Dün (28 Kasım 2016) kaleme aldığım “Schulz Sonrası Avrupa Birliği: Siyasi Denge Bozulur Mu?” başlıklı yazımda, Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz’un Avrupa siyasetini bırakma kararının ardından Avrupa siyasetine merkez sağın damga vurması ihtimalinin gündeme geldiğini, bu durumun Komisyon Başkanı Jean-Claude Juncker ile Konsey Başkanı Donald Tusk’un sağcı politikacılar olmalarından kaynaklandığını belirtmiştim.
Ancak yazıma gelen bazı yorumlar, Juncker ve Tusk’un Avrupa Birliği’ne ilişkin görüş ve stratejilerinin birebir olduğu yönünde bir kanı oluştuğu izlenimi yarattı. Hal böyle olunca, Juncker ve Tusk’un Avrupa Birliği’ne yaklaşım ve söylemlerinin farklı olduğuna yönelik kısa bir yazı yazmanın gereklilik olduğunu düşündüm.
Juncker ve Tusk’un Avrupa Birliği’ne yaklaşımları farklı ve hatta bu durum Avrupa Birliği’nin zirvesinde “yaklaşımların rekabet ettiği" şeklinde yorumlanıyor. Juncker Avrupa Birliği’nde yaşanan her sorunun Avrupa Birliği kurumlarına daha fazla yetki devri ile çözülebileceğine inanan bir lider; tabi burada Avrupa Birliği kurumları arasında yetkilerinin artırılması gerektiğine inandığı asıl kurum Birliğin yürütme organı Avrupa Komisyonu. Juncker Avrupa’da aşırı sağın yükselmesi gibi gözlemlenen problemlerin nedeni olarak Birlik siyasetine ulusal sorunların damga vuruyor olmasını görüyor; bu nedenle Juncker için Birliğin geleceğine şekil verecek olanlar kendi ulusal sorunlarını Birlik gündemine taşıyan devletler değil, bilakis Avrupa kurumları olmalı.
Tusk ise “antlaşmaların efendileri üye devletler” anlayışı ile hareket eden bir lider. Tusk’a göre Komisyon da dahil Avrupa kurumlarının görevi üye devletler tarafından alınan ve Avrupa hukuki tasarruflarına dönüştürülen kararları uygulamak olmalı. Tusk, Avrupa’da aşırı sağın güçlenmesi ve popülist söylemlerin artmasının nedenlerinden biri olarak Avrupa Birliği’nin artan yetkilerini görüyor; yani Tusk’a göre Avrupa Birliği güçlendikçe Avrupa’da aşırı sağ da güçleniyor.
Üstelik Tusk, Avrupa siyasetinin liderlerinden biri olarak, görüşlerinin Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu’nu kızdıracağını bilmesine rağmen çok net konuşuyor; açıkça “sıradan Avrupalının bizim Avrupa tutkumuzu paylaşmadığının farkında olamadık” dedi. Üstelik Avrupa Birliği projesini mahvetmek istiyorsanız daha fazla Avrupa sloganı atmaya devam edin diyerek, Juncker ve Juncker ile aynı fikirde olanları da eleştirilerin hedefine koydu.
Bu noktada bana iki liderden hangisinin haklı olduğunu sorabilirsiniz. Ancak bu soruya verilecek cevap, entegrasyon hareketine hangi teori ışığından baktığımıza göre değişir. Juncker’ın daha güçlü Avrupa Birliği çağrısı Juncker’ın federalist olarak nitelendirilmesine sebep oluyor; Avrupa entegrasyonuna Juncker gibi federalizm ya da fonksiyonalizm/neo-fonksiyonalizm açısından bakarsak Juncker haklı görünüyor; zira bu açılardan sorunların çözümü için daha fazla entegrasyon gerekli. Meseleye liberal intergovernmentalizm baktığımızda ise tablo değişir. Zira bu açıdan Avrupa Birliği ve dolayısıyla kurumları üye devletlerin amaçlarına ulaşmak için birer araçtır; uluslararası politikanın ana aktörleri devletlerdir. Dolayısıyla üye devletlerin “antlaşmaların efendisi” olduğu görüşüyle hareket eden Tusk haklıdır.
Peki Avrupa Birliği’nin zirvesinde yer alan iki liderin farklı düşünüyor olmaları Avrupa entegrasyon hareketine zarar verir mi? Vermez. Bu soruya verdiğim yanıtın sebebi, Avrupa Birliği’nin tarihinden sonuç çıkarıyor olmam. Zira tarih boyunca birbirleri ile aynı görüşleri paylaşmayan, federalist, entegrasyon yanlısı, realist, Avrupa şüphecisi liderler bir arada çalıştı ve Avrupa entegrasyon hareketi yavaş veya hızlı ilerlemeye devam etti.