1829-30’da kuruluşundan itibaren Yunanistan, Kıbrıs adasını egemenliği altına alma, Yunanca “enosis” , yani “birleşme" ilân etme emeli gütmüş; bu yönde politika izlemiştir. Kıbrıs Türk halkı ve Türkiye buna izin vermemiştir.
16 Ağustos 1960 tarihinde Lefkoşa’da imza edilen Antlaşmalara göre Türkiye, Yunanistan ve İngiltere Kıbrıs adasında sağlanan barışın teminatçısı, “garantörü” olmuşlardır. Türkiye ve Yunanistan Ada’da belirli sayıda asker bulundurma; İngiltere de kendi egemenliği altındaki iki askerî üssü aynı statüde devam ettirme haklarını elde etmişlerdir.
Bütün dünya 15 Temmuz 1974 sabahının erken saatlerinde Kıbrıs adasında Yunanistan’ın şiddete dayalı oldu-bitti yoluyla “enosis’i” gerçekleştirme, yani Ada’yı Yunanistan ile birleştirme, Yunanistan’ın egemenliğini Kıbrıs’a yayma teşebbüsüne tanık olmuştur.
1960 Antlaşmalarına göre Ada’da konuşlanmış olan 950 askerden oluşan Yunan alayı “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı” Başpiskopos Makarios’a karşı bir darbe yapmış ve yerine Kıbrıs Türk halkına karşı işlenen çeşitli cinayetlerin faili Sampson isimli bir katili Cumhurbaşkanı tayin etmiştir. Sampson derhal “enosis” ilân etmiştir.
Kıbrıs’ta Makarios ve Yunanistan’da o zaman 1967’den itibaren ülkeyi yönetmekte olan askerî cunta aslında “enosis” hedefinde birleşmekteydiler.
Ancak, o dönemlerde siyasî açıdan güçlü olan “Bağlantısızlık Hareketiyle” ve Sovyetler Birliği’yle dayanışma içinde bulunan ve komünist ideolojiye sahip Rum AKEL Partisi’nden de destek alan Makarios, Komünistlere karşı tavır almış olan Yunan askerî cuntasının “enosis”i gerçekleştirmek suretiyle Elen ulusunun nazarında prestij kazanmasından endişe etmekteydi. Bu ihtimali kendi iktidarı için tehlikeli bulmaktaydı. Bu sebeple “enosis” için atılacak nihai adımın zamana bırakılmasını; uygun bir uluslararası konjonktürde gerçekleştirilmesini tercih ediyordu.
Makarios’un gerçek niyetini anlayan Yunan askerî Cuntası, ön alarak Makarios’a karşı biraz önce zikrettiğim askerî darbeyi gerçekleştirmiştir.
Makarios darbeden kurtulmayı ve Baf’a kaçmayı başarmıştır. Oradan İngilizlere ait bir helikopterle alınmış ve Londra’ya geçmesi sağlanmıştır. 19 Temmuz 1974 günü Londra’dan New York’a geçen Makarios, aynı gün BM Güvenlik Konseyi’nde konuşma yapmıştır.
Makarios, konuşmasında Yunanistan’ı “istilacılık ve işgalcilikle” suçlamıştır. “Yunanistan’ın giriştiği darbe sonucunda Ada’da meydana gelen durumda sadece Rumların değil, Kıbrıslı Türklerin de hayatlarının tehlikeye girdiğini” beyan etmiştir.
Makarios, “…bize Türkiye’den gelebilecek bir tehlikenin ölçüsünün Yunanistan’dan yönelebilecek tehlikeden çok daha küçük olduğunu hep düşünmüşümdür. Korkularımda haklı olduğum böylece ispatlanmış olmaktadır…. (Darbede) ölenlerin sayısı yüksektir ve ağır maddî kayba uğramış bulunuyoruz. Darbe Kıbrıslı Rumları iç sorunu olarak değerlendirilebilecek koşullarda gerçekleşmiş değildir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının ve egemenliğinin bariz biçimde ihlâl edildiği bir dış saldırı ve istilâ olayıdır” şeklinde ifadeler kullanmıştır.”
