Türkiye’nin, 1923 Lozan Antlaşması ve Boğazlar Sözleşmesi ile 1947 Paris Antlaşması’na göre “askersizleştirilmiş” (gayrıaskerî) [demilitarized] statüye bağlanan Ege’deki belirli adaların bu statülerine Yunanistan’ın riayet etmesini istemesinin sağlam tarihî, coğrafî, hukukî, siyasî arka zemini ve temeli vardır.
1913 Londra Antlaşması
Balkan Savaşlarında yenilmiş ve ağır kayıplara uğramış olan Osmanlı Devleti’ne hasımlarımız tarafından dayatılan Londra Antlaşması (30 Mayıs 1913) çerçevesinde dahi Yunanistan’a bırakılan adaların “askersizleştirilmiş” olması zarureti düşünülmüş ve hükme bağlanmıştır.
Avrupa’nın o zamanki “Büyük Devletleri”[1] (Almanya, Avusturya, Rusya, İngiltere, Fransa ve İtalya) “…Yunanistan’a bırakılan adalar hakkında adaların tahkim edilmeyeceğine veya herhangi bir deniz veya askeri amaçla kullanılmayacağına…dair Yunan hükümeti tarafından kendilerine ve Türkiye'ye tatmin edici garantilerin verilmesi gerektiğini...” bildirmişlerdir (Şubat 1914).
Yani, “Büyük Devletler” daha 1914 yılında Yunanistan’ın kendisine verilen adalar üzerindeki egemenliğini adaları tahkim etmeme ve askerî maksatlarla kullanmama garantisini verme şartına bağlı kılmışlardır.
Yunanistan kendisine “bırakılan adaları tahkim etmemeyi ve askeri amaçlarla kullanmamayı taahhüt” ettiğini “Büyük Devletlere” nota ile bildirmiştir (21 Şubat 1914).
Lozan Barış Konferansı
1923 Lozan Barış Konferans'ının zabıtları, İsmet Paşa'nın Yunanistan’a bırakılması öngörülen adaların Türkiye’nin güvenliğine tehdit oluşturmasının önlenmesi maksadıyla askerden, silâh, askerî yapı ve tesislerden arındırılması gerektiği fikrini toplantılarda sürekli işlediğini; Türk heyetinin bu yönde teklifler yaptığını göstermektedir.
Konferans’ta Türkiye’nin karşısında oturan Devletlerin de Türkiye'nin güvenlik mülahazalarına dayanan meşru endişelerinin Yunanistan’a bırakılması öngörülen adaların askersizleştirilmesi yoluyla giderilmesi hususunda genel olarak anlayışlı davrandıkları, bu yönde beyanda bulundukları yine zabıtlardan anlaşılmaktadır.
1923 Lozan Barış Antlaşması ve Boğazlar Sözleşmesi
Lozan Barış Konferansı’nın zabıtlarının ve diğer ilgili kaynakların incelenmesi, Lozan barış Konferansı’nda “askersizleştirme” rejimi bakımından şöyle bir yaklaşım benimsendiğini ortaya koymaktadır:
Osmanlı Devleti’nin kaybettiği Balkan Savaşları sonunda esasen fiilen Yunanistan’ın işgali altında bulunan ve Yunanistan’ın egemenliğine bırakılan adaların “Büyük Devletlerin” 13 Şubat 1914 tarihli kararı esas alınarak askersizleştirilmesi öngörülmüştür.
Doğu Ege Adaları iki gruba ayrılarak konumlarına göre farklı derecede spesifik askersizleştirme tedbirlerine tabi tutulmuşlardır.
Anadolu kıyıları bakımından merkezi konumdaki adalar hakkındaki askersizleştirme tedbirlerine Barış Andlaşması’nda yer verilmiştir.
Çanakkale Boğazı civarındaki Doğu Ege Adalarının askersizleştirilmesine ilişkin hükümler Barış Andlaşması ile aynı günde imzalanan Boğazlar Sözleşmesi’nde yer almıştır.
Barış Andlaşması’nın 23’üncü maddesinde “Sözleşme’nin Yüksek Âkit Taraflar bakımından sanki Andlaşma’nın içindeymiş gibi, aynı güç ve değerde olduğu” vurgulanmıştır.
