Em. Büyükelçi Tugay Uluçevik Em. Büyükelçi Tugay Uluçevik

Kıbrıs Adasının Osmanlı İmparatorluğu Tarafından Fethi’nin 451. Yıldönümü

04 Ağustos 2022
Kıbrıs Adasının Osmanlı İmparatorluğu Tarafından Fethinin 451. Yıldönümü

Tarihin akışı içinde, Akdeniz’i, Mezopotamya’yı ve Orta Doğu’yu kontrol etmek isteyen güçler arasında, Ege Deniz’indeki ve Akdeniz’deki, Sicilya, Sardunya, Kıbrıs, Korsika, Girit, Rodos Oniki Ada), Malta, İmroz (Gökçeada), Bozcaada, Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam (vs) gibi stratejik önem ve değer taşıyan adaları ele geçirmek için sürekli bir rekabet ve çatışma yaşanmıştır.

Üstünlüklerini diğerlerine kabul ettiren, baskın çıkan güç veya güçler, bu adaları egemenlikleri altına alabilmişlerdir.

Osmanlı Devleti yükselme devrinin ortalarından itibaren Taşoz, Semadirek, Limni, İmroz (Gökçeada), Bozcada, Midilli, Eğriboz, Şeytan, Sisam, Rodos gibi adaları ve diğer Menteşe Adalarını, Kerpe, Çoban, Kiklat Adalarının tamamını, Sakız ve civarındaki adaları birer birer kendi topraklarına dâhil etmiş bulunuyordu.

16. yüzyılın üçüncü çeyreğinde de Osmanlı İmparatorluğu yükselme devrinin zirvesine ulaşmıştı.

Sınırları, Avrupa’da Viyana önlerinden başlıyor; bugünkü Macaristan ve Balkan ülkelerini içine alıyor; Karadeniz’in kuzeyinden geçerek İran’a ulaşıyor; güneye Basra Körfezi’ne uzanıp Arap yarımadasını ve Kuzey Afrika’yı kapsıyordu. Akdeniz’in çevresinin yaklaşık dörtte üçü Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarıyla çevriliydi. Ege’deki, Orta ve Doğu Akdeniz’deki adaların, ada gruplarının, Kıbrıs ve Girit hariç, tamamı Osmanlı egemenliği altına alınmıştı. Osmanlı Devleti bir dünya gücü haline gelmiş; kuvvetler dengesinin belirleyici unsuru olmuştu.

Kıbrıs ve Girit, devrin Akdeniz’deki güçlü denizci devleti Venedik’in elinde bulunmaktaydı. Venedikli korsanlar bu adaları üs olarak kullanarak Osmanlı Devleti’nin Orta ve Doğu Akdeniz’deki çıkarlarına zarar vermekten geri durmuyorlardı. Gelişmeler öncelikle Kıbrıs adasının ele geçirilmesini Osmanlı Devleti için bir zorunluluk haline getirmişti.

Ada’nın fethi 11 ay süren bir kuşatma harekâtının sonunda 1 Ağustos 1571 tarihinde tamamlanmıştır. Böylece Anadolu ile Mısır ve Suriye arasındaki deniz yolunun güvenliği sağlanmış; Doğu Akdeniz’in tamamına Osmanlı Devleti hâkim olmuştur.

Kıbrıs' Adası’nın Lala Mustafa Paşa'nın Komutasındaki Osmanlı Kuvvetlerince 1 Ağustos 1571'da fethinin 451'inci yıldönümü Milletimize kutlu ve mutlu olsun!

Kıbrıs Adası’nın Konumu

Kıbrıs adası eski ve köklü uygarlıklara kaynak ve sahne olmuş bulunan ve üç semavî dinin de doğup yayıldıkları bölge olan Doğu Akdeniz havzasında yer almaktadır.

Doğu Akdeniz havzası aynı zamanda uluslararası siyaset sahnesi için sorun, gerginlik ve hattâ savaş üretme bakımından ziyadesiyle verimli bir bölge olma vasfına sahiptir.

Çünkü, Doğu Akdeniz havzası, coğrafya açısından Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının kavşağı konumundadır.

Dünya'nın doğusu ile batısını birbirine bağlayan ticaret yolu üzerinde bulunmaktadır.

Karada ve deniz altında zengin enerji kaynaklarına sahiptir.

Jeopolitik ve jeostratejik bakımdan müstesna nitelikler taşımaktadır.

Konumu ve sinesinde barındırdığı özellikleriyle Doğu Akdeniz havzası, tarihin akışı içinde, önceleri bölgesel güçler arasında ve bilhassa sanayi devriminden ve Süveyş Kanalı’nın açılmasından sonra, küresel güçlerin de katıldıkları gerginliklere, çatışmalara sahne olmuştur. Olmaya devam etmektedir.

Çünkü, Birinci Dünya Savaşı’nın ertesinde başta Orta Doğu olmak üzere Doğu Akdeniz havzasında emperyalizmin geride bıraktığı manzara şöyleydi:

Bir tarafta sun’i biçimde çizilmiş hudutlarla parsellenmiş bir siyasî coğrafya ve sun’i çözüm şekilleriyle aslında çözülememiş ve yeni ve daha büyük karmaşık sorunlar yaratmaya müsait sorunlar; diğer tarafta da emperyalist güçlere minnet duyan ve biat eden yönetimler.

Osmanlı Devleti’ne de Sevr Antlaşması dayatılmış ve Anadolu da parçalara bölünmüştü.

Bir süre sonra da Filistin topraklarında İsrail Devleti’nin kurulmasıyla bölgeye ilâve huzursuzluk tohumu atılmıştı.

Türk Milleti Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde bağımsız, egemen, çağdaş ve lâik Türkiye Cumhuriyeti’ne kavuşarak kendisini Orta Doğu’nun çirkin manzarası içinde yer almaktan kurtarmıştır.

Günümüzde de Doğu Akdeniz havzasının yeniden şekillendirilmesi yönündeki emperyalist güçlerin müdahaleleri sürmektedir. Arap Baharı kisvesine bürünen hareketin etkisi ve sonuçları ortadadır.

Birleşmiş Milletler’in uluslararası barış ve güvenlik ile ilgili en eski gündem maddelerinin Doğu Akdeniz havzasından kaynaklı sorunlardan  oluştuğunu görmekteyiz.

Doğu Akdeniz havzasına dahil olan Orta Doğu’ya ilişkin sorunlar, Filistin’den gasp edilen topraklarda İsrail Devleti’nin kurulmasıyla birlikte 1947 yılında BMGK’nin gündemine girmiştir. Bu sorunlar, geçen 75 yıl içinde nihai çözüm şekline kavuşturulamadan ve havzanın özelliklerinden kaynaklanan sebeplerle artarak ve çeşitlenerek devam etmektedirler.