BMGK toplantısında söz alan Yunanistan Temsilcisi de Makarios’a karşı ağır ithamlarda bulunarak şunları söylemiştir:
“Makarios Zürih’te ortaya çıkan anayasanın 13 hükmünü tadil etme teşebbüsünde bulunmak suretiyle 1963 Aralık ayında feci çatışmaların ortaya çıkmasına ve böylece Ada’nın yeşil hat boyunca fiilen bölünmesine sebep olmuştur… Makarios tutarsız kişiliği sebebiyle, bir taraftan bağımsızlığı desteklerdi, diğer taraftan da ne zaman popülaritesinde bir azalma hissetse mütevazı Kıbrıs halkını ENOSIS çağrısı yaparak kandırmaktan çekinmezdi…1971 Aralık sonuna kadar (BMGS) U Thant’ın görüşmelerin (Türkiye ve Yunanistan’ın katılımlarıyla) genişletilmesi önerisine, Makarios Yunanistan’ın Kıbrıs’ı satmak için Türkiye ile gizli bir anlaşma yaptığı saplantısıyla, karşı çıkmıştır.”
Darbe üzerine, başta BMGS ve Güvenlik Konseyi olmak üzere, ABD, İngiltere ve diğer güçler, Ada’da vukubulan Yunan darbesinin sebep olduğu krizin diplomasi yoluyla giderilmesi için ısrarlı çağrıda bulunmaya başlamışlardır. Ancak, BMGK’de derhal bir karar alarak Yunanistan’ın yaptığı darbeyi kınama; faillerinin cezalandırılmasını ve Kıbrıs Türk halkının Ada’daki eşit ortaklık hakkına saygı gösterilmesini ve güvenliklerinin 1960 Anlaşmaları çerçevesinde korunmasını isteme cihetine gitmemişlerdir.
Yunanistan’ın attığı bu pervasız adım sonucunda Türkiye ile Yunanistan arasında 1960 Antlaşmalarıyla Kıbrıs adası bakımından kurulmuş olan hassas stratejik denge ortadan kalkmaktaydı.
Kıbrıs “Millî Davamızda” bir kavşak noktasına gelinmişti: Ya Kıbrıs’ın bir Yunan Adası haline getirilmesi teşebbüsüne göz yumulacaktı veya kararlılıkla davranılarak Yunan oldubittisi sonuçsuz bırakılacaktı.
İkinci yol, aynı zamanda, 1963 Aralık ayından sonra yaşanan Kıbrıslı Türklere yönelik soykırım teşebbüslerinin tekrarlanmasının mümkün olamayacağı koşulların Ada’da temelli biçimde yaratılmasını da gerekli kılmaktaydı.
Türkiye Yunanistan’ın gerçekleştirmek istediği oldu-bitti karşısında sesiz ve hareketsiz kalmamıştır. O dönemde Türkiye’de CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in Başbakan, MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın Başbakan Yardımcısı olduğu koalisyon hükûmeti iş başındaydı. Hükûmetimiz hızlı hareket etmeği ve karar almayı başarmıştır. Kıbrıs’la ilgili 1960 Andlaşmalarının Türkiye’ye verdiği hak ve yetkileri kullanmak suretiyle Ada’ya askeri müdahalede bulunma kararı almıştır.
1950’li yıllarda bir tugayla Kore savaşlarına katılmış olmaktan başka İstiklâl Savaşımızdan sonra 1974 yılına kadar sınır ötesi ve deniz aşırı bir savaş ve özellikle bir adaya çıkarma harekâtı yapmamış olan Türk Silâhlı Kuvvetleri, 4 gün gibi kısa bir süre içinde bütün hazırlıklarını, harekât plânlarını tamamlamıştır. Şanlı ve Kahraman Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin kara, hava ve deniz unsurları 20 Temmuz 1974 Cumartesi sabahı tarihe “Kıbrıs Barış Harekâtı” olarak geçmiş bulunan çıkarma ve indirme harekâtına başlamıştır. Kısa sürede ilk hedeflerine ulaşmıştır.
Türkiye 1960 Antlaşmalarından doğan askerî müdahale hakkını ve yetkisini kullanırken bir harbin her türlü olumsuz sonuçlarını da göze almıştır. Sonunda tarihî bir askerî zafer kazanmıştır. Türkiye bu askerî zaferini diplomasi alanındaki başarısıyla da pekiştirmek zorundadır. Türkiye askerî harekâtında başarısız kalsaydı, uluslararası toplumun Rum yanlısı belli başlı aktörlerinin, Türkiye’yi cezalandırmak için Sevr’i hortlatıp uygulanmasına tevessül etmiş olacaklarını dahi ihtimal dışı tutamıyorum.
