“Siyasi Eşitlik” ve “İki Devletli Çözüm” kavramlarının Türk tarafınca somut tariflerinin yapılması gerekir. Bu kavramlar, ancak tarif yapılırsaTürkiye’nin ve KKTC’nin tutumlarının sağlam temeli ve hareket noktası olarak anlam ifade eder. Değer kazanır. Millî Dava’da vatanseverlere moral güç verir, kararlılıklarını arttırır.
Unutmayalım ki BMGS konuşmalarında ve raporlarında, ayrıca Rumlar ve Yunanlar demeçlerinde “siyasî eşitlik” derken bu kavramın tarifini BMGS’nin tarifini tekrarlayarak yaparlar. O tarif şöyledir:
“…1991 yılındaki 716 sayılı Güvenlik Konseyi Kararı’nın 4. İşlem paragrafı da dahil, ilgili Güvenlik Konseyi kararlarında tarif edilen siyasî eşitlik…”
“…with political equality as set out in the relevant Security Council resolutions, including OP4 of UN Security Council Resolution 716 (1991)”.
Biz de kendi tarifimizi yaparak ortaya koymamız gerekir.
Bu tarif de “Kıbrıs adasında var olan “bağımsız ve egemen “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile kendisini ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ olarak niteleyen devlet arasındaki siyasî eşitlik, yani egemen eşitlik” şeklinde veya mealinde olmalıdır. Yani Ada’daki gerçeklere uyacak bir tarif.
BMGS’nin, Rumların ve Yunanistan’ın tarifi bizi sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki toplumu arasındaki eşitlik” anlayışını kabule götürür.
Diğer kavram “iki devletli çözüm” kavramı da ayrıca yukarıda belirttiğim Ada’daki gerçeği yansıtacak bir tarif olmalıdır. Bunun içindir ki ben, “Ada’da var olan iki bağımsız ve egemen devletten oluşan iki devletli çözüm” şeklinde bir tarif yaparak konuyu irdelemekteyim.
Unutmayalım ki Annan Plânı Türk kamuoyuna, Andlaşma Taslağında kullanılan “state” kavramı, metinde kastedilen asıl anlamı olan “eyalet” olarak değil “devlet” olarak takdim edilmiş, Türkçe metne ve hattâ referandum soru kâğıdına “Kıbrıs Türk Devleti” olarak yazılmıştı.
Türk Milleti aynı hataya tekrar düşürülmemelidir.
Yine unutulmamalıdır ki karşımızda Ada’da “çözüm” değil, “çözümsüzlük” isteyen, Kıbrıs Türk halkını çözümsüzlük yoluyla kendisine sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti’ne” mecbur ve mahkûm etme azminde olan bir şer odağı ve ortaklığı vardır.
Yine Kıbrıs sorunu çözülemedi, Türkiye Yunanistan’ı tehdit ediyor vaveylalarıyla Türkiye’yi AB tam üyeliğinden uzak tutmak isteyen saplantılı ideolojilerin esiri olarak makûl düşünme yeteneğinden yoksun Elenler ve “Elenizmin ortak çıkarlarından” başka bir şey düşünmeyen kafalar vardır.
Rum – Yunan uyuşmazlığının bir bedeli olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti ve Kıbrıs Türk Halkı, Rum – Yunan – Ortaklığına Kıbrıs konusunun akışı içinde aşama aşama ödetmiştir. “Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi”, Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi, Barış Harekâtı, KTFD, KKTC vs. Rum – Yunan’ın ödedikleri bedellerdir.
Kıbrıs’a barış getirme yolundaki çabalarda Rum – Yunan ittifakının attığı her yanlış adımda Kıbrıs Türk halkı, 1963 sonundan itibaren Genel Komite, Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi (GKTY), Kıbrıs Türk Yönetimi (KTY), Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi (OKTY) şeklindeki adımlarla aşamalarından geçerek kendi öz yönetimlerine sahip olmuşlardır. Rum – Yunan cephesi 15 Temmuz 1974 günü attıkları yanlış adımın bedelini Türkiye’nin 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın sonuçlarıyla ödemişlerdir. Yine de ders almamışlardır.
İki toplumlu ve iki kesimli federal çözüm arayışlarını engellemelerinin bedeli onlardan, önce, 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD,) sonra 15 Kasım 1983’de bağımsız ve egemen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ilân edilerek kesilmiştir.
Rumların aslında bedeli uluslararası toplum tarafından en yüksek olarak belirlenmiş olan olumsuz hareketi, uluslararası toplumun önde gelen aktörlerinin ve Güvenlik Konseyi’nin mührünü taşıyan ANNAN Plânı’nı 24 Nisan 2004’te dünyaya meydan okuyarak reddetmiş olmalarıydı. Ne yazık ki Türkiye ve KKTC Rum – Yunan ortaklığından ödemeleri gereken bedeli tahsil edememişlerdir.
O tarihte yani 24 Nisan 2004’ün hemen ertesinde Türk tarafı (KKTC ve Türkiye) diplomaside yüksek zemin kazanmıştı. Bölgemizde Türkiye’ye karşı içinde GKRY’nin, Yunanistan’ın, İsrail’in, Mısır’ın, BAE’nin, Suudî Arabistan’ın, Lübnan’ın vs bulunduğu bir şer ortaklığı kurulmamıştı. Suriye ile ilişkilerimiz giderek “Kardeşim Esad” noktasına yükseliyordu. Bu müsait zeminde yapılması gereken “Rum tarafının bu tutumuyla Kıbrıs sorununa BM çerçevesinde çözüm arayış süreci sona ermiştir” denilerek KKTC’nin Türkiye’ye ilâve olarak başkaca devletler tarafından da diplomatik yoldan tanınması süreci başlatılmalıydı. Bu yapılamadı. Kıbrıs Türk halkının hayatından bugüne kadar 16 yıl daha gelecek için belirsizliklerle dolu olarak heba oldu gitti.
Şimdi bari artık bugün KKTC’nin diplomatik yoldan Türkiye’den başka devletlerce de tanınması süreci başlatılmalıdır.
Yeni bir müzakere sürecinin Rum – Yunan Ortaklığı ve onları destekleyenler bakımından amacı KKTC’nin tanınmasının unutturulması ve sonunda KKTC’nin ortadan kaldırılmasıdır. Türkiye’nin Ege’de ve güney kara hududunda ve Akdeniz’de kuşatılmasının tamamlanmasıdır. Yeni bir müzakere sürecinin değişmez amaç ve hedefi budur.