Kıbrıs uyuşmazlığına Ada’daki iki taraf arasında müzakereler yoluyla adil ve kalıcı bir çözüm bulunabilmesi için BMGS’nin gözetiminde başlatılmış olan süreç bu günlerde 55’inci yılını tamamlamıştır.
Kıbrıs Rum tarafı, bu süreci, bir yandan, BM’nin tek yanlı ve haksız kararlarından elde ettiği siyasî ve diplomatik avantajları kullanarak kendisinin uluslararası toplum ile ilişkilerini ikili ve çok taraflı çerçevede kuvvetlendirip çeşitlendirme, diğer yandan da müzakere masasında uyguladığı oyalayıcı ve engelleyici taktiklerle çözümü imkânsız kılarak, 1960 ortaklık devletinin eşit kurucu unsuru olan Kıbrıs Türk halkını uluslararası toplumdan tecrit etme amacıyla istismar etmiştir.
BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs uyuşmazlığının çözümü için benimsediği “iki toplumlu, iki kesimli federal çözüm” şekli, BMGS’nin her iki tarafla uzun görüşme ve istişarelerden sonra masaya koyduğu Antlaşma belgesi 2004’te BM’nin gözetiminde Ada’nın her iki kesiminde ayrı ayrı yapılan referandumlarda Rum tarafınca reddedilmiştir. Böylece “federal çözüm” Kıbrıs uyuşmazlığı için bir seçenek olmaktan çıkmıştır. Bu defter kapanmıştır.
Bu gerçek karşısında da belirtmek gerekir ki, KKTC siyaset kurumu için "egemen eşitlik temelinde iki bağımsız devletli" çözüm mü, "federal" çözüm mü tartışmasından vazgeçmenin zamanı aslında daha 2004’te geçmiştir.
KKTC'nin 2020 sonlarında dünyaya ilân ettiği ve Türkiye tarafından da desteklenmiş olan "egemen eşitlik temelinde iki devletli çözüm" hedefi, söylemde ve eylemde tek ve vazgeçilmez stratejik hedef olarak kararlılıkla güdülmelidir.
Esasen, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan 20 Eylül 2022’de BM’nin 77. dönem Genel Kurulu’na hitabında uluslararası topluma “KKTC’ni resmen tanıma” çağrısını yapmıştır. Bu Türkiye’nin Millî Davası’nda vaz geçilmez, geri dönülmez, tarihî bir hamledir.
Öte yandan, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve KKTC Cumhurbaşkanı Tatar 12 Haziran günü KKTC’de düzenlenen ortak basın toplantısında KKTC’nin ve Türkiye’nin sadece “egemen eşitlik” esası üzerine kurulu bir çözüme destek verebileceklerini yeniden vurgulamışlardır.
Ayrıca, Cumhurbaşkanı Erdoğan “Kıbrıs Türklerinin müktesep hakları olan egemen eşitlikleri ve eşit uluslararası statülerinin teyidi, bizler için olmazsa olmazdır. Müzakere masasına geri dönülecekse bunun yolu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin tanınmasından geçmektedir” şeklinde kararlı bir ifade kullanmıştır.
Burada bir ara söz olarak belirtmemiz gerekir ki, yukarıda alıntıladığımız kararlı ifadede kullanılan “Kıbrıs Türklerinin” kavramı yerine “Kıbrıs Türk halkının” kavramının kullanılmış olmasını, konunun teknik veçhesi itibariyle tercih ederdik. Çünkü, Ada’daki gerçeklerden biri bağımsız ve egemen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin mevcudiyetidir. Bağımsızlık ilânı da “Kıbrıs Türklerinin” değil hukuken ve siyaseten “Kıbrıs Türk halkının” iradesiyle gerçekleşmiştir.
KKTC’nin ve Türkiye’nin ortak kararlı söylemlerine rağmen, Kıbrıs konusunu ve Türk – Yunan ilişkilerinin durumunu kendi öz çıkarları bakımından yakından takip eden uluslararası çevrelerin her iki alanda da durumu ve muhtemel gelişmeleri oluruna bırakmayacakları da bir gerçektir.