Kıbrıs Adası’nın Önemi

Kıbrıs adası da işte bu Doğu Akdeniz havzasının tam merkezinde bulunmaktadır. Bu yüzden de BM’nin gündemindeki en eski uluslararası uyuşmazlıklardan birinin sahnesi ve konusun olmaktan kendisini kurtaramamıştır.  Kıbrıs uyuşmazlığı Doğu Akdeniz havzasında doğmuş ve gelişmiştir. BM genel Kurulu’nun gündemine 1954’de; Güvenlik Konseyi’nin gündemine de 1964’de girmiştir.

Kıbrıs adasının tarihi hakkında en kapsamlı ve hacimli eserin yazarı olan Sir George Francis Hill, “Kıbrıs Tarihi” ( A History of Cyprus ) isimli 4 ciltlik kitabının 1. cildinin 1. bölümüne şu cümlelerle başlıyor: [1]

"Kıbrıs’ın İngiltere tarafından 1878’de işgalinden hemen sonra bir Alman arkeolog ( Gustav Hirschfeld ) şöyle yazdı: ‘Doğu’da büyük güç olmak ve öyle kalmak isteyen Kıbrıs’ı elinde tutmalıdır. Bunun doğru olduğunu dünya tarihinin Mısırlı III. Thutmes’den Kraliçe Viktorya günlerine uzanan üç bin beş yüz yılı kanıtlamıştır.’ "

1938-46 yılları arasında Millî Eğitim Bakanlığı yapmış olan Hasan Âli Yücel de “Kıbrıs Mektupları” adlı kitabında Kıbrıs Adası’nı “Akdeniz’in Fettan Kızı” olarak nitelendirir ve şunları ifade eder:

Kıbrıs Akdeniz’in medenî çevresinde her zaman sevilmiş, fakat hiç sevmemiş, fettan bir deniz kızıdır. Hangi aşığı kuvvetli, cerbezeli, becerikli ise ona teslim olmuştur.[2]

Hem, merhum Hasan Âli Yücel’in içine romantizm de katarak yaptığı bu edebî tarif, hem yukarıda alıntıladığımız Gustav Hirschfeld’in sözleri Kıbrıs adasının önemine dair ilgili birçok gerçeği çarpıcı biçimde açıklamaktadır. Tarihin akışı bu değerlendirmeleri doğrulamıştır.

Gerçekten Kıbrıs adası hem bölgesel hem küresel güçler arasındaki siyasî ve askerî dengeyi etkileyen stratejik bir konuma sahiptir. Bu konumuyla da tarihte sürekli olarak güçler arası rekabete ve çatışmaya konu ve sahne olmuştur.

Stratejistler 20. Yüzyılda Kıbrıs adasını “sabit bir uçak gemisi” olarak nitelendirmişlerdir.

Kıbrıs adası, Orta Doğu’yu, yani petrol kaynaklarını ve Doğu Akdeniz’i, Süveyş kanalını, karşılıklı olarak kuzey – güney, doğu – batı istikametindeki sivil ve askerî deniz taşımacılığını kontrol altında tutma imkânını bahşetmektedir. Orta Doğu bölgesine yapılabilecek bir askerî harekât için çok elverişli bir üs niteliği taşımaktadır.

Ada, ABD’nin ve İngiltere’nin, gerektiğinde Kıbrıs’taki Egemen İngiliz Üslerinden İsrail’in imdadına yetişebilmeleri için fevkalâde elverişli konumdadır.

Son 20 yıl içinde Kıbrıs’taki Egemen İngiliz üslerinden havalanan uçaklarla Libya, Irak ve Suriye’de çeşitli hedeflerin vurulduğunu da biliyoruz.

1960 Andlaşmaları ile İngiltere’ye Ada’da iki askerî üs verilmiştir. Bu üsler İngiltere’nin egemen topraklarıdır. İngiltere AB’ne katılırken Kıbrıs’taki bu iki üssünü AB’nin yetki alanının dışında bırakmıştır. ANNAN Plânı’nın ortaya çıkmasında rol oynamış bulunan ve kendisini Rumlardan yana tutumlarıyla yakından tanıdığımız İngiliz David HANNAY, yayınladığı kitabında [3] “bu üslerin muhafazasının, 1960’dan sonra İngiltere’nin Kıbrıs’a olan yakın ve doğrudan ilgisinin devamının sebebini ve Kıbrıs sorunu hakkındaki politikasının temel amacını oluşturduğunu” yazmıştır.

En son olarak ANNAN Plânı dahil, oluşturulmuş olan bütün çözüm plânlarına İngiltere’nin şekil vermesi veya vermeğe teşebbüs etmiş olmasının ve BMGK’de Kıbrıs hakkındaki karar tasarılarının yazarlığını İngiltere’nin yapmasının nedeni budur.

BMGS tarafından ortaya konulmuş bulunan çözüm plânlarında, Ada’nın belirli şartlarla askersizleştirilmesinin de öngörülmüş olunmasına rağmen, Ada’daki İngiliz üslerine hiçbir şekilde dokunulmamıştır.

Değerlendirmelerimizde, “Büyük Britanya Adası’na 3000 km mesafedeki Kıbrıs Adası İngiltere için önem taşırsa, Anadolu Yarımadası’nın güney sahillerine 70 km uzaklıktaki Kıbrıs Adası Türkiye için önem taşımaz mı?” sorusunun sorulması gerekir.

Osmanlı İmparatorluğu ve Kıbrıs

Osmanlı Devleti, muazzam ve muhteşem bir imparatorluk haline gelerek gücünün zirvesine eriştiği; Doğu Akdeniz’i âdeta bir Türk gölüne dönüştürdüğü ve Dünyaya gücünü kabul ettirdiği “Yükselme Devrinde” 1571’de Ada’yı fethetmiştir.

Osmanlı Devleti, sadece bir büyük güç olabilmenin ve Doğu Akdeniz’i ve deniz ticaret yollarını büyük bir güce yaraşır biçimde kontrol edebilmenin ve Anadolu’nun emniyetini sağlayabilmenin gereği olarak Kıbrıs’a hâkim olmuştur.

