Ağustos ayında açıklanan verilere göre 1.3 milyon kişi Avrupa devletlerine sığınma başvurusu yapmış. Bu rakam Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra yaşanan sığınmacı artışını ikiye katlıyor. Sığınmacıların ilk tercihi Almanya, Almanya’yı Macaristan ve İsveç izliyor. Bu üç ülke arasında sığınmacı konusunda en sert ifadeleri ise Macaristan Başbakanı kullanıyor ve sığınmacı sorununa Birlik düzeyinde ortak bir çözüm getirme çabalarına da en fazla direnen kendisi. Macaristan’ı sığınmacı sayısı açısından Fransa ve Birleşik Krallık takip ediyor. Dolayısıyla sığınmacıların Avrupa Birliği üyeleri arasında hakça bir dağılımı söz konusu olmadığı gibi, sığınmacıların da tercih ettikleri ülkeler çok çeşitlenmiyor. Ancak Avrupa’nın genelinde halk arasında sığınmacılara karşı çok olumsuz bir tavır hakim. Sığınmacıları ekonomik yük olarak görenlerin, işlerini ellerinden alacaklarını düşünenlerin yanı sıra kayda değer çoğunluk sığınmacıların terör riskini artırdığına işaret ederek, sığınmacı sorunu ile terör sorununu ilintilendiriyor.
Üstelik sığınmacı karşıtlarının hedefinde sadece kendi hükümetleri değil Avrupa Birliği de var. Avrupa Birliği vatandaşları Birliği Avrupa sınırlarını koruyamamakla eleştirirken, üye devlet siyasileri de Birliği eleştirmeye başlayınca, Avrupa Birliği sığınmacı krizini yönetemeyen bir yapıya indirgeniyor. Oysa Birliğin ayrı bir tüzel kişiliği olsa da, Birliği üye devletlerin oluşturmakta olduğu gerçeği göz ardı edilmemeli. Yani üye devlet hükümetleri ortak bir çözüme karşı direniyorsa, hatta Schengen gibi mevcut kazanımlara bile zarar verecek politikalar izliyorsa, Birlik ne yapabilir?
Hal böyle iken sığınmacı akını karşısında İsveç’in kontrolü kaybettiğine yönelik haberler dikkat çekici. Ülkede polisin suçlarla mücadelede zorlandığı, hukukun uygulanamadığı bölgeler oluştuğu ileri sürülüyor. Bu bölgelere giren güvenlik görevlileri sözlü ve fiziki şiddete maruz bırakılıyor ve devriye araçları ateşe veriliyormuş. Mesela, İsveç’in üçüncü büyük şehri Malmo’de 70 otomobilin kundaklandığı ve güvenlik güçlerinin sadece bir şüpheliyi yakalayabildiği rapor edildi. Hatta İsveç güvenlik güçleri üst düzey yetkilisinin “durum o kadar kötü ki; kimsenin güvenliğini garanti edemiyoruz” dediği basına yansıdı.
İsveç’deki olayların sorumluluğu ne ölçüde sığınmacılara yüklenebilir? Bu husus tartışılmalıdır. Ancak İsveç’teki olayların sorumluluğu Macaristan Hükümeti tarafından sığınmacılara yüklenmiş ve Macaristan Hükümeti Avrupa’da sığınmacı olan her şehirde kontrolün kaybedildiği, “no-go”(gidilmez-geçilmez) bölgeler olduğunu ileri sürmüştür. Macaristan Hükümetine de sert tepki gösteren İsveçli yetkililer ülkede suç oranlarının yüksek olduğu, “hassas” bölgeler olduğunu, ancak hiçbir bölgenin resmen “no-go” ilan edilmediğini açıklamıştır.
Bu tabloda görünen nedir? Bu tablo öncelikle Avrupa Birliği’nde yaşanan ve şiddet içeren her olayı Avrupa Birliği’ne giren sığınmacılara bağlayan ve bağlayacak olan bir kitlenin mevcudiyetine işaret etmektedir. Ayrıca şiddet içerikli her olay Avrupa’da sığınmacı karşıtları ve politikalarına meşruiyet kazandıracak bir araca dönüştürülmektedir.