Lozan Barış Andlaşması’nın 12’nci Maddesi:
Lozan Barış Andlaşması’nın 12’nci maddesinde Ege’deki adaların aidiyeti ve aynı zamanda askersizleştirilmiş statüsü hükme bağlanmıştır. Hüküm şöyledir:
“İmroz ve Bozcaada ile Tavşan adalarının dışında doğu Akdeniz adaları ve özellikle Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adaları üzerinde Yunan egemenliğine dair… Londra Konferansında kabul edilip 13 Şubat 1914 tarihinde Yunan Hükümetine tebliğ edilen karar… doğrulanmıştır.”
[The decision taken on the 13th February,1914… which decision was communicated to the Greek Government on the 13th February, 1914, regarding the sovereignty of Greece over the islands of the Eastern Mediterranean, other than the islands of Imbros, Tenedos and Rabbit Islands, particularly the islands of Lemnos, Samothrace, Mytilene, Chios, Samos and Nikaria, is confirmed,…]
Görüleceği üzere, Yunanistan’dan kendisine verilen “adalarda tahkimat yapmamasını ve bu adaları askerî amaçlarla kullanmamayı taahhüt etmesini” isteyen ve Yunanistan Hükûmeti’nin de 21 Şubat 1914 tarihli Nota ile kabul etmiş olduğu karar doğrulanmıştır. Böylece, Yunanistan’ın anılan Nota ile verdiği “askersizleştirme” taahhüdü, hukukî bakımdan Lozan Barış Andlaşması’nın 12. maddesinde sayılan adalar üzerinde egemenliğinin bir şartı haline gelmiştir.
Barış Andlaşması’nın 13’üncü Maddesi:
Lozan Barış Andlaşması’nın 13’üncü maddesinde de 12. maddede Yunanistan’ın egemenliği altına konulan bütün adalar için geçerli olan genel “askersizleştirme” tedbirlerine ilâve olarak, Ege’de Anadolu kıyılarına çok yakın olan ve tam merkezinde yer alan Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adalarında Yunanistan’ın uygulaması gereken askersizleştirme tedbirler üç kalem halinde sıralanmıştır. Bu tedbirler şunlardır:
Birincisi, anılan dört adada hiçbir deniz üssünün kurulmaması, istihkâm yapılmaması;
İkincisi, Yunan askerî uçaklarının Anadolu kıyısı toprakları üzerinde uçmalarının yasaklanması; buna karşılık olarak, Türk askerî uçaklarının da bu adalar üzerinde uçmamaları;
Üçüncüsü, zikredilen adalarda, Yunan askerî kuvvetlerinin, askerlik hizmetine çağrılmış ve bulundukları yerde eğitilebilecek normal asker sayısından fazla olmaması; jandarma ve polis kuvvetlerinin de bütün Yunan ülkesindeki jandarma ve polis kuvvetlerine orantılı bir sayıda kalması.
13’üncü maddenin ilk cümlesi “barışın sürekli olmasını sağlamak amacıyla, Yunan Hükûmeti Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adalarında, aşağıdaki yasaklara uymayı taahhüt eder” şeklindedir.
[With a view to ensuring the maintenance of peace, the Greek Government undertakes to observe the following restrictions in the islands of Mytilene, Chios, Samos and Nikaria:]
Bu hüküm önemlidir.
Bir kere, öngörülen askersizleştirme tedbirlerine uyulmasının “barışın devamlılığı” bakımından öneminin altı çizilmiş olmaktadır.
İkincisi, Yunan Hükûmeti’ne bir uyarı mahiyetindedir. Yunan hükûmetinin üstlendiği yükümlülükleri yerine getirmemesinden ve sonucunda barışın bozulmasından sorumlu tutulacağına işaret edilmektedir.
Boğazlar Sözleşmesi’nde Askersizleştirme
Sözleşme’nin 4’üncü maddesinde, diğer hususlar meyanında, Ege Denizi’nde Semadirek, Limni, İmroz/Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan Adaları’nın askersizleştirilmesi [demilitarisation] öngörülmüştür.
