Obama döneminde ABD – Suudi Arabistan ilişkileri, çok sayıda faktörün etkisiyle, gergin bir sürece girmişti.
Sözde Arap Baharının da tetiklediği bu gerginlik döneminde, Suriye krizi, Mısır’da Müslüman Kardeşlerin siyaset sahnesinde güç kazanması ve Batı-İran yakınlaşması üzerinden iki devlet arasındaki görüş ayrılıkları ilişkileri germişti. Buna ilaveten 11 Eylül saldırılarında Suudi yönetiminin parmağı olduğu yönündeki Amerikan iddiaları, Suudi yönetiminin ekonomik nitelikli tehditler savurmasına neden oldu; öyle ki bu durum küresel ekonominin sarsıntı geçireceği yönünde kaygılar oluşturdu.
Suudi yönetimi, Obama’nın genelde Ortadoğu politikasını, özelde Suriye krizi üzerindeki tavrını, ABD’nin bölgedeki ağırlığını Şii’lerden yana koyacağı şeklinde okudu; diğer taraftan ABD’nin bölgeden çekileceği ve dış politika merkezine Asya ve Uzak Doğu’yu koyacağı yönünde de yorumlar ile karşılaştık.
ABD’deki 2016 başkanlık seçimlerini dış politikada yalnızcılık eğilimini tercih ettiği izlenimi yaratan ve seçim propagandasını yabancı, göçmen ve Müslüman karşıtlığı üzerinden yürüten Trump kazanınca, ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinin daha da gerileceği sanıldı; ancak çok kısa süre içinde Trump döneminde ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinin daha da gerileceğini düşünenler yanıldılar.
Trump, Suudi Arabistan ile siyasi, askeri, ekonomik, kültürel, sosyal ve güvenlik boyutlu ilişkilerini geliştirmek istediğini açıklamak suretiyle Obama yönetiminin Suudi Arabistan politikasını “sıfırladı”.
Geçtiğimiz Ocak ayında Trump, nüfusu Müslüman olan yedi devletin vatandaşlarına ABD’ye seyahat yasağı getirdiğinde, bu devletler arasında Suudi Arabistan yoktu. Terörizm ile mücadele gerekçesiyle alınan bu yasak kapsamında, 11 Eylül saldırılarının faillerinin çoğunun vatandaşı olduğu Suudi Arabistan’ın yer almamış olması küresel kamuoyunda hem ilginç bulundu hem de bazı çevrelerce şiddetle eleştirildi. Eleştiriler özellikle Trump’ın “zengin Suudiler” ile ilişkilerini bozmak istemediğine işaret etmişti.
Taraflar arasındaki ilişkiler ısınma eğilimine girmiş iken, Suudi Kralı 22 Nisan tarihinde aldığı karar ile oğlu Prens Khaled bin Salman’ı, Washington büyükelçisi olarak atadı.
ABD’de eğitim alan ve IŞİD karşıtı koalisyonun yürüttüğü hava saldırılarına pilot olarak bizzat katılan Khaled bin Salman’ın, daha önce de Suudi Arabistan’ın Washington Büyükelçiliği’nde danışman olarak görev yaptığına işaret eden çevreler, bu atamanın iki devlet arasındaki ilişkilerin daha da ısınacağı anlamına geldiğini belirtiyorlar.
Joseph Bahout, Suudi Kralı’nın ilk kez kendi oğlunu büyükelçi olarak atadığına dikkat çekiyor ve bu atamayı Kral Salman’ın ABD hükümeti ve Trump’ın yakın çevresi ile doğrudan, sürekli ve kişisel bağ kurma arzusu olarak okuyor.
Ortadoğu sorunlar yumağı iken ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinin seyri küresel politika açısından oldukça önemli; bakalım yeni büyükelçi bir Prens olarak ilişkileri ne ölçüde ısıtacak. Ancak belirtmeliyim ki; her iki devlet arasındaki ilişkilerin, bölgedeki sorunlar dikkate alındığında ve Suudi Arabistan’ın en büyük petrol ihracatçısı olduğu düşünülürse, kötüleşmesinin bir sınırı vardır. Yani ilişkilerin iyileşmesi değil, kötüleşmesi şaşkınlık yaratmalıdır.