Şimdi bazılarına abartılı olarak gelebilecek bu faraziyemin, Barış Harekâtımızdan sonra ABD’nin müttefiki olan Türkiye’ye 1975-78 arasında 3,5 yıl süreyle silâh ambargosu uygulamış olduğu vakıası karşısında zeminden yoksun olmadığını düşünüyorum.
Türkiye o dönemde içeride yaşadığı ciddî siyasî ve ekonomik sıkıntılara ve ağır dış baskılara rağmen Kıbrıs konusunda özde hiçbir ödün vermemiştir.
Kıbrıs’taki Yunan “enosis” teşebbüsü Millet’imizi Millî Dava etrafında kenetlemiştir. Türkiye’de bütün Siyasî Partiler, İktidar ve Muhalefet, Millî bir şuurla Millî Davaya destek noktasında birleşmiştir.
Gerçekten de, Barış Harekâtımızın başladığı 20 Temmuz 1974 Cumartesi günü TBMM birleşik olarak (Senato ve Millet Meclisi) olağanüstü toplanmıştır.
Gizli celse halinde cereyan eden toplantıda Adalet Partisi Grubu adına Genel Başkan ve Muhalefet Lideri Süleyman Demirel söz almıştır. Demirel, iç siyasette rakipleri Ecevit ve Erbakan’ın verdikleri kararla TSK tarafından icrasına başlanmış olan Harekât hakkındaki konuşmasına TBMM'nin millî meselelerde Türkiye'nin güçlükleri, zor ve çetin sorunları göğüslemede nasıl tek bir kalp gibi atması lazım geldiğini gösterme fırsatını elde ettiğine işaret ederek başlamıştır. TBMM'nin millî meseleler karşısında bütün iç çekişmelerini bir kenara atıp, cihan âleme karşı tek vücut halinde hareket etmesinin, aynı zamanda, Milletimizin de millî meseleler karşısında yekvücut olduğunun kanıtını oluşturacağını vurgulamıştır.
Devamla, "Kıbrıs davası, aslında Türkiye için ne bir toprak davasıdır ne de sadece Kıbrıs'ta yaşayan 150 bin soydaşımızın güvenliği davasıdır. Bunları çok aşan bir davadır" dedikten sonra Kıbrıs davasının "1829'da Mora yarımadasından başlayarak hep Osmanlı İmparatorluğu aleyhine büyüyerek gelen Elen idealizmine, megali idea'ya 'dur' deme davası" olduğunu söylemiştir.
Süleyman Demirel sözlerini bitirirken şu ifadeleri de dile getirmiştir:
“......Ada’da bir yeni nizam kurulacaktır, bir yeni nizam kaçınılmazdır. Binaenaleyh, Türkiye bugün 1960 Kıbrıs Devleti'ne hayatiyet veren Anlaşmaların şartlan içerisinde de kalamaz. Binaenaleyh, bu yeni nizamı kurarken, fevkalade dikkatli davranılması gereğine ve böyle büyük hadiselerin sık sık meydana gelmemesi için, masa başına güçle oturulduğu inşallah nasip olacaktır ve bu gücün gereği olan bir yeni nizamın kurulmasına azami dikkati sarf etmemiz gerekecektir.
...... Konu üzerinde söylenecek sözler geride kalmıştır. Bugün sabahtan itibaren konu üzerinde yeni bir dönem açılmıştır. Konu üzerinde şu veya bu denebilir. Bugün denecek tek bir şey vardır:
......Bu ülkenin çocukları, Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşları, bugün tek kalp halinde. Yüce Milletimizin değerli varlığı, Türk tarihinin şanlı sayfalarını yazan, Türk Milletinin özü, hamaset ve vatanperverlik dolu, kahramanlık dolu Türk Silahlı Kuvvetlerinin gün batmadan başarıya ulaşmasını temenni etmek, hepimizin en büyük emelidir.
Cenabı Allah'ın milletimizi, devletimizi, onun mümessillerini, Türk Silâhlı Kuvvetlerini başarıya ulaştırmasını ve Milletimizi daima başı dik millet olarak tutmasını niyaz ediyor, hepinize saygılarımı sunuyorum.”
