Türkiye Barolar Birliği’nin inisiyatifiyle ve O’nun çatısı altında “Millî Davamız” Kıbrıs hakkında 19-21 Eylül 2019’da düzenlenen Panel’de yaptığım takdimde, Kıbrıs müzakere sürecine ilişkin olguları ve Ada’daki gerçekleri belirttikten sonra Kıbrıs uyuşmazlığının çözüm şekli hakkında görüş ve düşüncemi şöyle ifade etmiştim:
“Bu gerçekler ışığında ve bilhassa KKTC olgusu karşısında Türkiye’nin ve KKTC’nin üzerinde duracağı, savunacağı ilke ve parametre “egemen eşitlik” (sovereign equality) olmalıdır. Bu ilke BM Yasası’nda da yer alan bir temel ilkedir…Çözüm şekli Ada’daki iki bağımsız ve egemen devletin siyasi eşitliği, ‘egemen eşitlik’ ilkesine dayandırılmalıdır… KKTC…adımlarını karalıkla atmaya ve Türkiye de KKTC’ne bu konuda arka çıkmaya hazırlarsa, kanaatimce, aynı zamanda bu tutumlarının uluslararası plânda yaratacağı tepkileri ve baskıları da göğüslemeye hazır olmalıdırlar.”
Memnuniyetle kaydediyorum ki, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ve KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Tatar, Lefkoşe’de, KKTC’nin 37. Kuruluş Yıldönümünde, Cumhuriyet Bayramı törenlerinde yaptıkları konuşmalarda "bugün Kıbrıs Adasında iki ayrı halkın, iki ayrı demokratik düzenin ve iki ayrı devleti varlığına" işaret etmişler ve Kıbrıs uyuşmazlığı için "artık egemen eşitlik temelinde iki devletli çözümün müzakere edilmesi gerektiğini” kararlı ifade ve vurgularla açıklamışlardır.
Böylece, Kıbrıs “Millî Davamız” Ada’da anlaşmaya dayalı kalıcı çözüme ve barışa ulaşılması on yıllardır takip edilen yolda tarihî bir makas başına gelmiş bulunmaktadır.
“Egemen eşitlik temelinde iki bağımsız Devletli” çözüm yönüne giden yol, görüşüme göre, Kıbrıs uyuşmazlığını için doğal çözümüne ulaştıracak, Ada’yı kalıcı barışa kavuşturacaktır.
Gerçekleri Görme Zamanı
Kıbrıs adasına yeni bir gözle bakmak ve gerçekleri görmek zamanı gelmiş ve geçmektedir.
1974 sonuna kadar “kaynar kazan” veya “barut fıçısı” olarak nitelendirilen Kıbrıs adası, 1974 yaz aylarından sonra 47 yıldır sakin bir ada görünümüne bürünmüş bulunmaktadır.
BMGS yayınladığı raporlarında Ada’da askerî durumun “sakin” olduğunu bildirmektedir. “1974’den itibaren çatışmaların yeniden başlamamış olması Kıbrıs için bir talihtir” değerlendirmesine yer vermiştir.
Ada’da son 47 yıldır süren askerî çatışmasızlık ve sükûnet ortamının iki temel sebebi vardır:
Birincisi, Türkiye’nin 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra Ada’da nüfus bakımından üstün olan tarafı, diğer tarafa karşı askerî güç kullanmaktan caydıran bir askeri kuvvet dengesinin oluşmuş bulunmasıdır.
İkincisi de, 1974’den sonra Kıbrıs adasında ortaya çıkan iki kesimli ve iki ayrı bağımsız ve egemen devletli siyasî coğrafya ile Kıbrıs sorununun aslında fiilen “doğal çözümüne” kavuşmuş olmasıdır.
Bugün ihtiyaç duyulan, sadece, taraflar arasında “doğal çözüm” üzerinde bir anlaşmanın yapılmasıdır.
“Doğal çözümü” yaratan Kıbrıs sorununa ilişkin olgulardır. Kıbrıs adasındaki gerçeklerdir. Kıbrıs konusundaki gelişmeler doğal mecrasında akmış ve doğal çözüm şeklinin temel taşlarını bir araya getirmiştir.
Olgular, Gerçekler
Kıbrıs sorununa çözüm arayışı hem Kıbrıs sorunundaki hem Ada’daki olgulardan ve gerçeklerden hareket edilerek yapılmalıdır.
Halbuki, 1968’de BM zemininde ve BMGS’nin iyi niyet görevi çerçevesinde başlayan, daha sonra 1975 yılından itibaren de BM Güvenlik Konseyi’nin BMGS’ne verdiği yeni bir iyi niyet göreviyle günümüze kadar sürdürülen çözüm arayışı, gerçeklere göre değil, varsayımlardan hareket edilerek yapılagelmiştir.
