G20 Liderler Zirvesi 7-8 Temmuz 2017 tarihlerinde Hamburg-Almanya’da gerçekleştirilecek. 1 Aralık 2016 tarihinde başlayan ve 30 Kasım 2017’ye kadar sürecek olan G20 Almanya dönem başkanlığını sloganı “birbirine bağlı bir dünyayı şekillendirmek” olarak belirlendi.
“Birbirine bağlı bir dünyayı şekillendirmek” sloganı altında, Almanya’nın G20 gündemi üç ana sütuna dayanıyor.
*İstikrarın korunması
*Gelecekteki yaşayabilirliğin geliştirilmesi
*Sorumluluğun üstlenilmesi
G20, toplam nüfusu küresel nüfusun yaklaşık üçte ikisini, gelirleri küresel gelirin %85’ini, ticaretleri küresel ticaretin %80’ini oluşturan ve küresel karbon emisyonunun % 80’inden sorumlu olan 20 devletten oluşunca, G20’inin küresel ekonomi yönetişimi için önemi yadsınamaz.
Ancak G20’nin 173 devleti içermediği/dışladığı, küresel bir platform olmadığı, küresel açıdan hesap verebilirliği bulunmadığı yönündeki eleştirileri bir kenara koyuyorum; neticede amaç ekonomik ve finans konularında bir Birleşmiş Milletler yaratmak ya da demokratik meşruiyet konusunda iddialı bir örgüt oluşturmak değil. G20’nin ne resmi bir kurumsal yapısı, ne resmi bir karar alma süreci ne de bağlayıcı karar alma yetkisi var. G20 uluslararası hukuk uyarınca uluslararası bir örgüt değil. Ancak Birleşik Krallık’ın eski Başbakanı David Cameron’un ifadesiyle “resmi olmayanın gücüne sahip”. Yani küresel sorunlar üzerinde hızlı, esnek ve etkin olarak görüş birliğine varılabiliyor .[1]
Ancak benim bu yazıda amacım G20’nin tarihini, önemini, amacını anlatmak, faaliyetleri ve kararları hakkında bilgi vermek değil. Almanya’nın dönem başkanlığının sürdüğü bu günlerde hem okuyucularımdan hem de öğrencilerimden gelen doğrudan G20’ye dair olmasa bile Avrupa Birliği’nin G 20 ile olan ilişkilerine yönelik aldığım sorulara kısaca yanıt vermek. Sanırım bu soruların kaynağı G20 dönem başkanlığını Avrupa entegrasyon hareketinin lideri Almanya’nın üstlenmiş olması.
Bu tür sorulara yanıt vermek için öncelikle G20 üyelik yapısına bakmak gerekir. Bir uluslararası örgüt statüsünde olmayan G20’nin yapısını “kulüp içinde kulüpler” olarak tanımlayabiliriz.
*İlk Kulüp-G7: Almanya, Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Kanada, ABD ve Japonya
*İkinci Kulüp-G8: İlk kulüptekiler +Rusya
*Üçüncü Kulüp-G20: G8+Türkiye, Brezilya, Avustralya, Çin, Güney Kore, Endonezya, Hindistan, Arjantin, Meksika, Güney Afrika, Suudi Arabistan ve Avrupa Birliği
İlk kulüpteki 7 devletten 4’ü Avrupa Birliği üyesi ve ayrıca G7 toplantılarına da katılan Avrupa Birliği bizzat G20’nin üyesi.
Bu tablo gösteriyor ki, Avrupa Birliği’nin çıkarları, görüşleri ve tercihleri G7 içinde üye devletler tarafından, G20 içinde de bizzat Avrupa Birliği tarafından temsil ediliyor. G20 Liderler Zirvesine, Avrupa Zirvesi Başkanı ile Avrupa Komisyonu Başkanı birlikte katılım sağlıyorlar; aralarında da bir işbölümü bulunmakta. Komisyon Başkanı ekonomik ve mali konularda Avrupa Birliği adına konuşurken, Zirve Başkanı dış ve güvenlik politikasında Birliği temsil ediyor. G20 Bakanlar düzeyindeki toplantılara da Birliğin yürütme organı sıfatıyla Avrupa Komisyonu’nun ilgili komiserleri katılım sağlıyor. Sherpa düzeyinde Avrupa Birliği Komisyon Başkanı tarafından atanan bir yetkili tarafından temsil edilirken; çalışma gruplarına Avrupa Komisyonu bürokratları (Avrokratları) tarafından katılım sağlanıyor.
Sonuçta, Avrupa Birliği’nin G20 içinde doğrudan G7 içinde ise 4 Avrupa Birliği üyesinin varlığı üzerinden dolaylı temsili sağlanmakta.
Burada okuyucularımın aklına G7 içindeki Avrupa Birliği üyelerinin Birliğin genel çıkarı yerine kendi ulusal çıkarlarını temsil edebilecekleri, savunacakları gelebilir ki; bu da normaldir.
Ancak Avrupa Birliği supranasyonel bir örgüttür; kendine has, Avrupa Birliği hukuku olarak adlandırdığımız özel kurallara göre işler. Bir üye devletin Avrupa Birliği ile ilişkisi herhangi bir devletin üye olduğu uluslararası kuruluşlar ile ilişkilerinden oldukça farklıdır. Yani Avrupa Birliği’nin bir üyesi, Avrupa Birliği’nin münhasıran yetki alanına giren bir konuda, Birliğe rağmen kendi çıkarlarını savunamaz.
Bu noktada konuyu Avrupa Birliği hukukçularının yaptığı şekilde özetleyelim.
*G20’de ele alınan konu Avrupa Birliği’nin münhasır yetki alanına giriyorsa, Avrupa Birliği üyesi devletler bireysel pozisyon belirleyemezler.
*G20’de ele alınan konu paylaşılan yetki alanına giriyorsa, Avrupa Birliği’nin pozisyonu ulusal pozisyonlardan önceliklidir.
*G20’de ele alınan konu üye devletlerin yetki alanına girse dahi, üye devletler Birliğin çıkarlarına aykırı davranmaktan men edilmişlerdir.
*Avrupa Birliği üyeleri her halükarda Avrupa Birliği ile işbirliği yapma yükümlülüğü altındadır.
Avrupa Birliği’nin münhasır yetki alanları ya da üye devlete bırakılan alanlar başka bir yazımın konusu olsun; ancak mevcut tablo G20’de Avrupa Birliğinin ağırlığı konusunda yeteri kadar fikir veriyor sanırım. Hal böyle olunca, Avrupa Birliği’nin G20 içinde doğrudan ve dolaylı olan, iki farklı temsil şekline son verilmesi için, G7 içindeki dört Avrupa Birliği üyesi devlet yerine Avrupa Birliği’nin doğrudan temsil edilmesi bazı çevrelerce önerilmiştir. Ancak kısa vadede böyle bir gelişme gerçekleşir ise, büyük bir sürpriz olur.
[1] Cameron, David (2011), “Governance for Growth: Building Consensus for the Future”, a report by David Cameron, Prime Minister of the United Kingdom