Görüleceği üzere, TBMM’de AP, CHP, CGP, MSP sıralarından coşkuyla alkışlanan Süleyman Demirel konuşmasında Türk Milleti'nin "millî dava" hakkındaki duygu, düşünce ve heyecanı en veciz ifadelerle ortaya koymakla kalmamış, aynı zamanda ve Kıbrıs konusunun geleceği hakkında 20 Temmuz 1974 günü tarihe çok isabetli ve günümüzde de yol gösterecek değerde notlar düşmüştür.
Demirel’in özellikle "Ada'da bir yeni nizam kurulacaktır, bir yeni nizam kaçınılmazdır. ....Türkiye bugün 1960 Kıbrıs Devleti'ne hayatiyet veren Anlaşmaların şartlan içerisinde de kalamaz.... bu yeni nizamı kurarken, fevkalade dikkatli davranılması gerekir" sözlerini tarihî önemde anlamlı bulmaktayım.
Demirel’in bu sözlerini Kıbrıs uyuşmazlığına ileride bulunacak çözüm şeklinin "Barış Harekâtımızın" Ada'da ortaya çıkardığı yeni güvenlik dengesini, iki kesimli siyasî coğrafyayı ve demografik yapıyı, Ada’daki gerçekleri temel olarak alması gerektiğinden başka şekilde anlamak ve yorumlamak mümkün değildir.
Yunanistan’ın 15 Temmuz 1974 günü Ada’da gerçekleştirdiği darbe ve ENOSIS teşebbüsü üzerine, Makarios Yunanistan’ın bu hareketini “saldırı, istilâ” olarak nitelendirmiş ve Ada’da çatışmaların sürdüğünü ve kan dökülmekte olduğunu beyan etmiş olmasına rağmen Güvenlik Konseyi Barış Harekâtımızın başladığı 20 Temmuz 1974 gününe kadar Yunanistan’ın bu tecavüzüne tepki gösteren, kınayan ve ateşkes çağrısı içeren herhangi bir karar kabul edememiştir.
Oysa, Kıbrıs Barış Harekâtımızın başlamasıyla birlikte Yunanistan’ın talebi üzerine âcilen toplanan Güvenlik Konseyi aldığı kararla ateşkes çağrısında bulunmuştur.
Güvenlik Konseyi’nin bu tutumunun da, uluslararası toplumun Kıbrıs sorununu tarafsız bir yaklaşımla ele alma yeteneğinden yoksun bulunduğunun ibret verici örneklerinden biri olarak hatırlanmasında fayda vardır.
Bununla beraber, Avrupa Konseyi Parlâmenterler Meclisi’nin (AKPM) 29 Temmuz 1974 tarihinde aldığı kararı bir istisna olarak zikretmek isterim.
AKPM 29 Temmuz 1974 tarihinde kabul ettiği kararında “Yunan askerleri tarafından Kıbrıs’ta gerçekleştirilen askerî darbeyi kınamış” ve “Türkiye’nin müdahalesini, 1960 Garanti Antlaşması’nın 4. paragrafından kaynaklanan bir hakkın kullanılması” olarak nitelemiştir.[1]
Kıbrıs Barış Harekâtımızın gerçekleştiği tarihten 12 Eylül 1980’e kadar geçen 6 yıl içinde Türkiye 7 farklı Hükûmet tarafından idare edilmiştir.
Barış Harekâtımızın kararını alan CHP – MSP koalisyon Hükûmeti 17 Kasım 1974 tarihine kadar iş başında kalmıştır.
Sadi Irmak tarafından kurulan Hükûmet güvensizlik oyu almış ve yeni Hükûmet kuruluncaya kadar “geçici Hükûmet” vasfında 31 Mart 1975 tarihine kadar görevini sürdürmüştür.
Daha sonra geçen 5 buçuk yıl içinde, sırasıyla, Demirel (koalisyon), Ecevit (30 gün güvensizlik oyu), Demirel (koalisyon), Ecevit (koalisyon) ve Demirel tarafından kurulan 5 ayrı Hükûmet görev yapmıştır.
Kıbrıs adasında Yunanistan’ın gerçekleştirdiği “enosis” darbesi ile başlayan gelişmelerin seyri içinde uluslararası camianın önde gelen aktörlerinin Rum-Yunan ikilisini koruyup kollayan tutumlarından cesaret bulan Makarios 29 Kasım 1974'de Kıbrıs'a dönmek üzere Atina'ya gelmiştir. Orada “Türkiye'yle barış yapmak istediğini” beyan etmiştir. Makarios, “Kıbrıs’ın bölünmesine hiçbir zaman izin vermeyeceğini" vurgulamış; "Kıbrıs'taki azınlık Türk toplumunun haklarının korunması benim en içten dileğimdir. Ancak bunu çoğunluk Rum toplumunun haklarını bozmayacak şekilde gerçekleştirmek istiyorum. Hakların zorlanmasına ve Kıbrıs'ın bölünmesine yol açabilecek koşulların geri getirilmesine göz yummayacağız" demiştir.