Hareket noktası olarak alınan varsayım, Ada’da 1960’da kurulmuş olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, Andlaşmalara ve Anayasa’ya uygun şekilde devam ettiğidir.
Oysa gerçek böyle değildir. Ada’da var olan ve birbirinden, ırk, din, dil, kültür, millî ülkü bakımından farklı iki halk yarım yüzyıla yakın bir zamandır Ada’nın iki ayrı kesiminde kendi bağımsız ve egemen Devletlerinin çatısı altında yaşamaktadırlar.
Kıbrıs Adasında tarih boyunca çeşitli kavimler, devletler egemen olmuştur. Tarihte Kıbrıs’ı en uzun, üç buçuk asır, egemenliği altında tutmuş olan güç Osmanlı İmparatorluğu’dur. Yani, Türklerdir. Yunan Ada’da hiçbir zaman egemen güç olmamıştır.
Kıbrıs adasının İngiltere’nin hukuken egemenliği altında bulunduğu 1923 – 1960 döneminde Ada’daki Rumlar daima Yunanistan ile birleşme emelini gütmüşlerdir. Bu emel doğrultusunda şiddet hareketlerine başvurmuşlardır.
1960 yılında Türkiye, Yunanistan ve İngiltere ve Ada’daki iki halkın temsilcileri arasında yapılan anlaşma ve andlaşmayla kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum halkları eşit kurucu ortaklık esasına göre egemen olmuşlardır.
“Kıbrıs Cumhuriyeti” 3 yıl, 4 ay, 5 gün yaşayabilmiştir. Rumların Kıbrıs Türk halkına uyguladığı şiddet hareketleri sonunda yıkılmıştır.
Dikkate alınması gerekir ki, “Kıbrıs Cumhuriyeti” sadece üç buçuk yıl kadar yaşayabilmişken, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 38 yıldır bir barış, istikrar, demokrasi abidesi olarak Ada’daki varlığını sürdürmektedir.
Federal Çözüm Olmayacağı Kesinleşti
Rumlar Ada’daki eşit ortaklık Devletini yıkmışlardır.
Rumlar ve Yunanistan, 1968’den 1974 ortasına kadar süren toplumlararası müzakerelerde, o dönemde Rumlarla iç içe ve çeşitli şekillerde şiddete ve baskıya maruz kalarak yaşayan Kıbrıs Türk halkının sadece “yerel özerklik” elde etme talebini dahi kabul etmemişlerdir.
1980’den itibaren BM Güvelik Konsey’i çözüm için “iki toplumlu, iki kesimli federasyon” hedefine yönelmiştir.
Kıbrıs Türk tarafı Türkiye’nin de desteğiyle federal çözüm öngören BM girişimlerine destek vermiştir. Rum tarafı bunu da reddetmiştir.
2004’de, yani çözüm arayışının başlamasının 36. yılında Kıbrıs sorununun tarihinde ilk defa olarak tam teşekküllü bir müzakere mekanizmasıyla ortaya “iki eyaletli, iki kesimli federal Devlet” kurulmasını öngören bir çözüm plânı çıkmıştır. BMGS Kofi Annan’ın ismiyle anılan bu plânı Türkiye dahil, uluslararası bütün aktörler desteklemişlerdir. Plânı KKTC halkı kabul etmiş, Rumlar bu defa da çözümü reddetmiştir.
Rum tarafının sebep olduğu bu tarihî başarısızlığa rağmen, BMGS’nin “iyi niyet” görevi çerçevesindeki çözüm arayışı sürdürülmüştür. Bir 10 yıl daha geçmiş, ortaya çözüm çıkmamıştır.
2014 yılında “federal çözüm” yönündeki müzakere süreci için yeni bir çerçeve belirlenmiştir. Bu çerçevede müzakereler sürdürülmüş, ancak, BMGS 2017’de bu müzakerelerin de sonuç vermediğini ilân etmiştir.
Aradan bir 4 yıl daha geçmiştir. Kıbrıs uyuşmazlığına çözüm arama çabalarının 53. yılına ulaşılmıştır.
Ada’da 1974’de ortaya çıkan “statüko (status quo) devam etmiştir. “Ada’daki statüko kabul edilemez” diye uluslararası plânda kampanya yürüten Kıbrıs Rum tarafının kendisi “statükonun” anlaşmayla değişmesini tekrar tekrar engellemiştir.