307 yıl hukuken ve fiilen, 45 yıl da hukuken olmak üzere 352 yıl egemenliği altında tutmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu’nun “yıkılma devrinde” bu defa dönemin en güçlü devletlerinden İngiltere Ada’ya sahip olmuştur. 1878 yılında Rusya'dan Anadolu topraklarına yönelen çok ciddi tehdit ve tehlike üzerine, İngiltere'nin vereceği askerî destek karşılığında Kıbrıs'ın İngiltere tarafından işgal ve idare edilmesine razı olmak mecburiyetinde kalmıştır.

İngiltere’nin Ada’yı ilhak ettiğini 5 Kasım 1914 tarihinde açıkladığı zaman da Osmanlı Devleti bunu tanımadığını fiilen gösterecek gücü kendisinde görememiştir.

Elen unsurların ve Yunanistan’ın Kıbrıs’ta hiçbir zaman egemen güç olmadığı tarihî bir gerçektir.

Kronolojik sıraya sadık kalarak zikretmek gerekirse, Ada’da, Hititler, Mısırlılar, Asurlar, Fenikeliler, Persler, Romalılar, Cenevizliler, Memlûklar, Venedikliler, Osmanlılar, İngilizler ve ortak olarak Kıbrıslı Türkler ve Rumlar hakimiyet kurmuşlardır diyebiliriz.

Günümüzde de Türkler ve Rumlar Ada’da kendi bağımsız ve egemen devletleri altında yan yana yaşamaktadırlar.

Kıbrıs Adası Güçlülüğün Mihenk Taşı

Bu tarihî hakikat karşısında Kıbrıs adasının, Osmanlı Devleti’nin gücünün, bölgesindeki ve dünyadaki ağırlığının, itibarının bir ölçüsü ve hattâ mihenk taşı olarak alınabileceğini söylemenin pek de yanlış olmayacağını düşünüyoruz.

Aynı ölçü, Türkiye Cumhuriyeti için de geçerlidir. Çünkü Türkiye, 1923'den bu yana Kıbrıs adasının millî güvenliğine bir tehdit üssü olarak kullanılmasına, hayatî çıkarlarına zarar vermesine müsaade etmemiştir. Osmanlı Devleti'nin Yıkılıma Devrinde İngiltere'ye terk etmek ve üzerindeki askerini geri çekmek mecburiyetinde kaldığı Kıbrıs'taki Türk varlığının koruyucusu ve güvencesi olmuştur. Kıbrıs'ta hukukî ve fiilî hak ve yetkiler elde etmiştir. Askerini Kıbrıs'ta konuşlandırabilmiştir. Kıbrıs için garantör devlet statüsünü kazanabilmiştir.

İngiltere Kıbrıs’ı İlhak Ediyor

1914 yılının Temmuz ayında Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi, ardından Osmanlı Devleti’nin 1914 Ekim ayının son günlerinde Almanya’nın safında savaşa katılması üzerine, İngiltere (ve ayrıca Rusya ve Fransa) 5 Kasım 1914 günü Osmanlı Devleti’ne karşı savaş ilân etmiştir. Aynı gün İngiltere, Kıbrıs adasını ilhak ettiğini de açıklamıştır. Böylece, İngiltere Kıbrıs adasındaki Türkleri “düşman tebaa” olarak görmeğe ve böyle muamele etmeye başlamıştır.

Yunanistan “Enosis” İçin Ümitleniyor

Bu gelişme “enosis” teşebbüslerine hız kazandırmıştır. Çünkü, Kıbrıslı Rumlar ve Yunanlar, İngilizlerin Ada’yı ilhak etmesinden sonraki aşamanın kendileri için “enosis” olduğuna inanmaya başlamışlardır. O kadar ki, Yunanistan Başbakanı Elefthérios Venizélos İngiltere’nin ilhakından 9 gün sonra “ilhak bu büyük Yunan Adası’nın millî restorasyonu yönünde son aşama olarak nitelendirilmelidir. Hükûmetimizin elindeki mahrem bir bilgiye göre de Kıbrıs’ın ana Yunanistan ile birleşmesi yakın gelecekte tahakkuk edecektir[4] şeklinde demeç vermiştir.

Yunanistan, sonucunun belli olmaya başlaması üzerine, 1917 ortasında I. Dünya Savaşı’na itilâf (anlaşma) devletlerinin safında katılmış ve galip devletler asında yer almıştır.

Galip devletler, bir Kıbrıs Rum heyetinin 1919 Ocak ayındaki Barış Konferansı için Paris’e gelip Konferans çevreleriyle temaslarda bulunmasına imkân sağlamıştır.

Rumlar ve Yunanistan Paris Konferansı’ndan sonra, Kıbrıs adasının İngiltere tarafından Yunanistan’a devredilmesi yolundaki taleplerini canlı tutma gayretlerini sürdürmüşlerdir.

Sevr’de [Sèvres] Kıbrıs

30 Ekim 1919’da imzalanan Mondros Mütarekesi’nden 10 ay kadar sonra Müttefik Devletlerle Osmanlı Devleti arasında imzalanan Sevr Andlaşması’nın 115. Maddesi’nde “Müttefik Devletlerin İngiliz Hükûmetince 5 Kasım 1914’de ilân edilmiş olan Kıbrıs’ın kendisine (İngiltere’ye) bağlanmasını tanıdıklarını bildirdikleri” hükmü yer almıştır.

Sevr’in 116. Maddesi’nde de Osmanlı Devleti’nin, “bu adanın Padişah’a ödenen vergi üzerindeki hakkını da içermek üzere, Kıbrıs üzerinde ya da Kıbrıs’a ilişkin bütün haklarından vazgeçtiği” hükmüne yer verilmiştir.

117. Madde’de de “Kıbrıs adasında doğmuş ya da orada oturan Osmanlı uyrukları, yerel yasa koşulları içinde, Osmanlı uyrukluğundan ayrılarak, İngiliz uyrukluğunu alacaklardır” hükmü yer almıştır.

Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’nın işgalci Yunan kuvvetlerine karşı kesin zafer kazanması ve vatanımızı işgalden kurtarması aslında Kıbrıslı Rumların “enosis” hayali için darbe olmuştur. Bununla beraber, o vakte kadar İngiltere’de Başbakan Llyod George’un ve Dışişleri Bakanı George Curzon’un sergiledikleri Yunanistan’ı Anadolu’yu işgal etmeye teşvik eden ve destekleyen tutumları Rumların ve Yunanistan’ın Lozan Barış Konferansı'nda Kıbrıs'ın Yunanistan'ın egemenliğine bırakılacağı ümit ve beklentilerini canlı tutmuştur.

Kıbrıs Adası’nın Türkiye Bakımından Önemi (Genel)

Ada, Türkiye’ye 74, Suriye’ye 98, Lübnan’a 221, İsrail’e 290, Mısır’a, başka bir ifadeyle, Süveyş kanalına 384 km mesafededir.

