inat meselesi değildir. Bu durum ABD stratejisi ve gelecek projeksiyonu için bir hassasiyet meselesidir. Neticede ABD, toplumsal yapısının oluşturulması ve sürdürülmesi hususunda kendi sistemine mugayir durumların bertaraf edilebilmesi için gerekli adımları atarken, başka devletlerdeki meseleleri demokrasi söylemi ile etkilemeye çalışmaktan geri durmamaktır. Bu yazıyı ABD’nin davranış biçiminin düzgün anlaşılabilmesine bir katkı olması amacıyla yazdım. Umarım bir çerçeve çizebilmişimdir.