6’ncı maddede, askersizleştirilmiş mıntıkalarda [zones] ve adalarda başlıca şu kısıtlamalar, yasaklar hükme bağlanmıştır:
İstihkâm, yerleşik topçu düzenlemeleri, savaş denizaltıları, askeri hava tertipleri ve deniz üsleri bulunmaması;
Askersizleştirilmiş mıntıka ve adalarda asayişle görevli polis ve jandarma kuvvetleri dışında silâhlı kuvvet konuşlandırılmaması; asayiş kuvvetlerine top verilmemesi, sadece tabanca, kılıç, tüfek ve her yüz kişiye 4 Lewis makinalı tüfek tahsis edilmesi.
9’uncu maddede, Türkiye’nin veya Yunanistan’ın bir savaş vukuunda savaşan taraf haklarını kullanarak, Sözleşmenin askersizleştirmeye ilişkin herhangi bir hükmünü tadil edebilecekleri; bununla beraber barışın tesis edilmesiyle birlikte Sözleşmede öngörülen askersizleştirme rejimini yeniden tesis etmekle yükümlü bulundukları hükme bağlanmıştır.
Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nde öngörülen askersizleştirme tedbirlerinde Türkiye’nin askerî güveliğinin de göz önünde tutulduğunu gösteren bir hüküm vardır.
Şöyle ki: 18’inci Madde’de “Boğazların ve bitişik bölgelerinin askersizleştirilmesi tedbirlerinin Türkiye’nin askerî güvenliğini gereksiz yere tehlikeye düşürmemesinin temin edilmesinin arzu edildiği” vurgulanmıştır.
1936 Montrö [Montreux] Sözleşmesi’nin Etkisi
Montrö Sözleşmesi, doğrudan doğruya, Türkiye’nin Egemenlik haklarında Boğazlar ve Marmara Denizi bakımından mevcut olan bazı kısıtlamaların kaldırılmasını ve bu bölgelerde Türkiye’nin kendi millî savunması alanında ihtiyaç duyduğu güvenlik tedbirlerini, Boğazlardan özellikle ticarî gemilerin serbest geçiş hakkına zarar vermeden, hür biçimde alabilmesini sağlamayı amaçlamıştır.
Limni ve Semadirek adalarının tabi olduğu askersizleştirme rejiminin hukukî bakımdan zayıflamasına veya ortadan kalkmasına yol açan bir sonuç doğurmamıştır.
1947 Paris Barış Andlaşması’nda Askersizleştirme
İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda galip devletlerle İtalya arasında 10 Şubat 1947’de Paris’te Barış Andlaşması imzalanmıştır.
Andlaşması’nın 14. maddesi Oniki Ada hakkındadır. Oniki Ada, 1923 Lozan Barış Andlaşması’nın 15’inci maddesinin hükmü uyarınca İtalya’nın egemenliği altına girmişti.
Paris Andlaşması (Madde: 14/1) ile İtalya Oniki Ada’yı Yunanistan’a devretmiştir.
Adaların isimleri:
Astipalya [Astropalia], Rodos [Rhodes], Herke [Kharki] Kerpe [Scarpanto], Çoban [Casso], İlyaki [Tilos], İncirli [Nisyros], Kelemez [Kalymnos[, İleryoz [Leros], Batnoz [Patmos], İlipsi [Lipso], Sömbeki [Symi], İstanköy [Kos] ve Meis [Castellorizo] ve bunlara bitişik adacıklar.
Maddenin 2’nci fıkrasında “Bu adalar askerden arındırılacak ve askerden arındırılmış olarak kalacaktır” hükmü yer almıştır.
[These islands shall be and shall remain demilitarized].
Andlaşma’nın XIII. Ekinde (D) “Askersizleştirme” [Demilitarisation] şöyle tarif edilmiştir:
“İşbu Antlaşmanın amacı bakımından, ‘askersizleştirme’ ve ‘askersizleştirilmiş’ terimleri ile kastedilen, ilgili topraklarda ve karasularında, tüm deniz, askeri ve askeri hava tesislerinin, tahkimatın ve bunların silâhlarının, yapay askeri, deniz ve hava engellerinin; askeri, deniz ve askeri hava birimlerinin üslenmesinin veya kalıcı veya geçici olarak yerleştirilmesinin; herhangi bir biçimde askeri eğitim ve savaş malzemesi üretiminin yasaklamasıdır. Bu, dahili karakterdeki görevleri yerine getirmekle sınırlı ve tek kişi tarafından taşınabilen ve kullanılabilen silâhlarla donatılmış iç güvenlik personelini ve bu personelin gerekli askeri eğitimini yasaklamaz.”
