ABD’de başkanlık seçimlerini kazanan Donald Trump’ın seçim kampanyası esnasında hem küreselleşmeyi hem de küreselleşmenin ticari ayağı olan serbest ticaret anlaşmalarını hedef aldığı malum. ABD’nin zenginleşmesi önünde engel olarak gördüğü akdedilmiş serbest ticaret anlaşmalarını gözden geçireceğini söyleyen Trump, yapılması planlanan, müzakereleri süren serbest ticaret anlaşmalarını da çöpe atacağını ima etti.
“Önce ABD” sloganı atan Trump, ABD’yi küreselleşmeye teslim etmeyeceğinin altını defalarca çizdi.
Trump’ın seçim kampanyasındaki söylemleri, özellikle finans uzmanları tarafından, küreselleşme dalgasının sonlanacağı şeklinde okunurken; uluslararası ilişkiler uzmanları açısından Trump’ın başkanlığı döneminde ABD’nin kendini küresel politikadan tecrit edeceği şeklinde yorumlandı. Dolayısıyla ABD’nin ekonomik ve siyaseten yalnızcılık politikası uygulayacağı beklentisi oluştu.
Bu noktada aday Trump ile Başkan Trump’ın aynı kişi olmayabileceğini, Trump’ın seçim kampanyası esnasındaki söylemlerinden farklılaşan politikalar izleyebileceğini belirteyim; dolayısıyla ABD’nin kendini küresel politikadan tecrit edeceği ve ABD’nin kendi kendini tecrit etmesi ile küreselleşme sürecinin duracağı ya da geri gideceği yönündeki tahminleri “erken tahminler” olarak nitelendiriyorum.
Ancak bu “erken tahminler” ışığında küresel olarak ABD kaynaklı bir belirsizlik dönemine girildiği de açık. İşte içinde bulunduğumuz belirsizlik döneminde, ABD’nin yalnızcılık politikası uygulayacağını öngören, belki de böyle bir temenni içinde olan Çin, ABD’nin boşaltacağı küresel liderlik pozisyonunu üstlenebileceği mesajını verdi.
Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği Zirvesinde, bölge devletlerini koruyucu ekonomik politikalara teslim olmamaya, serbest ticaret ve küreselleşmeye bağlı kalmaya çağırdı. Xi Jinping’in bu çağrısı ile Çin’in bölgesel ve küresel ticareti canlı tutmaya yönelik çabaların öncüsü olacağı şeklinde okundu.
Ancak Çin’in büyük ölçüde ABD öncülüğünde Batı tarafından inşa edilen küresel sistemi savunur duruma gelmesi ironik de bulunmuyor değil.
Trump’un ABD’deki seçim zaferi sonrası küresel lider olma arzu ve çabasını açıkça gözler önüne seren Çin fazlasıyla aceleci ya da kendi adına fazlaca iyimser. Neden?
*Yukarıda da belirttiğim gibi aday Trump ile Başkan Trump aynı kişi olmayabilir; yani Trump’ın seçim kampanyası esnasındaki söylemleri ABD’nin başkanlığı esnasındaki politikaların nasıl olacağı konusunda kesin fikir vermez. Dolayısıyla ABD serbest ticaret ve küreselleşme karşıtı bir tutum takınmayabilir, küresel liderliği de başka bir devlete bırakmak istemeyebilir.
*Çin ekonomik bir “mucize” gerçekleştirmiş olabilir. Üstelik 2015 verilerine göre dünyanın en büyük ikinci ekonomisi ve dolayısıyla küresel ekonomide ağırlığı söz konusu. Ancak tahminler 2030’a kadar ABD’nin ekonomik büyüme açısından birinciliği bırakmayacağı yönünde. Ayrıca ekonomik güç tek başına herhangi bir devleti dünya lideri yapmaz. Çin’in küresel düzeyde ekonomik ve siyasi bir model sunamaması dünya lideri olması önünde önemli bir engel ve Çin ABD’nin sahip olduğu “yumuşak güce” de sahip değil.
*Üstelik Trump’ın ABD’yi küresel politikadan tecrit edeceği yönünde öngörü ve beklentiler gerçekleşse ve ABD küresel liderlik rolünü bıraksa bile, bu durum Çin’in küresel lider olacağı anlamı taşımaz. Zira küresel politikada Rusya’nın dışlandığı her formül doğru sonuç vermez.