Uluslararası Toplumun Görüşleri, Değerlendirmeleri Gerçekleşmedi
BM’de temsil edilen uluslararası toplumun müzakere sürecinin çeşitli aşamalarında yaptıkları
▪ “Kıbrıs sorununun adil ve kalıcı bir çözümüne ulaşmanın umut veren en uygun yolu BM’nin himayesinde Kıbrıs’taki iki toplumun temsilcileri arasındaki müzakerelerdir”;
▪ “Kıbrıs’ın AB’ne tam üyelik müzakerelerinin başlaması, Kıbrıs sorununun kapsamlı çözümünü kolaylaştıracak önemli bir yeni gelişmedir” (BMGK kararlarında 1996’dan itibaren tekrarlanan klişe ifade);
▪ “11 Şubat 2014 müzakere çerçevesi, yenilenen görüşmeleri sonuç odaklı bir şekilde yapılandıran paha biçilmez değerde bir belgedir”;
▪ “Kıbrıs çevresinde keşfedilen servetler her iki topluma da fayda sağlayacaktır. Bütün ilgili tarafları Kıbrıs sorununa kalıcı bir çözüm bulunması yönünde çaba sarfetmeye ve işbirliğinde bulunmaya teşvik edici gelişmedir”
şeklindeki değerlendirmelerinin isabetsizliği, çözüm arayışında yaşanan başarısızlıklarla ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Böylece BM Güvenlik Konseyi’nin BMGS’ne verdiği “iyi niyet görevi” çerçevesinde ve belirlenen parametreler temelinde Kıbrıs uyuşmazlığı için sadece “federal çözümün” değil, kalıcı hiçbir çözüm şeklinin elde edilemeyeceği belli olmuştur.
Plân’ın Rum tarafınca reddedilmesinden sonraki gelişmeler içinde BMGS Annan “şayet Rumlar siyasî eşitliğe dayalı bir federal yapı içinde Kıbrıslı Türklerle gücü ve refahı paylaşmaya hazırlarsa, bunu sadece sözle değil, hareketleriyle de ortaya koymalıdırlar” değerlendirmesini yapmıştır.
Bu değerlendirmenin yapılmasından bu yana 17 yıl geçmiştir. Kıbrıslı Rumlar Kıbrıs Türk halkı ile bir federal ortaklık devletinde siyasî gücü ve refahı paylaşma iradesini hiçbir şekil ve ölçüde göstermiş değillerdir. Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarından istifade edilmesi bahsinde ortaya koydukları tutum da bu irade yokluğunun en bariz teyididir.
Doğal Çözüm: Egemen Eşitlik Temelinde İki Devletli Çözüm
Kıbrıs uyuşmazlığının barış anlaşmasıyla sona erdirilmesi yolunda yaşanan başarısızlıklar bakımından söz konusu olan 3 – 5 yıl değildir. Yarım asırdan fazla bir süredir.
Kıbrıs sorununa ilişkin gelişmelerin 1954’den bu yana 67 yıl boyunca akışı, netice itibariyle, çözüm için tek seçenek bırakmıştır.
Bu da Ada’daki iki ayrı “bağımsız ve egemen Devlet” arasında “egemen eşitlik” temelinde akdedilecek bir barış, iyi komşuluk, dostluk ve işbirliği andlaşmasıyla ortaya çıkacak çözüm şeklidir.
Böyle çözümün bir taraftan Türkiye ve Yunanistan arasında akdedilecek bir “Dostluk ve İşbirliği Andlaşmasıyla” diğer taraftan Ada’daki iki Devlet ile Türkiye ve Yunanistan arasındaki bir andlaşma ile pekiştirilmesi gerektiği görüşündeyim.
27 -29 Nisan arasında Cenevre’de yapılacak olan toplantılar KKTC ve Türkiye’nin böyle bir çözüm şeklini kararlılıkla savunmaları için bir tarihî fırsat oluşturacaktır.
Çözümün dış dengesinin sağlanması için de 1960 Garanti ve İttifak Andlaşmalarının devamını gerekli görüyorum.
27 - 29 Nisan 2021 Cenevre Toplantısı Tarihî Fırsat
27 -29 Nisan arasında Cenevre’de yapılacak olan toplantılar KKTC ve Türkiye’nin böyle bir çözüm şeklini kararlılıkla savunmaları için bir tarihî fırsat oluşturacaktır.
Cenevre Toplantısı, aynı zamanda, KKTC’nin ve Türkiye’nin üzerinde tek çözüm seçeneği olarak birleştiği ve açıkladığı “egemen eşitlik temelinde iki devletli çözüm” tezi hakkındaki kararlılığı ve kararlı duruşunun inandırıcılığı bakımından bir sınav niteliğinde olacaktır.