Bu bağlamda, Kıbrıs adasının Girit’e 550, Yunan anakarasına, Atina’ya 900 km mesafede olduğunu kaydedelim.

Türkiye Lozan Konferansı’ndan itibaren Kıbrıs Adası’nın Türkiye’nin güvenliği bakımından taşıdığı önemin ve değerin farkında ve bilincinde olarak hareket etmiştir.

Lozan’da [Lausanne] Kıbrıs

Konferans'ın açılışından önce ve açıldıktan sonra Kıbrıs'ın Yunanistan'a verilmesi için gayret sarfedenler ve bu amaçla Türk heyetine baskı yapanlar olmuştur.

Konferans çalışmalarının akışı içinde Andlaşma'nın ilk taslağı olarak hazırlanan belgede Kıbrıs adası bakımından da uygulanacak şöyle bir hüküm (Madde 16) yer almıştır:

Türkiye, işbu Andlaşma'da belirtilen sınırlar dışında bulunan bütün topraklar üzerindeki ya da bu topraklara ilişkin olarak, her türlü hakları ve sıfatlarıyla, üzerinde [ Türkiye’nin ] kendi egemenliği tanınmış adalardan başka öteki adalar üzerindeki her türlü haklarından ve sıfatlarından vazgeçmiş olduğunu bildirir.

Türkiye, [ söz konusu ] bu topraklar ve adalar bakımından, bunların bir başka devlete verilmesi, bağımsızlığı, bu topraklar ya da adalar üzerinde herhangi bir başka rejim kurulması konusunda uygulanmış ya da uygulanacak olan hükümleri [şimdiden] kabul ettiğini ve uygun bulduğunu bildirir.” [5]

Bu maddenin ikinci paragrafı ile Osmanlı Devleti’nin üzerindeki egemenliğini terk ettiği topraklarda ve adalarda (ki buna Kıbrıs adası da dâhil) gelecekte ilhak, bağımsızlık ilânı veya herhangi bir başka rejim kurulması yolunda alınacak kararları Türkiye Cumhuriyeti’nin önceden uygun bulması, kabullenmesi ve tanıması isteniyordu. Yani, bu Madde ile Kıbrıs’ın İngiltere tarafından Yunanistan’a devredilmesine kapı açık bırakılıyordu. [6]

Barış Antlaşması’nın ilk taslağının 16. Maddesi Birinci Komisyon’un 25 Nisan 1923 Çarşamba günü İngiliz Sir Horace Rumbold’un başkanlığında yapılan oturumunda müzakere edilmiştir.

Başkan 16. Madde hakkındaki Türk karşı tekliflerinde ikinci paragrafın çıkartılmış olduğuna işaret etmiş ve Türk heyetine bunun sebeplerini izah etmesi ricasında bulunmuştur.

İsmet Paşa söz almış ve 16 Madde’nin ikinci paragrafının “Türkiye’yi Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan topraklara ilişkin olan ve Türkiye’nin bilmediği hükümleri onaylama ve kabul etme zorunda bıraktığını” söylemiştir. Devamla, “Türkiye’nin ileride kararlaştırılacak hükümleri de kabul etmesi istenmektedir. Açıkça bellidir ki, Türkiye, niteliğini ve kapsamını bilemediği hükümleri kabul etmeği yükümlenemez” demiştir.

Yunan Temsilci İtiraz Ediyor

Söz alan Yunanistan temsilcisi M. Caclamanos, Yunan heyetinin “bu hükmü ülke (toprak) sorunlarına ilişkin esaslı bir hüküm saymakta olduğunu; bu fıkranın metinde olduğu gibi tutulmasını gerektiğini düşündüğünü; çünkü Müttefik Devletlerin, bu toprakların ve adaların kaderine ilişkin olarak ileride konulabilecek hükümlere karışmayacağı konusunda, Türkiye’nin açık ve kesin bir yüküm kabul etmesini istediklerini” ifade etmiştir.

Andlaşma Taslağı Değişiyor

Müzakere sonunda 16. Madde ile ilgili taslak metin değiştirilmiştir.

16. Madde Andlaşma’da şöyle yazılmıştır:

Türkiye, işbu Andlaşma’da belirtilen sınırlar dışında bulunan topraklar üzerindeki ya da bu topraklara ilişkin olarak, her türlü haklarıyla sıfatlarından ve [ Türkiye’nin ] egemenliği işbu Andlaşma’da tanınmış adalardan başka bütün öteki adalar üzerindeki her türlü haklarından ve sıfatlarından vazgeçmiş olduğunu bildirir; bu toprakların ve adaların geleceği [ kaderi ], ilgililerce düzenlenmiştir, ya da düzenlenecektir.

İşbu Madde’nin hükümleri, Türkiye ile sınırdaş olan ülkeler arasında komşuluk durumları yüzünden kararlaştırılmış ya da kararlaştırılacak olan özel hükümlere halel vermez.”

16. Madde’nin Fransızca ve İngilizce metinlerine de aşağıda yer vermekte fayda görüyorum. Çünkü, son günlerde çevremde Kıbrıs konusunda yazı yazıp bu 16. Madde’nin lâfzının, bilhassa “ilgililerce” [by the parties concerned] [par les intéressés] ibaresini ihtiva ettiğini bilmeyenlere rastladım.

[ Article I6. Turkey hereby renounces all rights and title whatsoever over or respecting the territories situated outside the frontiers laid down in the present Treaty and the islands other than those over which her sovereignty is recognised by the said Treaty, the future of these territories and islands being settled or to be settled by the parties concerned.

The provisions of the present Article do not prejudice any specialarrangements arising from neighbourly relations which have been or may be concluded between Turkey and any limitrophe countries.]

[ Article 16. La Turquie déclare renoncer à tous droits et titres, de quelque nature que ce soit, sur ou concernant, les territoires situés au delà des frontières prévues par le présent Traité et sur les îles autres que celles sur lesquelles la souveraineté lui est reconnue par ledit Traité, le sort de ces territoires et îles étant réglé ou à régler par les intéressés.

Les dispositions du présent Article ne portent pas atteinte aux stipulations particulières intervenues ou à intervenir entre la Turquie et les pays limitrophes en raison de leur voisinage.]

Kıbrıs adasının kendisine verilmesi ümit ve beklentisi içinde Lozan Konferansı’na katılmış ve Andlaşmayı imzalamış olan Yunanistan Antlaşma’nın Kıbrıs’ın İngiltere’nin egemenliği altına konulmasına ilişkin maddesi hakkında herhangi bir çekince beyan etmiş değildir. Böylece Yunanistan anılan maddeyi olduğu gibi bütün sonuçlarıyla kabul etmiş olmaktadır.