Nitekim, Türkiye’nin yaşadığı son büyük deprem felâketinde Yunanistan’ın, bu gibi felâket durumlarında, dost olsun, düşman olsun herhangi bir devletin yapageldiğinden farklı olmayan yardımlarda bulunması, uluslararası basında “deprem diplomasisi” metaforu kullanılarak iki devlet arasındaki ilişkilerde “yumuşama” olarak takdim edilmesine özen gösterilmiştir. Bunu önümüzdeki yakın dönemde Kıbrıs konusunda ve Türk – Yunan ilişkileri alanında uluslararası plânda başlatılabilecek girişimlere zemin hazırlama gayreti olarak görmekteyiz.
Yunanistan'daki seçim sürecinin de tamamlanmasını müteakip, geçmişte de örneklerini yaşadığımız üzere, İngiltere’nin arka plânda yönlendirmeleriyle ABD’nin, Avrupa Birliği’nin, BM Güvenlik Konseyi'nin ve BM Teşkilâtı'nın emrindeki en üst düzeyde memur olan BMGS’nin, çeşitli ikna çabalarıyla, baskı metotlarıyla ve ellerindeki siyasî, ekonomik, mâlî manivelalarla, vaatlerle, Türk tarafına sözde "Kıbrıs Cumhuriyeti'nin" temelinde, çatısı ve egemenliği altında "iki toplumlu ve iki eyaletli" bir çözümü "iki devletli" çözüm olarak sunma ve kabul ettirme, Türk askerî varlığının kademeli de olsa Ada'dan çekilmesini sağlama, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de ve Ege’de hareketsiz kılma değişmez amaçları doğrultusunda harekete geçmeleri beklenir.
Diğer taraftan, BMGS tarafından Kıbrıs konusunda yeni bir çözüm girişiminde bulunulurken çeşitli kelime oyunlarına başvurabilirler. Türkçe'de birden fazla karşılığı olan İngilizce kavramlara, işlerine gelen anlam yüklenerek Türkçe’ye tercümesinin sağlamasına çalışabilirler.
Bu davranışlarının örneği 2004’te Annan Plânı'nda görülmüştü. Meselâ, "constituent" kelimesi Plân'da "oluşturucu" anlamında kullanıldığı halde "kurucu" olarak tercüme edilmişti. Aynı şekilde, "state" kelimesi Plân'da "eyalet" anlamında kullanıldığı halde, Türkçe'ye "devlet" olarak çevrilmişti. Plân’ın “iki devletli” çözüm öngördüğü iddia edilmişti.
Oysa, Annan Plânı’nın muhtevasındaki Kuruluş Anlaşması'nın 2. Maddesi’nin, 1. fıkrasındaki ifade çözümün iki devletli değil, iki eyaletli (kantonlu) olduğunu ortaya koymaktadır.
İfadenin Türkçesi ve İngilizcesi şöyledir:
"Madde 2: Birleşmiş Kıbrıs Cumhuriyeti, onun federal hükûmeti ve kurucu devletleri
1. Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti, Federal Hükümeti ve Kurucu Devletlerinin statüsü ve ilişkilerinde, İsviçre’nin Federal Hükümeti ve kantonları ile olan ilişkisi ve statüsü model olarak alınmıştır."
[Article 2: The United Cyprus Republic, its federal government, and its constituent states
1. The status and relationship of the United Cyprus Republic, its federal government, and its constituent states, is modeled on the status and relationship of Switzerland, its federal government, and its cantons.]
Görüleceği üzere, "Model" alınan İsviçre’nin anayasal yapısında “kantonlar” birer egemen ve bağımsız devlet olmadığına göre Annan Plânı’nın öngördüğü çözüm şeklinin de “iki bağımsız ve egemen devletli" bir çözüm olmadığı kuşkusuzdur. Esasen çözümün müzakeresi de iki bağımsız ve egemen devlet arasında yapılmış değildi. BM Güvenlik Konseyi’nin kabul ettiği müzakere mekanizmasında taraflar “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” iki “toplumudur”. Güvenlik ve Garantiler bahsinde de üç Garantör Devlet (Türkiye, İngiltere, Yunanistan) müdahil olmaktadırlar.
Annan Plânı Rumlar tarafından reddedilmekle ortadan kalkmış ve aradan da 19 yıl geçmiş olmasına rağmen, BM Güvenlik Konseyi’nin hâlâ aynı parametrelerle Kıbrıs uyuşmazlığını halletme peşindedir. Bu gerçeği dikkate alarak belki de çoğumuzun unutmuş bulunduğu Annan Plânı’ndan konuyla ilgili bir örneği yukarıda zikretmiş bulunuyoruz.
-----------------------------------