Geçtiğimiz günlerde, Katalonya Başkanı Charles Puigdemont Brüksel’de yaptığı açıklama ile Katalonya’nın self-determinasyon meselesini, Katalonya’nın ayrı bir tarihi ve kültürü var söylemiyle kendince meşrulaştırarak, Avrupa Birliği gündemine taşıdı.
Önümüzdeki Eylül ayında Katalonya’da İspanya’dan ayrılma için bağımsızlık referandumunun gerçekleşmesi bekleniyor. İspanya hükümeti ise, ülkenin bölünmez bütünlüğüne vurgu yaparak İspanya Anayasasının bağımsızlık referandumuna imkan tanımadığının altını çiziyor. Dolayısıyla İspanya hükümeti için Katalonya’da yapılacak referandumun sonucu ne olursa olsun, bu referendum hukuken geçerli değil.
Anayasa hükümleri uyarınca gerçekleştirilmemesi gereken referandum konusunda Katalonya yönetimi ısrarlı ve Katalanların %80’den fazlasının referandum istediklerini ileri sürerek, referandumu demokrasi adına bir gereklilik olarak sunuyor.
Merkezi hükümet ise referandumu engellemek konusunda kararlı.
Puigdemont’un Katalonya’nın self-determinasyon hakkına ilişkin açıklamalarını Brüksel’de sürdürmesinin bir anlamı var; İspanya’dan ayrılma meselesinde Brüksel’in desteğini aramak.
Oysa 2014 yılında gerçekleştirilen İskoçya bağımsızlık referanduma giden süreçte Avrupa Birliği sürece müdahil olmadı. Brüksel’den İskoçya Birleşik Krallık’tan ayrılmalı ya da ayrılmamalı şeklinde net açıklamalar gelmedi. Brüksel’de konuya dair görüşme ve tartışmalar çıkacak sonuçların Birliğe yönelik muhtemel yansımaları üzerine idi.
Bu açıdan Katalonya Başkanı Puigdemont, Avrupa Birliği’nden aradığı desteği bulamayacağına emin olmalı. Zira Birlik herhangi bir üye devletin parçalanma riskini göze alamaz, böyle bir risk gerçekleşir ise Birliğe muhtemel yansımalarını ve muhtemel domino etkisini görmezden gelemez.
Zaten ekonomik sorunlarla, Brexit meselesi ile, radikal dinci örgütler gibi küresel tehditlerle uğraşan, ayrıca Trump Amerikası’nın Birlik üzerine etkilerini tam olarak kestiremediği koşullarda Brüksel, İspanya da dahil hiçbir üye devlette sorun istemez.