Önümüzdeki Eylül ayında Almanya’da gerçekleştirilecek Bundestag seçimlerinde yarışın Martin Schulz ve Angela Merkel arasında geçeceği tahmin edilmekte. Anketler, şimdilik, Martin Schulz’u birkaç puan Merkel’in önünde gösteriyor olsa da, seçim sandığından Hıristiyan Demokratların ve dolayısıyla Merkel’in çıkması asla sürpriz olmayacak.
Burada dikkat çeken, Schulz’un Avrupa Parlamentosu başkanı iken Avrupa siyasetini bırakarak iç siyasete dönme kararı ile Almanya’da Sosyal Demokratlara yönelik desteğin ciddi oranda artmış olması.
Almanya’da yürütülen kamuoyu yoklamaları Schulz’un, kendi partisi Sosyal Demokrat Parti’den çok daha popüler olduğunu gösteriyor; Alman siyasetini yakından takip edenlere göre Şansölye doğrudan seçimle halk tarafından belirlenecek olsa, Schulz’un oyu %50’yi aşacak ve en yakın rakibi Merkel’e yönelik oy sadece %30’lar civarında kalacak.
Brüksel de üye devletlerde gerçekleştirilecek tüm seçimler gibi Almanya’daki seçim sonuçlarını merakla bekliyor; zira en güçlü aday Schulz’un Avrupa’nın en güçlü üyesine Şansölye olması, Eurofil’lerin zaferi olarak okunacak. “Avrupa için savaşan adam” Schulz Şansölye olursa, Almanya üzerinden Avrupa entegrasyonunu derinleştirecek adımların gelmesi kaçınılmaz.
Markus Heinrich, tarihsel açıdan, Almanya’nın Avrupa için önce bir “sorun”, sonra bir “lokomotif” olduğunu, günümüzde ise bir “risk” olabileceğini belirtiyor.[1] Ancak Schulz Şansölye olduğu takdirde, bırakınız Almanya’nın Avrupa Birliği için bir “riske” dönüşmesini, Avrupa lokomotifinin hızı artacak! Constenze Stelzenmüller’in ifadesiyle “Almanya’da, Belçika’da ve Hollanda’da akrabaları olan sınır çocuğu Schulz doğuştan Avrupalı”[2] ve bu doğuştan Avrupalı adam Avrupa şüpheciliğinin yarattığı dalgayı tersine çevirecek iradeye sahip.
Almanya’da seçim yaklaşırken Merkel’in Schulz’a meydan okuması beklenirken, bu meydan okuma aşırı sol parti Die Linke’nin tanınmış ismi Sahra Wagenknecht’den geldi.
Wagenknecht Schulz’un sosyal demokrat kimliğini tartışmaya açtı. Schulz’un yıllarca Avrupa Parlamentosu üyeliği ve Avrupa Parlamentosu başkanlığı yaptığına işaret eden Wagenknecht Schulz’u Avrupa Birliği’nin temsil ettiği neo-liberal düzenin bir parçası olarak lanse etti.
Die Linke’den gelen bu çıkışı sadece Schulz’a karşı bir tepki olarak okumamız yeterli olur mu? Yoksa bu çıkış, Die Linke’nin seçimlerden sonra gerekirse Sosyal Demokratlar ile koalisyona girmeyeceğinin işareti mi?
Seçim sonuçlarının bir koalisyonu gerektirme ihtimali var; Yeşiller’in de Sosyal Demokratlara destek olmaktan çekinmeyeceği biliniyor. Ancak Sosyal Demokratların hükümet kurabilmesi için Die Linke’ye de ihtiyacı olabilir. Bu durumda ne olacak? Wagenknecht Alman aşırı solunun güçlü bir muhalefet olmayı sürdürmek istediğinin işaretini veriyor, koalisyonda yer almak gibi bir beklentileri ve niyetleri yok. Ancak unutmamak gerekir ki, Die Linke içinde oldukça ılımlı bir kanat var; üstelik Schulz da koalisyona açık olduğu yönünde bir izlenim yaratıyor.
Şimdilik bize düşen Almanya’daki seçim sonuçlarını beklemek! Seçim sonuçlarına bağlı olarak, koalisyon gerektiğinde Die Linke’nin tavrı, içinde aşırı solcuların mı yoksa ılımlı kanadın mı baskın olduğunu gösterecek.
[1] https://www.theglobalist.com/the-european-union-germany-politics-economy-merkel/, 22 Eylül 2016