Türkiye Bankalar Birliği (TBB) tarafından 10 Eylül’de yapılan açıklamada;
“Elektrik üretim ve dağıtım sektörünün mevcut borç stoku 47 milyar ABD Doları civarındadır. Yapılandırma ihtiyacı bulunan kredi portföyü 12-13 milyar ABD Doları ($) düzeyindedir. Bu tutarın yaklaşık 10 milyar $ tutarındaki kısmının 2019 yılı içinde yapılandırmasının tamamlanması beklenmektedir.” denilmektedir.
Aslında enerji sektörünün, uzun zamandır gündemden düşmeyen ve son olarak TBB’nin yukarıdaki açıklamasıyla tescillenen sıkıntısı, Türkiye’nin, “krediye bağımlı ekonomik büyümesi” ve “yerindeliği” ve “fizibilitesi” ciddiyetle ele alınmadan yaptığı “yatırımların” bir sonucudur. Bu durum, Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF)’nün son raporuna da yansıdı.
IIF’in, Orta ve Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Afrika bölgesinin (CEEMEA) görünümüne ilişkin 9 Eylül tarihli “CEEMEA Views: Turkey- Bank Lending Set to Pick Up” başlıklı raporu yayımlandı. Raporda, Türk bankalarını zorlayan enerji ve inşaat sektörlerindeki “batık” kredilere yer verildi. Raporda, bankaların borç verme olanaklarını kısıtlayan söz konusu iki sektördeki sorunlu kredilerin, bilânçoların normal kredi kalemlerinden çıkarılarak, “tahsili gecikmiş alacaklar” hesaplarına aktarılması gerektiği de vurgulanmaktadır.
Yukardaki gelişmelerden hareketle bu haftaki yazımızı, elektrik üretim ve dağıtım şirketlerinde yaşanan sıkıntıların nedenlerini irdelemeye ayırdık.
Türkiye Enerji Sektörünün Genel Görünümü
Ülke enerji üretim ve dağıtımının yaklaşık yüzde 85'i özel şirketlerin kontrolündedir. Ancak bu durum 2009 yılı öncesinde oldukça farklıydı.
Geçmişte elektrik üretiminin hemen hemen tamamı, kamu sermayeli Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) tarafından üretilmekteydi. İSO500 verilerine göre 1993 yılında, Türkiye’nin en büyük ikinci sanayi kuruluşu TEK idi. 1994 yılında, ülkenin elektrik dağıtımı ve üretimini üstlenen anılan kamu şirketi TEK’in yönetimi, üretim ve dağıtım olmak üzere ikiye bölündü. Bu yıldan itibaren Türkiye elektrik üretimini Elektrik Üretim AŞ (EÜAŞ), dağıtımını ise Türkiye Elektrik Dağıtım AŞ (TEDAŞ) üstlenmeye başladı.
AKP’nin iktidarı devraldığı 2002 yılında, toplam elektrik üretiminin yüzde 60’ı kamu şirketi EÜAŞ tarafından gerçekleşirken, bugün bu oran yüzde 15’e kadar gerilemiştir.
TEDAŞ’ın gerçekleştirdiği dağıtım hizmeti, 2009-2011 yılları arasında özelleştirildi. Bunun sonucunda günümüzdeki elektrik dağıtımının tümü, “kredi borçlarını ödeyemez duruma gelmiş” elektrik dağıtım şirketleri eliyle yürütülmektedir.
TMMOB Makina Mühendisleri Odası (TMMOB)’nın hazırladığı “Türkiye‘nin Enerji Görünümü Raporu”na göre, 2007’de doğalgaz santrallerinde 14,5 MW olan kurulu güç ile 95 bin GWH üretim yapılmaktaydı. 2018’de kurulu güç 26,1 MW’ye çıkmasına karşın üretim 90 bin GWH’ye kadar düşmüştür.
Söz konusu rapordan derlenen bilgilere göre, ülkenin elektrik üretimindeki “kurulu güç kapasitesi” kullanılamamaktadır. Elektrik sektördeki genel “kapasite kullanım oranı” yüzde 65 seviyesindeyken, hidroelektrik ve doğalgazdan elektrik üreten santrallerde bu oran sırasıyla yüzde 62 ve 46 olarak gerçekleşmektedir.
Söz konusu mevcut “atıl kapasite” gerçeği beraberinde maliyetlerde artışı getirirken, yaşanan ekonomik krizin bir sonucu olan “ekonomik durgunlukla” birlikte, “elektrik talebi” de giderek “azalmaktadır”. Bu gerçekler bizi, içinde bulunduğumuz durumda sektörün mevcut temel sorununun “arz fazlası” olduğunu sonucuna götürmektedir.
Elektrik Enerjisindeki Arz Fazlasına Ve Sektörü Mütemerrit Duruma Götüren Süreç
Söz konusu süreç, “Türkiye’nin hızlı büyüyeceği ve bunu sağlayacak sanayi yatırımları nedeniyle büyük enerji açığı olacağı” hesaplanması, daha doğrusu “ön kabulü” ile başlamıştır. Büyük özel sektör firmalarının önemli kısmı ve hatta inşaat şirketleri bile elektrik santralları kurmaya başlamıştı (çoğu “doğal gaz çevrimi ile çalışan termik santral” olup, devlet tarafından belirli fiyattan “alım garantisi” verilmişti).