16. Madde’nin ilk yazım biçimini İsmet Paşa kabul etmiş olsaydı, Türkiye gelecekte Kıbrıs konusu hakkında hiçbir söz hakkına sahip olamayacaktı.

Türkiye’nin Lozan’da Kıbrıs’ın Türkiye’ye verilmesi üzerinde durmamış olmasını akılcı ve gerçekçi bir stratejinin icabı olarak değerlendiriyorum.

Bir kere, Kıbrıs adası 1878’den itibaren İngiltere’nin işgali altındaydı. 1914’de de ilhak ettiğini açıklamıştı. TBMM Hükûmeti Lozan’da Kıbrıs’ı egemenliği altına alma konusunda ısrarlı davransaydı, bu iddiasının arkasında gerektiğinde Kıbrıs’a askerî müdahalede bulunabilmesini mümkün kılacak bir askerî gücün bulunması gerekirdi. Bundan mahrum durumdaydı. O günlerde mevcut uluslararası güç dengeleri karşısında İngiltere’nin Kıbrıs adası üzerinde 1878’de elde etmiş olduğu fiilî hâkimiyetinden Lozan’da diplomasi masasında Türkiye lehine vazgeçmesi beklenemezdi.

İkincisi, Ankara Lozan’da Kıbrıs için İngiltere ile ipleri germiş olsaydı, bundan, Ada’nın kendisine verilmesi beklentisi yüksek olan Yunanistan’ın istifade etmesi ihtimaller dahiline girebilirdi.

Üçüncüsü, TBMM Hükûmeti’nin Lozan Konferansı için belirlediği temel hedef olan tam bağımsız ve egemen Türk Devleti’nin yaratılması için gerekli barış anlaşmasının ortaya çıkması tehlikeye düşebilirdi.

İsmet Paşa, Kıbrıs adasına İngiltere’nin egemenliği altında Yunanistan’ın da kabul etmek durumunda kaldığı bir statü kazandırmıştır. Bu suretle Yunanistan’ın Ada ile ilgili olabilecek talepleri bakımından İngiltere ile karşı karşıya kalmasını sağlamıştır.

İsmet Paşa’nın Konferans’ta değiştirilmesini ve yeniden kaleme alınmasını temin ettiği Andlaşma’nın 16. Maddesi, ileride Kıbrıs’ın statüsü hakkında yeniden bir karar alınması ihtiyacı ortaya çıktığı zaman Türkiye’nin “ilgili” devlet olarak görüşme masasına oturmasına kapıyı açan bir içeriğe sahip kılınmıştır.

Kıbrıs konusunun 30 yıl kadar sonra gösterdiği gelişme seyri, bu olguyu teyit eder mahiyette olmuştur.

Kıbrıs Adası’nın Türkiye İçin Artan Önemi

Doğu Akdeniz havzasında Kıbrıs adasının mesafe olarak en yakın olduğu ülke Türkiye’dir.

Bu coğrafî özelliğin Türkiye bakımından anlamını İngiltere'nin BM nezdindeki Daimî Temsilcisi Büyükelçi Selwyn Lloyd BM Genel Kurulu’nda 24 Eylül 1954 günü yaptığı konuşmada şöyle dile getirmiştir:

Kıbrıs coğrafî bakımdan Anadolu’nun bir parçasıdır ve orada 100.000 kişilik Müslüman – Türk kitlesi de oturmaktadır. Kıbrıs tarihte hiçbir zaman Yunanistan’a ait olmamıştır. Ada’da yaşayan mütecanis Türk kitlesi kendi müftüsü ve vakıflarıyla Türkiye’ye ırkî ve kültürel bağlarla bağlıdırlar. Ada’nın ekonomisinde önemli rol oynamaktadırlar..." [7]

Kıbrıs adası Türkiye'nin dış güvenlik kuşağının en önemli diliminde, cephesinde yer almaktadır. Bu güvenlik kuşağı Doğu’da başlayıp Irak ve Suriye ile olan kara hudut çizgimiz boyunca uzanarak Akdeniz’e ulaşmaktadır. Doğu Akdeniz’de KKTC topraklarıyla birleşip Batı’da Ege’ye doğru uzanmaktadır.

Türkiye’nin Akdeniz kıyılarımızdan açık denizlere çıkması imkânının engellenmesinin önlenmesi bakımından da Kıbrıs adası bizim için önemlidir.

Türkiye'yi hedef alan terörist unsurların belkemiğini oluşturduğu Akdeniz'e de çıkışı olan yuvalanmalarla, devlet yapılanmaları teşebbüsleriyle ülkemizin güney kara sınırlarımız boyunca kuşatılmasının önlenmesinin ne kadar önemli olduğunu vurgulamağa lüzum yoktur. Aynı şekilde, İskenderun Körfezi'nden Batı'ya doğru uzanan kıyı şeridimizin Kıbrıs adasından kaynaklanacak tehdit ve tehlikelerden uzak tutulması da millî güvenliğimiz ve savunmamız bakımından o kadar önemli ve hayatîdir. Bu konu değerlendirilirken güvenliğin bir bütün olduğu; yer ve zaman itibariyle bölünmeye gelemeyeceği gerçeği dikkate alınmalıdır.

Kıbrıs’taki “fiilî” ve “etkin” mevcudiyetimiz zafiyete uğradığı takdirde, güney kara hududumuz boyunca oluşturulan terör kuşağını parçalamak için sürdürdüğümüz çabalarımız boşa gitmiş olacaktır. Böyle bir durumda Türkiye'nin ulusal güvenliğinin askerî, ekonomik, enerji, çevre, vs. gibi bütün veçheleri için büyük tehlikeler doğacağını belirtmeğe lüzum yoktur.

Kıbrıs adasının terör üretmeye müsait, Kıbrıslı Rumların da buna yatkın olduklarını uluslararası toplum son yüzyıl içinde görmüş bulunmaktadır.

Ada’da İngiltere’nin yönetimi döneminde Rumlar Ortodoks Kilisesi’nin de tahrik ve teşvikleriyle 1931’de enosis için yaptıkları bir toplu gösteri yürüyüşünde İngiliz Vali’nin ikametgâhını ateşe vermişlerdir.

