Ersin Dedekoca Ersin Dedekoca @dedekocae

Kamuda Kurumsallaşmanın Sonu

10 Temmuz 2019

Haftasonunun ilk gün sabahı, TC Merkez Bankası (TCMB) Başkanı, görev süresinin bitmesine 10 ay kala, yayımlanan bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile görevden alındı. Akabinde söz konusu görevden almanın şekli (hukuki dayanağı), gerisinde yatan amaç ve TCMB’nin “bağımsızlığı/özerk statüsü” konuları, sözlü ve yazılı basında geniş yer buldu. Biz de bu haftaki yazımızda bu konuyu ele almayı faydalı bulduk.

Merkez Bankacılığında Bağımsızlık

Siyasi baskıdan arınmış merkez bankalarının, kamu yararı gözeterek fiyat istikrarı sağlamada daha başarılı olacağı ön kabulü ile “bağımsızlığı” hep savunulmuştur. Bir diğer ifadeyle, merkez bankalarının bağımsızlığı olgusunun varlık nedeni, fiyat istikrarının sağlanmasına odaklanmaktadır.

Merkez bankalarının bağımsızlığı, siyasal otoritenin belirleyeceği makro ekonomik hedeflerin gerçekleşmesi doğrultusunda, siyasi otoriteden talimat almadan, onay beklemeden amaç belirlemede; para politikası araçları seçme ve kullanmada; para politikasını yürütmede serbestçe hareket etmesini amaçlayan kurumsal ve işlevsel serbestisini kapsamaktadır.

Bu bağımsızlığın bir sonucu da, merkez bankasına, izlediği politika ve aldığı kararlar için “hesap verme” yükümlülüğünün olmasıdır. Öztin Akgüç hocamızın da belirttiği gibi, hesap vermenin ön koşulu “şeffaflık” olup, izlenen politika, karar ve faaliyetlerden sorumlu olmayı, uygulamanın yerindeliğini, doğruluğunu kanıtlamayı içermektedir.

Halen yürürlükte olan 14 Ocak 1970 tarih ve 1211 sayılı (1990, 94, 95, 2001, 05, 13, 17 ve 18 yıllarında değiştirilmiş) TCMB Kanunu da, yukarıda özetlediğimiz bağımsızlık ilkesini içermektedir. Kuruluş Kanunu’nun 4 ncü maddesine (II/b) göre TCMB, “hükümetlerin büyüme politikaları ile çelişmemek” kaydı ile “fiyat istikrarının sağlanmasından” sorumludur. Yine aynı fıkranın devamında “Banka, para politikasının uygulanmasında tek yetkili ve sorumludur” hükmüne yer verilmiştir.

Görevden Alma Tasarrufunun Yasallığı 

6 Temmuz tarihli Cumhurbaşkanı kararnamesiyle TCMB Başkanı Murat Çetinkaya'nın görevden alınıp, yerine yardımcısı Murat Uysal'ın atanması, hukuki bir tartışmayı da tekrar gündeme getirmiştir.

Bilindiği gibi, özel bir kanunu ve bağımsız bir hukuki statüsü bulunan TCMB’nda başkanların nasıl görevden alınacakları, daha önce bahsettiğimiz Kanunu’nun 28. maddesinde düzenlenmektedir. Söz konusu hukuki tartışma da, “özel bir kanun hükmü kararname ile aşılamaz” görüşünde toplanmaktadır.

Anılan Kanun’un TCMB Kanunu’nun 28. maddesi, 27. maddeye gönderme yaparak, Merkez Bankası başkanlarının nasıl görevden alınacağını hükme bağlamaktadır:

“Madde 27- Başkanlık (Guvernörlük) görevi, özel bir kanuna dayanmadıkça Banka dışında teşrii, resmi veya özel herhangi bir görev ile birleşemez. Bundan başka Başkan (Guvernör), ticaretle uğraşamayacağı gibi, bankalar ve şirketlerde de hissedar olamaz. Hayır dernekleri ile amacı hayır, sosyal ve eğitim işlerine yönelmiş vakıflardaki görevler ve kâr amacı gütmeyen kooperatif ortaklığı bu hüküm dışındadır.