Makarios 7 Aralık 1974 tarihinde Ada'ya dönmüş ve "Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı" makamına yeniden oturmuştur. Daha doğrusu, “büyük güçler” tarafından oturtulmuştur.
“Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi” Başkanı Rauf Denktaş 8 Aralık 1975 günü verdiği demeçte Kıbrıs Türk tarafının Makarios'u "Kıbrıs Cumhurbaşkanı" olarak kabul etmediğini açıklamıştır.
Aynı gün, Başbakan Sadi Irmak da Ankara'da gazetecilerin sorularına cevap verirken "...biz Makarios'u artık Devlet Başkanı olarak tanımıyoruz. Hele böyle bir sırada Makarios'un Ada'ya dönmesi bir talihsizlik olmuştur; en azından bir basiretsizlik olmuştur. Bizzat Kıbrıs ve Yunanların çıkarları bakımından da bu böyle olmuştur. Bu, ihtilâfları körüklemekten başka bir netice vermez..." demiştir.
Bu gelişmeyi, ABD Kongresi’nin, Türkiye’yi askerî varlığını Ada’dan çekmeye zorlamak için 5 Şubat 1975 tarihinde aldığı ülkemize silâh ve askerî malzeme satışını engelleyen kararı takip etmiştir.
Şunu gerçeğin bir ifadesi olarak belirtmem gerekir ki Türkiye o dönemde içeride yaşadığı ciddî siyasî ve ekonomik sıkıntılara ve ağır dış baskılara rağmen Kıbrıs konusunda özde hiçbir ödün vermemiştir.
BMGK’nin Makarios’un Ada’ya dönmesine ve eski koltuğuna oturmasına sessiz kalan tutumuna ve ABD Kongresi’nin Kıbrıs’la irtibatlı olarak Türkiye’ye silâh ambargosu uygulama kararına tepki olarak “Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi”, 13 Şubat 1975 tarihinde Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin (KTFD) kurulduğunu ilân etmiştir. KTFD’nin Başkanlığı’na Rauf Denktaş getirilmiştir. Türkiye bu kararı desteklemiştir.
Başbakan Sadi Irmak aynı gün şu açıklamayı yapmıştır:
"Kıbrıslı soydaşlarımız otonom olan Türk idaresini, Kıbrıs Federe Türk Devleti haline çevirmeye karar vermişlerdir Bu halkın kendi içinden gelmiş olan bir kararıdır. Bu karara biz Türk hükûmeti olarak saygılıyız. Ümit ederiz ki, bütün dünya da aynı anlayışı ve aynı saygıyı göstersin…”
CHP, AP, MSP, DP, CGP ve MHP Genel Başkanları, sırasıyla, Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Ferruh Bozbeyli, Turhan Feyzioğlu ve Alpaslan Türkeş de, 13 Şubat 1975 günü ayrı ayrı yaptıkları açıklamalarla KTFD'nin kurulmasını yerinde ve olumlu olarak değerlendirmişlerdir. Rauf Denktaş'a birer kutlama mesajı göndermişlerdir.
CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit verdiği demeçte şunları belirtmiştir:
“Kıbrıs Rum yöneticileri son zamanlarda dış bakılardan cüret alarak, iki topluluk arasındaki görüşmeleri çıkmaza sokma, tarihsel gelişimi geriye çevirme ve eşitlik ilkesine dayanan gerçek bir federal devlet kurulmasını engelleme hevesine kapılmışlardır. Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kuruluşuyla bu heveslere son verilmiş olacaktır. Kıbrıs Türk barış Harekâtı’nın amaçları doğrultusunda alınan ve iki ulusal toplumun barış içinde yan yana yaşayabilmeleri için de gerekli olan bu kararın aziz Kıbrıs Türklerine ve tüm Kıbrıslılara hayırlı olmasını dilerim.”