Kıbrıs sorununun, 1950'lerde Ada'da egemen olan İngiltere'ye ve sonra Kıbrıslı soydaşlarımıza karşı EOKA terör çetesinin yürüttüğü faaliyetler, gerçekleştirdikleri eylemler sonucunda uluslararası camianın dikkat alanına girmiş olduğu unutulmamalıdır. EOKA Kıbrıs adasının Yunanistan'a bağlanması için mücadele etmek üzere Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan tarafından Yunan generali Grivas'ın komutasında 1955 yılında kurulmuştur. Gerilla savaş yöntemlerini uygulamıştır.

Kıbrıs’ta 1963 Noel’inin tarihe "Kanlı Noel" olarak geçmesine sebep olan katliamın failleri EOKA teröristleridir. AKRİTAS plânı bir terörizm eylem plânıdır. Bu Plan’a göre Kıbrıs Türk halkına karşı EOKA tarafından “etnik temizlik” uygulanmasına girişilmiştir.

Kıbrıs’taki 15 Temmuz 1974 darbesiyle Cumhurbaşkanı ilân edilen Nicos Sampson da ünlü bir EOKA teröristiydi.

Rum teröristler 19 Ağustos 1974'de ABD'nin Lefkoşa Büyükelçisi Rodeger Paul Davies'i Ada'da katletmişlerdir.

ASALA teröristlerinin Türk diplomatlarını haince katleden eylemleri Rum yönetimi tarafından kınanmış değildir.

Kıbrıs Rum Yönetimi PKK teröristlerine destek vermekte ve onlarla işbirliği yapmakta beis görmemişlerdir.

Terörist başı Öcalan 1999'daki Yunanistan Dışişleri Bakanı Theodoros Pangalos’tan himaye görmüştür. Pangalos, terörist başının Yunanistan'ın Nairobi Büyükelçiliği'nde koruma altına alınmasını sağlamıştır. Öcalan orada yakalanıp Türk güvenlik güçlerince 15 Şubat 1999'da Türkiye'ye getirildiği zaman üzerinden Lazaros Mavros adına düzenlenmiş bir "Kıbrıs Cumhuriyeti" pasaportu çıkmıştır.

Rum Yönetimi’nin S-300 füzelerini Güney Kıbrıs’a yerleştirmesine ilişkin olarak yaşanan gerginlikler de bilenmektedir.

Türkiye’nin Enerji Terminali Rolü Açısından Ada’nın Önemi

1980’li yılların sonunda uluslararası plânda başlayan hızlı değişiklikler, oluşan yeni dengeler içinde Türkiye Avrasya’nın enerji terminali rolünü oynama şansını elde etmiştir. GAP, bölgede 21. Yüzyılın içinde yapılan veya yapıldığı iddia edilen hidrokarbon keşifleri ve enerji boru hatları projeleri sebebiyle özellikle İskenderun Körfezi’nin Türkiye için önemi giderek daha da artmıştır. İskenderun Körfezi’nin gereken ölçüde artacak güvenliğinin sağlanması ve kontrol altında tutulabilmesi gibi açılardan da Kıbrıs adasının tamamının Türkiye’ye hasım güç ve odakların hakimiyeti altına girmemesi gerekmektedir. Bu husus, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de denizaltı servetlerinin çıkarılması ve ülke ekonomisine katılmasında kendi hak ve hukukunu, yetki alanlarını etkili biçimde koruyabilmesi, kendi hakkı olanları tam olarak alabilmesi açılarından da önem taşımaktadır.

Ayrıca Kıbrıs’taki soydaşlarımızın huzur ve güvenlik içinde yaşayabilmelerini teminen Kıbrıs Adasının Türkiye’nin doğrudan fiilî, hukukî ve siyasî nüfuzu ve etkisi altında bulunması hayatî önem taşımaktadır.

Bu bağlamda KKTC’nin bağımsız ve egemen varlığının önemi fevkalâde büyüktür.

Kıbrıs Türk Varlığı Açısından Kıbrıs’ın Türkiye İçin Önemi

Kıbrıs adasıyla ve orada yaşayan Kıbrıs Türk halkıyla olan tarihî, ahdî, etnik, dinî, kültürel bağlarımız, Türkiye’nin Kıbrıs adasına gösterdiği yakın ve aktif ilginin ana sebeplerinden biridir. Bu gerçek Devlet’in resmî şahsiyetlerinin Kıbrıs konusundaki demeçlerinde, Hükûmet programlarında sürekli olarak vurgulanmıştır.

Örneğin, 1954 yılında Muhalefet Lideri İsmet İnönü, Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki amaçlarından biri olarak “Kıbrıs'taki soydaşlarımızın insan haklarına mazhar olarak emniyet içinde yaşamalarını ve milliyetlerini muhafaza etmelerini” zikretmiştir.

Dışişleri Bakan Fatin Rüştü Zorlu 1959 yılında Dışişleri Bakanlığı Bütçesi TBMM’de görüşülürken Kıbrıs konusunun Türkiye bakımından öneminin üç sebeplerinden biri olarak “Kıbrıs'taki Türk cemaatinin inkişafının (gelişmesinin) önlenmemesini ve onun Adada bir ekalliyet (azınlık) muamelesine tâbi tutulmamasını” zikretmiştir. [8]

Başbakan Menderes de çeşitli konuşmalarında Kıbrıs konusunda güdülen amaçlar meyanında “adadaki Türk cemaatinin istikbalinin (geleceğinin) ve inkişafının (gelişiminin) korunmasını[9] saymıştır.

Kıbrıs Barış Harekâtımızın başladığı gün olağanüstü toplanan TBMM’de dönemin Muhalefet Lideri Süleyman Demirel yaptığı konuşmada, Millî Kıbrıs Davamız içinde Ada’daki Türk varlığının önemini şu sözlerle vurgulamıştır:

Bugün bir Kıbrıs davası hâlâ elimizde var ise, olabilmiş ise, bir Kıbrıs davasında tutacak bir yerimiz, önemli tutacak bir yerimiz var ise, Kıbrıs'a Osmanlı İmparatorluğu'nun aslında Anadolu'nun tabiî bir uzantısı olan bu adaya 1570'de götürüp bıraktığı, 300 sene sonra 1878'de terk edip geldiği Türk Milletinin asil evladı, orada bayrak için ve Büyük Türk Topluluğu için şecaat ve kahramanlık göstermiş; 450.000 Rum'un içerisinde 73 ayrı yerde dağınık bir şekilde olmalarına rağmen, ölmüşler, işkence görmüşler, açlığa tabi tutulmuşlar ve bunların çok büyük bir kısmı da Kıbrıs Anayasası'nın mer'i olduğu zamanda olmuş, bunların büyük kısmını da yaptıran Arşövek Makarios'tur; öyle olmuş, ama Türk varlığını muhafaza etmekte hayatiyet gösterebilmişlerdir....” [10]