Madde 28- Başkan (Guvernör) ancak, 27 nci maddedeki yasakların gerçekleşmesi ve bu Kanunla kendisine verilen görevlerin devamlı surette ifasını imkânsız kılacak durumların ortaya çıkması hallerinde, atanmasındaki usule göre görevinden af olunabilir.

Başkanlığın (Guvernörlük) boşalmasında en yaşlı üyenin başkanlığı altında toplanacak Banka Meclisince Başkan (Guvernör) vekili olarak seçilecek bir Başkan (Guvernör) Yardımcısı, Başkanlık (Guvernörlük) görevini ifa eder ve yetkilerini kullanır.”

6 Temmuz tarihli Resmi Gazete’de, TCMB Başkanı Murat Çetinkaya’nın, 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 35’inci maddesi ile 3 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 2’nci maddesi gereğince görevden alındığı Resmi Gazetede yayınlanmıştır.

375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK), “Cumhurbaşkanınca süreli atanan üst kademe kamu yöneticileri, ilgili kanunlarda öngörülen görevden alma gerekçeleri yanında kurumsal hedeflere ulaşılamaması nedeniyle de, süreleri tamamlanmadan görevlerinden alınabilirler” hükmünü taşımaktadır.

Oysa yukarıda gösterilen 28’inci madde; “Başkan (Guvernör) ancak, 27'nci maddedeki yasakların gerçekleşmesi ve bu kanunla kendisine verilen görevlerin devamlı surette ifasını imkânsız kılacak durumların ortaya çıkması hallerinde, atanmasındaki usule göre görevinden af olunabilir” hükmünü içermektedir.

Bu durumda, Özel kanun niteliğindeki 1211 Sayılı TCMB Kanunu görevden af edilmeyi sadece iki şarta bağlamışken, KHK Hükmüyle TCMB Başkanını görevden almak hukuken yanlış bir tasarruf olarak durmaktadır. Önceki TCMB Başkanı Dursun Yılmaz, “ 27 nci maddede belirtilen hususlar dışında, kendisi istifa etmediği sürece, Başkanın görevden alınması mümkün değildir. Bu güvence Merkez Bankası bağımsızlığının ayrılmaz bir parçasıdır.” demektedir.

Diğer yandan, yukarıda anılan ve görevden almayla ilgili Cumhurbaşkanı kararnamesinin dayanağı olan 375 sayılı KHK’deki “kurumsal hedeflere ulaşılmaması” konusu da çok muğlak olduğu gibi, Mahfi Eğilmez’in de söylediği gibi, “Hedef yanlıştı. Maliye politikası, para politikası hedefinin tam tersi bir hedefe yönelmişti. Bu koşullar altında hedefin tutması zaten mümkün değildi.”

Görevden alma tasarrufunun haklılığı konusunda bir kısım açıklamalarda, TCMB Yasası’nda başkanın görevden alınmasına dair ne derse desin, “Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde” böyle bir kararın mümkün olabileceği, aslında Danıştay’a başvurma yolunun açık olduğu (!) belirtilmektedir.

Görevden Almanın Nedeni

Görev süresinin bitimine 10 ay kala TCMB Başkanı Murat Çetinkaya’nın bir Cumhurbaşkanı kararnamesi ile görevden alınmasının nedeni bugün Cumhurbaşkanı’nınca açıklandı. Yaptığı açıklamada “Kendisine ekonomi toplantılarında defalarca faizi indirmesi gerektiğini söyledik. ‘Faiz düşerse, enflasyon düşer’ dedik. Gerekeni yapmadı. Aynı kulvarda değildik” dedi.