BMGS, GKRY, Yunanistan ve İngiltere’nin Görüşleri
BM Sekretaryası toplantının amacını “…öngörülebilir bir ufukta Kıbrıs sorununa kalıcı bir çözümü müzakere bakımından taraflar için ortak bir zemin mevcut olup olmadığını belirlemektir…” şeklinde açıklamıştır.
Bununla beraber, BMGS 28 Ocak’taki basın toplantısında Cenevre toplantısının BM Güvenlik Konseyi’nin 1975’de verdiği “iyi niyet görevi çerçevesinde düzenleneceğini ve iki kesimli, iki toplumlu çözüm hakkında” olacağını vurgulamıştır.
GKRY Lideri Anastasiadis “Cenevre toplantısına yeniden birleşme amacıyla müzakerelere devam etmek için gerçek bir siyasi iradeyle katılacağını ve çözümün de BM kararlarına, daha önce iki toplum liderleri arasında yapılmış olan anlaşmalara ve AB değer ve ilkelerine dayanması gerektiğini” söylemiştir.
Öte yandan Yunanistan Dışişleri Bakanlığı da Cenevre toplantısıyla ilgili olarak yaptığı açıklamada “toplantının amacı, Kıbrıs sorununun çözümü konusunda özlü müzakerelere yol açacak ortak bir zemin bulmaktır. Çözüm, BM Güvenlik Konseyi kararlarına dayanmalıdır, Avrupa Hukuku ile uyumlu olmalıdır ve işlevsel ve yaşayabilir iki toplumlu, iki kesimli bir Federasyona yol açmalıdır” ifadelerine yer vermiştir. Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias yıkıcı söylemler kullandığı Ankara’daki basın toplantısında da aynı görüşü dile getirmiştir.
Görülmektedir ki, GKRY’nin ve Yunanistan’ın çözüm şekli hakkında resmî açıklamalarıyla bugüne kadar savunageldiği görüş ve duruşunda bir değişiklik yoktur. Çözüm şeklinin BM Kararları temelinde ve AB değerleri ve ilkeleri çerçevesinde “iki toplumlu ve iki kesimli federasyon” olması gerektiğini ifade etmektedirler.
GKRY’nin “iki toplumlu ve iki kesimli federasyon” öngören ANNAN Plânı’nı reddetmiş olduğu dikkate alındığında, bunda samimi olmadıkları bellidir. Onların savunduğu sözde “federal çözümün” Annan Plânı’nında öngörülenden kendi lehlerine farklı bir çözüm şekli olduğu aşikârdır.
BMGS Guterres’in 5+1 toplantısı için kendi iyi niyet görevine atıfta bulunması ve “iki toplumlu ve iki kesimli çözüm” hedefini vurgulaması ve ayrıca göreve başlamasından itibaren “1960 güvenlik ve garanti sisteminin günümüzde sürdürebilir olmadığını” tekrarlaması göz önün alındığında BMGS ile GKRY ve Yunanistan arasında çözüm şekli hakkında peşin bir anlayış birliği olduğu söylenebilir.
BMGS Guterres’in AB üyesi bir Devlet’in eski Başbakanı olduğu da hatırda tutulmalıdır.
İngiltere Dışişleri Bakanı geçtiğimiz Şubat ayında Kıbrıs’a yaptığı ziyaret sırasında Rum kesiminde yaptığı açıklamada şunları söylemiştir: “…Birleşik Krallık olarak adanın her tarafındaki Kıbrıs halkının uzun süredir dostu olduğumuzu düşünüyoruz...Uyuşmazlığın daimî, dayanıklı ve kalıcı bir sonuca ulaşmasını istiyoruz. Ve umuyorum ki, bütün taraflar 5 + 1 görüşmelerinin sunduğu fırsatları konu hakkındaki konuşmaların çocuklara, adanın gençlerine önümüzdeki yıllara parlak gelecek umutlarıyla bakmalarını sağlayacak şekilde değişmesi için kullanacaklardır.”
İngiliz Dışişleri Bakanı 5+1 toplantısı hakkında bu aşamada yuvarlak sözlerle temennide bulunmaktan öteye bir pozisyon açıklamış değildir. Bununla beraber, İngiltere’nin, BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs uyuşmazlığının çözüm şekline, BMGS’nin iyi niyet görevine dair olanlar da dahil olmak üzere, bütün kararlarının hazırlayıcısı ve çoğunun sunucusu olduğunu hatırlamamız gerekir.