1947 Andlaşması’nın 14’üncü maddesi toprak devri ve egemenliğin aidiyetiyle ilgilidir. Bu madde içinde egemenliği devredilen adaların “hukukî statüsünün” (askersizleştirme) de belirlenmiş olması, Yunanistan’ın Oniki Ada üzerindeki egemenliğini, adaların askersizleştirilmiş statüsüne riayet etmesi şartına bağlı hale getirmiştir.
Andlaşma’da askersizleştirilmiş statünün hakkında emredici bir dil kullanılmıştır. İngilizce “shall be” ve “shall remain” sözcükleri, hükmü emredici kılmaktadır.
Sonuç
Yukarıda da vurguladığımız üzere, Lozan Barış Antlaşması’nın 13’üncü maddesinin ilk cümlesi ile “barışın sürekli olmasını sağlamak amacıyla, Yunan Hükûmeti Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adalarında, aşağıdaki yasaklara uymayı taahhüt eder” hükmü vazedilmiştir.
1947 Paris Antlaşması’nın 14. maddesinin 2’nci fıkrasında da “bu adalar askerden arındırılacak ve askerden arındırılmış olarak kalacaktır” hükmü yer almıştır.
Bu hükümler, mezkûr antlaşmaların Yunanistan’ın egemenliği altındaki bahse konu adaların “askersizleştirilmiş” (gayrıaskerî) statülerini Ege’de barışın devamının aslî unsuru olarak tayin etmiş olduğuna delâlet etmektedir.
Oysa Yunanistan “askersizleştirilmiş” statüyü ihlâl ve bunun kendisi için bir hak olduğunu da iddia etmektedir. Gözle de görülür biçimde adalarda tahkimat yapmakta, silâh yığmaktadır. Özellikle son dönemde Yunanistan Türkiye sahillerine çok yakın adaların “askersizleştirilmiş” statüsünü ihlâl etmekte olduğunu adalara yapılan yüksek seviyeli devlet ziyaretleri sırasında Türkiye’ye meydan okurcasına sergilenen -silâhların teşhir edilmesi de dahil- tahrikkâr tutum ve davranışlarla ortaya koymakta beis görmemektedir.
Bu davranış her şeyden önce Türkiye’nin millî güvenliğine yönelik bir tehdit oluşturmaktadır. Bu suretle de aynı zamanda Ege’de barışı açıkça tehlikeye düşüren bir durum yaratılmış olmaktadır.
TBMM, Yunanistan’ın karasularını 6 milin ötesine genişletmesi ihtimali karşısında bu yönde atılacak bir adımın “savaş sebebi” [casus belli] olacağını zamanında ilân etmişti.
Aynı şekilde, TBMM’nin, Ege’de ve Doğu Akdeniz’de (Oniki Ada) uluslararası andlaşmalarla “askersizleştirilmiş” statüdeki adaların bu statülerinin ihlâlini de hem bölgesel plânda Ege’de, hem dolayısıyla uluslararası çapta barış ve güvenliği tehdit eden ve tehlikeye düşüren bir durum olarak ilân etmesinde fayda mülâhaza ediyoruz.
Çünkü, konunun ve durumun iç politikanın sert atmosferinin ve sarsıntılı, kaygan zemininin dışında ortak mutabakatla ele alınmasını gerektiren hayatî önemde millî mahiyet taşıdığına inanıyoruz.
Yunanistan’ın Ege’de yukarıda zikrettiğimiz Antlaşmalarla kendisine yüklenmiş olan vecibelerini yerine getirmekten ısrarla kaçınmasının tevlit ettiği gerginlikler, hiç şüphe yoktur ki, uluslararası barış ve güvenliği korumakla ve barışı tehdit eden ve tehlikeye düşüren durumlara müdahale etmekle yükümlü bulunan BM Güvenlik Konseyi’nin harekete geçmesini gerektirecek ağırlıkta bir durum ortaya koymaktadır.
Türkiye ile Yunanistan arasında Ege’de var olan uyuşmazlıkları BM Yasası’nda öngörülen (Md. 33) barışçı yollardan halletme maksadıyla yıllardır kullanılan barışçı “müzakere” mekanizması çerçevesinde Yunanistan’ın adaların “askersizleştirilmiş” statüsüne riayeti de maalesef sağlanamamıştır.