Aslında TCMB, görevden alınan Murat Çetinkaya başkanlığı döneminde oldukça kötü uygulamalara yer vermişti. Faiz artışlarının gereği aşikâr hâle geldiğinde, gerekli zaman ve oranda artışlar yapılmayarak, önce döviz kuru, ardından da, doğal olarak, enflâsyon kontrolden çıkmıştı. Bu uygulamanın sonucu olarak TCMB yönetimi, büyük bir “inandırıcılık/kredibilite kaybına” uğradı. Bunun sonucu ülke ekonomisi “durgunluk” ve “yüksek faiz” aşamasına girdi. Tehlikeyi nihayet gören TCMB, bu kez faiz değişikliği konusunda ihtiyatlı bir yaklaşıma girdi ve Cumhurbaşkanı’nın şimşeklerini üzerine çekmeye başladı.

Aslında konu, enflasyonun gerilediği düzey (yüzde 15,7) ile TCMB’nin faizi (yüzde 24) arasında oluşan büyük farkta; durgunlukta olan bir ekonomi olgusunda ve Maliye ve Hazine Bakanı’nın “Ekim Ayı’na kadar enflasyonun yüzde 10’a kadar gerileyeceği” söyleminde yatmaktadır.

Her şeyden Haziran Ayı enflâsyon (aylık ve yıllık) oranları konusunda yaygın bir şüphe söz konusudur. Karşılaştırma yapılan döneme göre oluşan “baz etkisi” ve marketlerden fiyat alındığı günlerde yapıldığı iddia edilen geçici indirimlerin, bu oranı düşük tuttuğu hakkında güçlü bir algı söz konusudur.

Enflâsyon ancak, enflâsyon beklentileri kontrol edilirse düşürülebilir. Keza, “enflâsyonu kontrol etmekle sorumlu bağımsız merkez bankasının” mevcudiyeti de, işte bu güvenin tesisi için gerekli olup, beklenti ancak bu yolla kontrol altına alınabilir. Bu gerçek, sadece faizlerin düşürülmesi yoluyla enflâsyonun düşürülebileceği ve durgunluktan çıkılabileceği tezini (!) toptan çürütmektedir.

TCMB Bağımsızlığının Sonlanması

Bilindiği gibi, ülkede yaşanan 2001 ekonomik krizin sonrasında yapılan kurumsal dönüşümler çerçevesinde en köklü değişim, TCMB Kanunu’nda yapılan değişiklikler olmuştu. Söz konusu değişikliklerle TCMB’nin para politikasını yürütmede bağımsız kılınması; bu bağımsızlığı güvence altına almak için başkanın görev süresi içinde güvenceye sahip olması; TCMB’nin doğrudan Hazine’ye borçlanma kâğıtları karşılığı para verme olanağının kaldırılması, o tarihte hayata geçirilen “ekonomik dönüşümün” en hayati unsurlarıydı.

Sadece Türkiye değil, uluslararası piyasaların da kapanmasını bekleyip, sonra TCMB guvernörünü görevden almak, bugüne kadar en azından kâğıt üzerinde bağımsız olan TCMB'nı tekrar hükümete bağlamak olarak değerlendirmekteyiz.

Hepimizin izlediği gibi, aslında uzunca bir süredir Ankara yönetimi, TCMB ve özellikle kamu bankalarının işleyişine “kuvvetli telkinler” yoluyla müdahalelerde bulunmaktaydı. Bu telkinlerin başında, buna yol açan başat neden dikkate alınmaksızın, “TL değerinin yüksek tutulması” için spekülâtif işlemler gelmekteydi. Devamında, TCMB 2018 kârının Hazine’ye erken ödenmesi, birikmiş yedeklerin Hazine’ye devri ve faiz indirilmesi konusunda güçlü baskı/telkin geldi.

Bu baskı/telkin yoluyla yapılanlara bu kez, 6 Temmuz Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle “resmi” bir nitelik kazandırılmış olmaktadır. Varsın hukuki zemini net olmasın, çünkü görevden alınanın son kullanma tarihi gelmiş ve Ankara’nın acelesi var.

Yorumlar