İngiltere AB’den ayrılmış olduğu için artık AB ile ortak bir pozisyon takınma mecburiyetinde değildir. Bununla beraber, bu durumun, Kıbrıs uyuşmazlığının çözüm şekli ve çözümün temel unsurları bakımından İngiltere’nin bugüne kadar takip edegeldiği politika ve takındığı tutum bakımından esasta köklü bir değişikliğe yol açacağı beklenmemelidir. İngiltere Kıbrıs konusunda her zamanki gibi ABD ile birlikte hareket etmeği tercih edecektir.
Türkiye ve KKTC’nin Kararlılığı
Cenevre toplantısında KKTC’nin ve Türkiye’nin “egemen eşitlik temelinde iki devletli çözüm” tezini ve nihai çözüm şeklinin içinde Türkiye’nin “etkin ve fiilî garantisinin” bulunduğu bir güvenlik teminatına dayandırılması gerektiğini geri adım atmadan savunması gerekecektir.
Kanaatimce KKTC’nin ve Türkiye’nin kararlılığının ilk sınanması “AB’nin toplantıda gözlemci olarak bulunması” konusunda cereyan edecektir.
Türkiye ve KKTC “AB’nin Cenevre toplantısına gözlemci olarak katılmasına karşı olduklarını” açıklamış bulunmaktadırlar. Bu görüş muhafaza edilmelidir.
Çünkü, AB Kıbrıs ve Doğu Akdeniz konularında tarafsız değil, Yunanistan’dan ve GKRY’den yana taraftır. AB’nin Kıbrıs konusunun çözüm girişimlerinde “gözlemci” şeklinde de olsa “fiilî” bir rol almasına imkân verilmemelidir. AB’nin Kıbrıs ve Doğu Akdeniz konularında Türkiye’ye ve KKTC’ne GKRY’nin ve Yunanistan’ın etkisi altında yapmakta olduğu dayatmalar ortadadır.
AB’nin Kıbrıs Türk Halkını Rum Egemenliğini Kabule Zorlama Girişimleri
AB Komisyonu’nun Kıbrıs Rum tarafının ve Yunanistan’ın etkisiyle Hellim Peynirini Kıbrıs ürünü olarak tescil eden karar almasının Ada’da iki taraf arasında ilişki ve iş birliğini teşvik etme düşüncesinin tezahürü olmadığını biliyoruz. Güdülen niyet ve amaç, Kıbrıs Türk halkını sözde Kıbrıs Cumhuriyeti'nin varlığını kabule, kendi Devleti KKTC'nin varlığını inkâra zorlamaktır.
GKRY ve Yunanistan AB içindeki statülerinden yararlanarak Kıbrıs Türk halkına kendi emellerine uygun düşen bir çözüm şeklini dayatma gayret içindedir.
AB de GKRY’ne ve Yunanistan’a bu emellerinin tahakkuku için yardımcı ve aracı olmaktadır.
Rumların 2004’de Annan Plânı’na dayalı çözüm şeklini reddetmesinden sonra AB’nin KKTC’ni yok sayarak Kıbrıs Türk halkının sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” bir “toplumu” olduğu varsayımıyla Türk tarafı için oluşturduğu “Yeşil Hat Tüzüğü”, “Dış Ticaret Tüzüğü”, Mâlî Yardım Tüzüğü gibi belgeler ve bunlara dayalı olarak yapılan uygulamalar, AB’nin Kıbrıs Türk halkına sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsız ve egemen varlığı kabul ettirme vasıtalarıdır.
Kıbrıs’ta BM’nin himayesi altında ve AB desteğiyle Ada’da sözde işbirliğine katkı amacıyla kurulmuş bulunan “iki toplumlu komiteler” de aynı amaca matufturlar.
KKTC’nin, KKTC’ni yok hükmünde gören ve Kıbrıs Türk Halkını sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toplumu farzeden bir zihniyetin ürünü olarak ortaya çıkarılmış olan yukarıda zikrettiğim Belgeler çerçevesindeki uygulamalara ve “iki toplumlu komiteler” içindeki çalışmalarına son vermesi gerektiği görüşündeyim. Çünkü Millî Dava’nın yürütülmesinde “söylem” ve “eylem” birliği içinde hareket edilmesini inandırıcılık bakımından zorunlu görmekteyim.
TBMM’nin Destek Vermesi
KKTC’nin ve Türkiye’nin Cenevre Konferansı’na “egemen eşitlik temelinde iki devletli çözüm” tezi için yüce TBMM’nin mutlak desteğini alarak gitmelerinin çok önemli ve gerekli olduğuna inanmaktayım.