Sözde Arap Baharının başlamasıyla birlikte Ortadoğu’da terör örgütlerinin sayıca artması ve oluşan güç boşluklarından faydalanarak güçlenmesi sadece Ortadoğu’nun meselesi değildir; terörizm küresel bir olgudur. Zaten bu süreçte Avrupa’da yaşanan terör saldırılarındaki artış, terör örgütlerinin faaliyetlerinde ve saldırılarında sınır tanımadıklarına işaret etmektedir.
Sözde Arap Baharı öncesi 2010 yılında Avrupa Birliği’nde bir cihatçı terör saldırısı kayıtlara geçmiştir. 2011 yılında da bir olan cihatçı terör saldırısı sayısı, 2012’de iki, 2013’de iki, 2014’de üç iken 2015’de yediye yükselmiştir. 2016 Eylül itibarıyla Avrupa Birliği’nde terör saldırısı sayısı yedidir. Dolayısıyla 2010 yılından bu yana Avrupa Birliği üyelerinde gerçekleştirilen terör saldırıları sayısındaki artış dikkat çekicidir. Hal böyle olunca cihatçı terör ile mücadele yolları Avrupa Birliği’nin gündeminde ön sıraları almış, Avrupa Parlamentosu da terör konusunu gündemine taşımıştır. 31 Ağustos’ta Komisyon temsilcileri ile bir araya gelen parlamenterler Birlik üyelerinin terörizmle ile mücadele stratejilerindeki etkinliği tartışmış ve özellikle de radikalleşme ile nasıl mücadele edilebileceği üzerinde durmuşlardır. Dün de Avrupa Birliği terörle mücadele koordinatörü Gilles de Kerchove Avrupa Parlamentosu Sivil Özgürlükler Komitesi üyelerini terörizmle mücadele konusunda bilgilendirmiştir. Kerchove konuşmasını öncelikle “günün terörizminin” özelliklerine ve istihbaratın endişelerine ayırmıştır. Kerchove “günün terörizminin” özelliklerini; fail profillerinin çeşitlilik göstermesi, terör propaganda faaliyetlerinde başlıca rolü internetin oynaması, teröristlerin sığınmacı akınlarıyla Avrupa’ya girmesi, terörizm-suç bağlantısının net, teröristlerin eski suçlu olmaları, teröristlerin saldırı taktiklerini değiştirerek sembolik önemi olan mekânlardan çok doğrudan halkı hedef seçmeleri, halkının çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde Batılıların hedef alınması şeklinde sıralamıştır. Kerchove istihbarat açısından kaygı verici hususları da, IŞİD’e katılanların Avrupa’ya geri dönmesi, Batı’da Suriye diasporası oluşması ve bu diasporanın radikal görüşlere açık olması ile IŞİD’in yeni saldırı taktikleri geliştiriyor olması olarak belirtmiştir.
Diğer taraftan Küresel Terörizm Veri Tabanı (GTD), 2012 yılından bu yana küresel düzeyde terör saldırılarında ölenlerin sayısında dramatik bir artış olduğunu, Batı Avrupa’da ise bu sayının 1990’ların başından bu yana düşmüş olduğunu açıkladı. Bu açıklama, Avrupa’nın diğer bölgelere nispetle daha az terör tehdidine maruz kaldığının belirtilmesi olarak yorumlandı. Ancak bu açıklama Avrupa Birliği yetkililerinin terörizmi daha az önemsemesi gibi bir duruma yol açmıyor; zira Avrupa’yı ilgilendiren terör tehdidi ile karşı karşıya olması, Avrupa Birliği’ndeki terör saldırıların dünyanın diğer bölgelerinde gerçekleşen terör saldırılarına oranı değil. Özellikle de Avrupalı yetkilileri bugünlerde en fazla endişelendiren “yalnız militan” ya da “ev yapımı terörist” olarak adlandırılan failler tarafından saldırılar gerçekleştirilmesi. Batı basınında IŞİD’in sempatizanlarına “Suriye’ye gelmeyin. Saldırıları evinizde gerçekleştirin” mesajı vermekte olduğu yer alıyor. Bu durum da Avrupalı yetkilileri Avrupa toplumunda radikalleşmiş bireyler ile Avrupa’ya sığınmacı olarak gelmiş olanlar üzerinde yoğunlaştırıyor. Terörle mücadele koordinatörü Kerchove’nin de açıklamasında gördüğümüz gibi sığınmacılar, radikalleşmeye de açık oldukları gerekçesiyle, potansiyel terörist olarak gösteriliyor. Üstelik Alman Bakan Thomas de Maziere’nin Almanya’da ve Fransa’daki saldırılardan hiçbirinin sığınmacılar tarafından gerçekleştirilmediğine işaret etmesi bile sığınmacılara karşı oluşan tepkiyi dindirmedi.
Dolayısıyla Avrupa’da “yalnız militan”, “ev yapımı terörist” saldırı korkusu radikalleşme ile mücadeleyi terörle mücadelede başlıca araç haline getirirken, sığınmacı korkusu da göç karşıtı söylemleri ve politikaları besliyor.