Elektrik üretim sektörüne 2002'den bu yana 90 milyar $’lık “yatırım” yapıldı, bu yatırımın 30 milyar $’ı öz sermayeden karşılandı. Yatırımın kalan 60 milyar $’lık kısmı ise kredilerle gerçekleştirildi. Diğer yandan yine bu dönemde, elektrik sektörünün hızla ve plânsızca özelleştirilmesi, bu işi fırsat olarak gören inşaat şirketlerinin hızla borçlanarak piyasaya girmesine neden oldu. Kredi olarak sağlanan 60 milyar $’ın ancak 20 milyar $’ geri ödenebildiği ve kalan “40 milyar $ için geri ödenememe riskinin” söz konusu olduğu, bu santrallardan bazılarının şu an faiz ödemelerini yapabilecek kadar bile gelir sağlayamadıkları belirtilmektedir.
Enerji sektöründe 2003-2018 döneminde yapılan 90 milyar $’lık yatırımlar için alınan kredilerin büyük kısmının döviz cinsinden olduğu bilinmektedir. 2005’te 485 milyon $ olan sektörün nakdi kredi borcu, 2019 Ağustos Ayı itibariyle 70 kattan fazla artarak 47 milyar $’a yükselmiştir. Bu süreçte faizlerin yükselmesi ise sektöre vurulan son darbe oldu. TL’sının $ karşısında aşırı değer kaybedeceğini ve faizlerin bu süre içinde fahiş biçimde artacağını hesap edemeyen sektör, 2018 yazında yaşanan kur şokuyla girdiği büyük bir krizden hâlâ çıkamamıştır.
BDDK verilerine göre, 2017 sonunda 637 milyon TL olan enerji sektöründeki (elektrik, gaz, su kaynakları üretim ve dağıtım sanayi) takipteki kredi miktarı, 2018 sonunda 6 milyar 322 milyon TL’na yükseldi. 2019 Haziran ayına gelindiğinde ise takipteki kredi borcu 8 milyar 532 milyon TL’na tırmanmıştır.
Ülke Elektrik Enerjisi Üretiminin Dışa Bağımlılığı
Türkiye 1990 yılında ihtiyacı olan enerjinin yüzde 51,6’sını ithal ederken, şimdilerde bu oran yüzde 76’ya kadar yükselmiştir. Bir diğer anlatımla Türkiye, teşvik ve kayırmalarla büyüyen enerji sektörüne rağmen, ihtiyacının sadece yüzde 24,3’ünü “yerli kaynaklardan” sağlamaktadır.
Enerji ithalâtındaki sağlayıcılara baktığımızda, başat tedarikçinin Rusya ve İran olduğunu görmekteyiz. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı verilerine göre, ülkenin tükettiği toplam enerjinin yüzde 27,8’i Rusya tarafından karşılanmaktadır. Bir başka ifadeyle ülke, yurtiçinde ürettiği enerjiden daha fazlasını sadece Rusya’dan satın almıştır.
Aynı yapıyı “elektrik enerjisinin temin edildiği kaynaklar” olarak irdelediğimizde de, TMMOB Enerji Çalışma Grubu’nun hazırladığı “Türkiye’nin Enerji Görünümü Raporu”na göre, 2018 yılı itibariyle Türkiye’nin elektrik tüketiminin yüzde 48,8’i yerli, yüzde 51,2’si ithal kaynaklardan elde edilmektedir. 1980’li yıllarda yerli üretim yüzde 80’ler civarındayken, 90’lara gelindiğinde yüzde 70’lere gerilemişti. Bundan 5 yıl öncesine karşılık gelen 2014’te, “yerli üretim toplam üretimin” yüzde sadece yüzde 37,4’ünü oluşturuyordu. Sonuçta bu oran günümüzde yüzde 24,3’e kadar düşmüş bulunmaktadır.
Elektrik Enerjisi Sektöründeki Bu Çarpıklığın Sonuçları
Elektrik şirketlerini ayakta tutabilmek için son 10 yılda 30 milyar $’ı aşkın “teşvik” verildiği tahmin edilmektedir. Bu teşvikler halkın vergilerinden finanse edildiği gibi, elektrik birim fiyatlarına da sürekli zam yapılmaktadır.
Şimdilerdeki fatura tutarını 2017 Aralık ayı fatura tutarı ile karşılaştırıldığında yüzde 50 daha yüksek olduğu görülmektedir. Üstelik ticarethâne ve sanayide bu zam oranı çok daha yüksek tutulmaktadır. “Üretim maliyetlerinde de artışa” sebep olan bu olgu, aynı zamanda “enflâsyonu da yukarı yönlü” tetiklemektedir.
Enerji sektöründe borçluluğun bir krize dönüşmeye başladığı 2016 Eylül Ayı’nda “yaz saati” uygulaması “sürekli” hale getirildi. Dönemin Enerji Bakanı Berat Albayrak uygulamanın enerji tasarrufu sağlayacağı için getirildiğini iddia etse de, temel amacın arz fazlası olan sektörde “tüketimi arttırmak” olduğu, şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Sonuçta arzulanan gerçekleşmişti: İlkokul çocukları “karanlıkta” okula gittiler, ülkede “güneşsiz günler” başladı. Anılan sosyal maliyetin karşılığında, resmi verilere göre “elektrik tüketiminde” 7.1 milyar kilovat saatlik “artış” sağlanmıştı(!)
Yüzde 85'i özel şirketlerin eline geçen enerji sektöründe yaşanan plânsızlık ve yandaş kayırmacılığının bedeli;
* “yurttaşların omuzlarına”; fatura zamları, artan vergiler ve sürekli yaz saati uygulamasının çilesi şeklinde,
* “ülke ekonomisine” de; refahta düşüş, enflâsyonda yükseliş, geri ödenmesi şüpheli kredi alacakları, heba edilen teşvikler, kamu yararı gözetilmeden yapılan özelleştirmeler sonucu ulusal servetin çarçur edilmesi ve artan dış borçlar,
şeklinde yüklendi.
Sorumluları mı? Bu ne yakışıksız soru böyle…