Yunanistan, 1993’te Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) zorunlu yargı yetkisini kabul ederken, “ulusal güvenlik çıkarları” ile ilgili askeri önlemlerden neşet eden durumlara ilişkin olarak Divan’ın zorunlu yargı yetkisine çekince koymuştur. Yunanistan bu şekilde adaların askersizleştirilmiş statüsüne ilişkin “ihlâl” durumunun UAD’ın önüne getirilmesi yolunu kapatmış bulunmaktadır.
Diplomasi açısından tercih edilmemesi gereken bu durum, ister istemez BM Yasası’nda öngörülen diğer tedbirlere (M.34, 37, 38) de başvurulmasını gerektirebilecek bir mahiyet taşımaktadır.
Günümüzde tırmanan ve daha da tırmanma istidadı gösteren milletlerarası gerginlikler ortamında, Yunanistan’ın Ege’deki adaların “askersizleştirilmiş” statüsünü ihlâlini inatla sürdürmesinin sebep olduğu durumun, şüphe yoktur ki NATO ittifakını doğrudan ilgilendiren ve kaygılandırması gereken veçheleri vardır. Duruma öncelikle NATO’nun gerçekçilikle eğilmesi gerekir.
Bununla beraber, NATO’nun Türk – Yunan gerginliklerinin tırmanmasının sebep olacağı sonuçların idraki içinde davranmadığı izlenimini almaktayız. Eski Başkan Donald Trump’ı Avrupa – Atlantik İttifakı’nda zafiyetlere sebep olmakla suçlayarak işbaşına gelen Joe Biden (kendi ifadesiyle Bidenopolous”; Mitsotakisi’in tercihi ile “Bidenakis”) sorumsuzca vermekte olduğu ölçüsüz destekle Yunanistan’ı Türkiye aleyhine cesaretlendirip kışkırtmaktadır. Bunu yaparken Biden, Yunan siyasetçilerin Türkiye hakkındaki saplantıları ve peşin hükümleriyle rasyonel düşünme yeteneğini kolayca kaybedebildiğini ya bilmemektedir ya da unutmuş bulunmaktadır.
Görüşümüze göre, Türkiye’nin Güney kara sınırımız boyunca Suriye’nin Kuzeyinde ülkemizin millî güvenliğine yönelik şer kuşağını parçalaması ne kadar zaruri ise Ege'de belirli adaların askersizleştirişmiş statüsünü ihlâlden Yunanistan’ı durumun ve şartların gerektirdiği yollardan vazgeçirmesi de o kadar zorunludur.
Temennimiz, Türkiye’nin Ege’de BM Yasası’nın 51. maddesinde ifadesini bulan “meşru müdafaa” hakkını kullanmaya mecbur kalmadan Yunanistan’ın sağduyu ile hareket etme yolunu tercih ederek Antlaşmalardan kaynaklanan vecibelerini yerine getirmesidir. Türkiye ile dostane ilişkilerin önem ve değerini idrak etmesidir.
Son söz olarak ifade etmek isteriz ki, kuruluş yıllarından itibaren Türkiye’nin dış politikasının temel ilkelerinden biri de “ahde vefa” [pacta sunt servanda] olmuştur. Türkiye Yunanistan’ın antlaşmalardan kaynaklanan egemenlik haklarını sorgulamamakta, tartışma konusu yapmamaktadır. Ancak gerçek odur ki Antlaşmalardan doğan vecibelerini, yani Ege’deki adaları “askersizleştirme” ve “askersizleştirilmiş” statüde tutma vecibelerini, yerine getirmemekle bizatihi Yunanistan adalar üzerindeki egemenliğini sorgulanabilir ve tartışılır hale getirmiş bulunmaktadır.
Tekrar etmek isteriz: Antlaşmalarla Ege’de adalar “askersizleştirilmeleri” ve “o şekilde tutulmaları” kayıt ve şartıyla Yunanistan’ın egemenliğine bırakılmışlardır.
[1] “Büyük Devletler” deyimi siyasî tarihte ve diplomasi tarihinde o dönemde kullanılan bir deyimdir.