AP Genel Başkanı Süleyman Demirel konu hakkında verdiği demeç gazetelerde şu ifadelerle yer almıştır:
"Bu kararı sevinçle karşılıyorum. Kıbrıs'ta Türk millî cemaatinin yıllardır çektiği çile sona ermektedir. Türk millî cemaatine büyük haksızlıklar reva görülmüş ve her şeye rağmen Türk Millî Cemaati kendi varlığını sürdürme başarısını göstermiştir. Dünyanın bu bölgesinde ve Kıbrıs'ta barış ve sükûn isteyen herkesin bu kararı memnuniyetle karşılaması lâzımdır. Bağımsız Federatif Kıbrıs Devleti'nin Federe Türk Devleti böylece kurulmuş olmaktadır. En kısa zamanda Federe Türk Devleti'nin en iyi şekilde çalışır hale getirilmesini temenni ediyorum. Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin bir an önce ekonomisini düzeltmesi ve yönetimine müessir bir şekil vermesi lâzımdır."
KTFD Başkanı Rauf Denktaş’ın, Türkiye’nin de aktif diplomatik desteğiyle, Klerides’le Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin gözetiminde Viyana’da 2 Ağustos 1975 tarihinde yaptığı görüşmeler sonunda, Ada’da, Türklerin kuzeyde, Rumların güneyde toplanmasını sağlayacak şekilde nüfus mübadelesi gerçekleştirilmiştir.
20 Temmuz 1974 Barış Harekâtımız Kıbrıs sorununun gerçekçi ve yaşayabilir bir çözüm şekline kavuşturulması için gerekli parametrelerin ada sathında fiilen oluşmasını sağlamıştır. Nüfus bakımından homojen iki ayrı coğrafî kesimin ortaya çıkması imkânını yaratmıştır.
1963 Aralık ayından sonra Ada’da ayrı varlığını sürdüren Kıbrıs Türk yönetimi, hudutları belli bir coğrafî zemin üzerinde önce 13 Şubat 1975 tarihinde “Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin”, sonra da 15 Kasım 1983 tarihinde “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin” çatısı altında devlet yapısına kavuşmuştur.
Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin ortak millî çıkarlar odaklı olarak yürüttüğü itidalli, ölçülü ve hesaplı politikalar neticesinde, ABD Yönetimi Kongre’yi Türkiye’ye uygulanmakta olan silâh satış yasağı kararının uygulanmasını sona erdirmeye ikna etmeyi başarmıştır. Yasak (ambargo) 10 Aralık 1978 tarihinde tamamen kaldırılmıştır.
ABD Basını, dönemin ABD Başkanı Carter’ın, ambargonun kaldırılmasını "Kongre'nin önünde duran en önemli dış politika sorunu" olarak nitelendirdiğini ve prestijini de tehlikeye atarak, Kongre'yi, silâh satış yasağının Türkiye’yi kuvvetlerini Kıbrıs’tan geri çekmeye teşvik etmede etkili olamadığına ve aksine Akdeniz'deki NATO savunmasına zarar verdiğine ikna etmeye muvaffak olduğunu yazmıştır.[2]
Kıbrıs Millî Davamız uğruna 1974’de bir savaşın bütün risklerini göze almış bulunan Türkiye’nin, Ada’da 1974’den önceki şartların geri gelmesini kesin biçimde önleyen; Ada’nın Rum – Yunan ortaklığının hâkimiyeti altına girmesine yol açmayacak olan; Türkiye’nin 1960 Andlaşmalarıyla elde ettiği hukukî ve fiilî hak ve yetkilerin zafiyete uğramadan muhafaza edilmesini sağlayan; Kıbrıs Türk halkının 1960 Antlaşmalarından kaynaklanan eşit egemen ortaklık haklarının tecellisi olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni uluslararası toplumun eşit üyesi olarak yaşatan ve yücelten, böylece Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin stratejik çıkarları ve Kıbrıs Türk halkının güvenlik içinde bekası için zaruri olan hassas dengeleri koruyan “egemen eşitlik temelinde iki devletli çözüm” şekli dışında bir çözüm şeklini kabul etmemesinin tarihî yükümlülük olduğu düşüncesindeyim.
Kıbrıs Barış Harekâtımızın 48. Yıldönümünü ve sevgili soydaşlarımız KKTC halkının Barış ve Özgürlük Bayramını yürekten kutluyorum.
[1] Parliamentary Assembly, Resolution 573 (1974).
[2] The Washington Post, 2 Ağustos 1978, Hill Lifts Embargo On Arms to Turkey, Hill Lifts Embargo On Arms to Turkey - The Washington Post