Devlet Adamlarımızın Kıbrıs’ın Önemine Dair Sözleri:

Atatürk’ün 1930’lu yıllarda Türkiye’nin güney bölgelerinde düzenlenen bir askerî tatbikatta yapılan bir durum değerlendirmesinde, Kıbrıs Adası’nın Türkiye için olan değerini ve önemini “Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece, Türkiye’nin ikmâl yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu Ada bizim için çok önemlidir” sözleriyle dile getirdiği ciddi kaynaklarda kayıtlıdır.[11]

Atatürk’ten sonra da on yıllar boyunca çeşitli devlet adamlarımız Kıbrıs adasının Türkiye'nin millî güvenliği, millî çıkarları ve Kıbrıs'taki Türk varlığının mukadderatı açısından olan önemini vurgulayan beyanlarda bulunmuşlardır. Bu beyanlardan alıntıları aşağıya kaydediyorum:

İsmet İnönü [1954 - Muhalefet Lideri, CHP Genel Başkanı]: “….Yunanlılar ile dostluk ve ittifak münasebetleri içinde bulunmamız, bizi Kıbrıs meselesinde ihtiyatsız olmağa sevkedemez. Kıbrıs’taki Türklerin mukadderatını ve Ada’nın vatan bütünlüğü için büyük stratejik ehemmiyetini ihmal etmemizi hiçbir insaflı dost bizden isteyemez. Kıbrıs bizim için de hayatî ehemmiyeti haizdir…” [12]

Adnan Menderes [1955 – Başbakan]: “…Şurasının herkesçe açık biçimde bilinmesi lâzım gelir ki, Türkiye sahillerinin büyük bir kısmı, başka devlete ait olan tarassut (gözetleme) ve tehdit palangalarıyla muhat (kuşatılmış) bulunuyor. Bir Kıbrıs sahası bugün salim (sağlam) görünüyor. Bu bakımdan Kıbrıs Anadolu’nun bir devamından ibarettir ve onun emniyetinin esas noktalarından biridir….” [13]

Fatin Rüştü Zorlu [1955 – Dışişleri Bakanı]: “…Türkiye’nin bir harp vukuunda müdafaa kuvvet ve kudretinin idamesini Kıbrıs’ı hesaba katmaksızın düşünmek bile imkânsızdır.....Kıbrıs adası askerî bakımdan Türkiye’nin kendisinin ve Türkiye’nin civarındaki doğu memleketlerinin akıbetiyle Türkiye kadar yakından ilgili bir devletin elinde bulunmak zorundadır….Bir harp halinde Türkiye’nin savunma gücünün hariçten beslenmesi ancak Akdeniz’deki batı ve güney limanları vasıtasıyla olabilir…. Türkiye’nin batı limanları….muhtemel düşmanın kuvvetli tesir sahasına dahil bulunmaktadır ve Türkiye bir harp halinde ancak güney limanları vasıtasıyla beslenebilir. İkinci cihan harbinde bu vaziyet bütün açıklığıyla meydana çıkmıştır….. Eğer Ada’nın hakimi aynı zamanda batıdaki adaların da hakimi olursa Türkiye’yi fiilen kuşatmış olacaktır….. Hiçbir memleket bütün emniyetini, ne kadar dost ve müttefik olursa olsun, tek bir devlete bağlayamaz...[14]

Süleyman Demirel [1967 – Başbakan]: "...Türkiye'nin Ada üzerindeki tarihî hakları ve Adanın Türkiye'nin güvenliği bakımından önemi de, meseleye çözüm yolu ararken daima göz önünde bulundurduğumuz bir husustur...” [15]

 

Fahri Korutürk [Cumhurbaşkanı]: ''Kıbrıs adası, Türkiye'nin denizlere açık bir ülke olmasını engelleyecek bir konumdadır.'' [16]

 

Bülent Ecevit [1992 – Milletvekili, DSP Genel Başkanı]: "....Bundan 390 yıl önce, Ünlü İngiliz oyun yazarı Shakespeare, Othello adlı piyesinde, bir politikacının ağzından, Kıbrıs'ın, Türkiye için stratejik önemini vurguluyordu ve 'Türk, kendini öncelikle ilgilendiren bir konuyu gerilere itecek kadar idraksiz değildir' diyordu. Shakespeare'den 390 yıl sonra, Türkiye'yi yönetenlerin, Kıbrıs'ı, Türkiye için bir yük ve engel gibi görmek idraksizliğini sürdürmeyeceklerini umarım..." [17]

 

Necmettin Erbakan [1992 – Milletvekili, RP Genel Başkanı]: "...Kıbrıs, bizim için en hayatî ehemmiyeti haiz bir yer; güvenliğimiz buna bağlı..." [18]

 

Alpaslan Türkeş [1992 – Milletvekili, MÇP Genel Başkanı]: “Kıbrıs Adası,…Türkiye'nin güvenliğiyle çok yakından ilgilidir… Hükümetlerimiz…Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni bağımsız bir cumhuriyet olarak yaşatmayı hedef almalıdır. Bu, milletimize yeni imkânlar açacaktır..." [19]

 

Bülent Ecevit [1997 – Milletvekili, DSP genel Başkanı]: “…Bir ortaokul haritasını açıp bakan herkes Kıbrıs'ın Türkiye için stratejik açıdan ne kadar önemli bir yer tuttuğunu gözleriyle görebilir. Güney kıyılarımızın güvenliği; İskenderun, Mersin Limanlarının güvenliği; petrol boru hatlarının ve ileride yapılacak petrol ve doğalgaz boru hatlarının güvenliği bakımından, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Türk askerî varlığının sürmesi, evvela o Cumhuriyet’in sürmesi ve -o Cumhuriyet ebediyen yaşayacaktır inşallah- o Cumhuriyet’te de Türk askerî varlığının ebediyen kalması -her şeyden önce Türkiye'nin kendi güvenliği için- koşuldur." [20]

Hükûmet Programı [30.06.1997-11.01.1999 - Mesut Yılmaz Koalisyon Hükûmeti, ANAP-DSP-DTP-Bağımsızlar]: "...Ulusal davamız olan Kıbrıs konusunda antlaşmalardan kaynaklanan hak ve sorumluluklarımıza sahip çıkarak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni her alanda desteklemeye devam edeceğiz. Hükümetimiz, Kıbrıs’ın yalnız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için değil, doğrudan doğruya Türkiye’nin güvenliği açısından da yaşamsal önem taşıdığının ve bu önemin arttığının bilincindedir. Ayrıca, Hükümetimiz, Ege’de yaşamsal çıkarlarımızı ilgilendiren konuların karşılıklı anlayış ve yapıcı ve barışçı bir diyalog ile çözülmesi gerektiğine inanmaktadır…" [21]

Abdullah Gül [1997 - Devlet Bakanı]: “…Kıbrıs'ın güvenliği Türkiye için vazgeçilmez bir koşuldur, Mersin'in, Sinop'un, Edirne'nin, Kars'ın güvenliği neyse, Kıbrıs'ın güvenliği de Türkiye için aynı şekildedir. (RP, DYP ve ANAP sıralarından alkışlar) Türkiye bunu, gerektiğinde, fiilen de göstermekten hiçbir zaman geri kalmamıştır, bunu, bütün dünya da bilmektedir…" [22]

Sonuç

Sadece haritaya bir göz atmak Kıbrıs adasının Anadolu yarımadasından kopma ve onun doğal uzantısı bir kara parçası olduğunu ortaya koymaktadır. Kıbrıs adası Türkiye’nin kıyılarından sadece 70 km mesafededir. Ankara’dan geçen 32° 50' doğu boylamının doğusunda kalmaktadır.

Mevcut bütün tarihî, coğrafî, ırkî, dil, din, kültür, ahdî bağlara ve yakınlık faktörlerine rağmen Türkiye ve KKTC Ada’da var olan iki Devlet’in yan yana barış içinde yaşamasından yana bir tutum ve politika izlemektedir. Bu gerçek bölgede âdil ve kalıcı barışın sağlanması için bir fırsattır.

Kıbrıs’ta iki halk arasındaki ayrılığa yol açan gelişmelere Kıbrıs Türk halkı değil, Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan sebep olmuştur.

Ada’daki 1963’deki “Kanlı Noel’i” ve 1974’deki “darbeyi” gerçekleştirenler Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlardır. Makarios 19 Temmuz 1974 günü BMGK’de yaptığı konuşmada [23] oldukça açık sözlü davranmıştır. Tarihe silinmez notlar düşmüştür.

Yunanistan Başbakanlarından Andreas Papandreou’nun hatıratında [24] ayrıntılarıyla anlattığı olaylar gerçekleri ortaya koymaktadır.

24 Nisan 2004’de Federal çözümü ve federal bir devlet olarak AB’ne katılmayı reddedenler Kıbrıs Türk halkı değil, Kıbrıslı Rumlar olmuştur.

O zamanki BMGS Kofi Annan Rumların “sadece bir taslağı, metni değil çözümün kendisini reddettiklerini” açıklamıştır.

KKTC’nin “egemen eşitlik temelinde iki devletli çözüm” yaklaşımı, Rum basınında “Hakikatin Hizmetkârı” olarak adlandırılan GKRY’nin eski Dışişleri Bakanı müteveffa Nicos Rolandis’in hazırladığı şimdi Rumların pişmanlıkla aradığı meşhur “kaçırılan fırsatlar” listesini [25] sürdürenler olursa, o listeye girmeden barış için değerlendirilmesi temennimizdir.

[1] George HILL, A History Of Cyprus, Cilt: 1, Cambridge University Press, 1952 (Dijital baskı 2010), ISBN 978-1-108-02062-6, s. 1.

[2] Hasan Âli YÜCEL, Kıbrıs Mektupları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara – 1957, s. 8.

[3] David HANNAY, CYPRUS, The Search for a solution, I.B. Tauris, 2005, 2007, s. 2.

[4] George HILL, a.g.e., Cilt 4, ), ISBN 978-1-108-02065-7, s. 521 – 522.

[5] Seha L. MERAY, a.g.e., No. 300, Tutanaklar Belgeler, Takım I, Cilt 1, Kitap 2, s. 57 – 58.

[6] Bknz. Murat SARICA/ Erdoğan TEZİÇ/ Özer ESKİYURT, Kıbrıs Sorunu, İstanbul Üniversitesi Yayınlarından, No.2071, Fakülteler Matbaası, 1975, s. 5 – 7.

[7] A/PV.477, 24 Eylül 1954, Selvwyn LLOYD sonradan 1955-60 arasında İngiltere Dışişleri Bakanı olarak görev yapmıştır.

[8] TBMM Zabıt Ceridesi, 28 Şubat 1959 Cumartesi, Devre: XI, Cilt: 7, İçtima: 2,

[9] https://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP23.htm

[10] TBMM Tutanak Dergisi (Gizli Oturum), 20 Temmuz 1974, s. 36 – 38.

[11] [11] Prof. Dr. M. Derviş MANİZADE, 65 Yıl Boyunca Kıbrıs, Kıbrıs Türk Kültür Derneği (İstanbul Şubesi)   Yayınları, No.9, Mart 1993, s. 75

 Yalçın BAYER, Atatürk’ün Kıbrıs vasiyeti, Hürriyet Gazetesi, 5 Mart 2002.

[12] CUMHURİYET GAZETESİ, 2 9 Ağustos 1954, s. 1 - 6.

[13] CUMHURİYET GAZETESİ, 25 Ağustos 1955, s. 1 - 7

[14] AYIN TARİHİ, 1 Eylül 1955.

[15] CUMHURİYET GAZETESİ, 13 Eylül 1967, s. 1 - 7; MİLLİYET Gazetesi, 13 Eylül 1967, s. 1

[16] 6. Cumhurbaşkanı Sayın Fahri Korutürk'ün bu sözlerini Sayın Rauf Denktaş nakletmektedir. Örneğin, Sayın  Rauf Denktaş'ın 15 Nisan 2004 Perşembe günü TBMM'nin 74. Birleşimindeki nutku.

[17] TBMM Tutanak Dergisi, 25 Ağustos 1992 Salı, Dönem: 19, Yasama Yılı : 1, 94. Birleşim (Olağanüstü).

[18] Ibid

[19] Ibid

[20] Ibid

[21] https://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP55.htm

[22] Ibid

[23] S/PV.1780

[24] Andreas PAPANDREOU, Democracy at Gunpoint: The Greek Front, DOUBLEDAY&COMPANY, INC., GARDEN CITY, NEW YORK, 1979, s.132.

Türkçesi: Namlunun Ucundaki Demokrasi, Semih KORAY, Mehmet Emin YILDIRIM, Bilgi Yayınları, İkinci Basım Ekim 1988, s.163-164.

[25] Rejecting something good to run after 'something better' | Cyprus Mail (cyprus-mail.com)

Yorumlar